2008 yılında Antoloji.com adlı şiir sitesinde 'Çanakkale Kahramanları' adlı bir şiir yazmıştı. Şiirinde Can…Canan... Nedir ki? / Senin yanında. Ey VATAN./ Binlerce, Yüzbinlerce Can ve Canan / Senin uğrunda fedadır…" diyordu. Bu şiiri yazdıktan 13 yıl sonra, bir daha geri dönmemecesine vatanından ayrıldı. Şiir, şu anda 49 yaşında olan ve geçtiğimiz günlerde eşi ve beş çocuğuyla önce Almanya'ya, ardından da iltica etmek istediği Hollanda'ya giden eski KHK'lı Vakkas Karakoyun'a ait. Üstelik Karakoyun'un hikayesi şimdiye kadar duyduğumuz KHK'lılardan da farklı. Çünkü o hem mesleğine geri döndü hem emekli olmayı başardı hem de yeşil pasaportunu geri aldı. Ancak "Benim çektiklerimi beş çocuğum çekmesin" diye ahdetti ve yolu Antarktika'ya bile varsa bu ülkeden gitmeyi aklına koydu, en sonunda da gitti. Hem de haftada üç kez diyalize girmesine rağmen ölümü göze alarak. Almanya uçağından indiğinde diyaliz eksikliği nedeniyle vücudunda fazladan 7,5 kilo su vardı. Karakoyun'la görüştüğümüzde yaklaşık 10 gündür Türkiye'den ayrılmıştı ve bu 10 günde beş kez diyalize girmişti.
Vakkas Karakoyun'a Hollanda'da tutulduğu mülteci kampında ulaştık. Mülteci kampına konulmadan önce birkaç gün bir futbol sahasına yerleştirilen çadırlarda kalmış. Sözlerine şöyle başlıyor Karakoyun: "Şiirime baktım, kendime baktım ve kendime vatan hainliğini sıfatını yakıştıramadığım için bu hale geldim. Ben zaten yakında öleceğimi biliyorum, ama çocuklarım hukukla yönetilen bir ülkede yaşasınlar istiyorum."
Vakkas Karakoyun, aslen Gaziantep'in Araban ilçesinden. Tarih öğretmenliğine 1997 yılında başladı. İlk görev yeri Kilis'ti, bu kentte üç yıl çalıştıktan sonra mesleğine altı yıl boyunca Adıyaman'ın Besni ilçesinde devam etti. Ardından da Gaziantep'teki çeşitli okullarda görevine devam etti, ta ki 2016'da yayınlanan 672 No'lu Kanun Hükmünde Kararname'ye kadar. O KHK ile görevinden alındı ve daha önce sapasağlam olan Karakoyun tüm sağlığını kaybetti. Görevden alınınca tedavi imkanları da kalmayan Vakkas Karakoyun'un önce şeker hastalığı nedeniyle sağ gözünde yüzde 100, sol gözünde 95 görme kaybı oluştu. İki böbreği iflas etti, haftada üç kez diyalize girmeye başladı. Bu sırada muhtemelen üzüntü ve sıkıntıdan iki kez kalp krizi geçirdi, iki kez anjiyo olmak zorunda kaldı. En son anjiyoda kalbine stent takıldı. Bu arada iki ayağında şeker hastalığına bağlı yaralar oluştu, yürüyemez duruma geldi.
Bütün bunlar olurken Vakkas Karakoyun'un eşi de çalışmıyordu. Ve en büyüğü o zaman 21 yaşında, küçüğü 19, diğerleri de 15, 11 ve 7 yaşlarında olmak üzere bütün aile, okulu bırakıp inşaatlarda çalışmaya başlayan büyük oğlanın eline bakıyordu. Karakoyun KHK sonrası uzun süre göreve dönemediği ve emeklilik hakkı da verilmediği için en büyük oğlu, üniversiteye gitmemeyi tercih ederek, inşaatlar çalışmaya başlamıştı. Ancak inşaat sektöründe de her zaman iş bulamadığı için, eve bazı günler hiç para girmediği de oluyordu.
Karakoyun o zamanları hatırladığında şöyle konuşuyor: "Tek isteğim Türkiye'den gitmekti, başka hiçbir şey istemiyordum. Çünkü ben bunları yaşadım, çocuklarımın yaşamasını istemedim. Neresi olursa Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda, Kanada, hatta Alaska hukukun bulunduğu herhangi bir ülke sesimi duysa gitmeye hazırdım. Herhangi bir ülke beni çocuklarımla kabul etsin, dönmemek üzere gitmek istiyordum. Zaten çocuklarıma da vasiyet etmiştim, ölsem bile bu topraklara beni gömmeyin diye. Onlara, 'Cesedimi götürebildiğiniz kadar uzağa götürün ve bir daha bu ülkeye dönmeyin' demiştim."
KHK sonrası bizzat karakollara ve savcılıklara giderek müracaatlar yaptı Vakkas Karakoyun. Ancak uzun zaman eli boş döndü. O günlere dair şunları anlatıyor: "Her yere gittim, bütün ilgili yerlere, benimle ilgili bir şey var mı, diye sordum. En son diyalize düştükten sonra, savcı beyin yanına kendim yine gittim, masaya diyaliz belgemi koydum ve 'Benim ölmemi mi bekliyorsunuz, artık görev verseniz de yapamam' dedim. Savcı bey takipsizlik kararı verdi ve 'zaten senin bir suçun yok' dedi. Bir buçuk yıldır takipsizlik kararı verilmesine rağmen önce göreve dönmek için başvuru yaptım, ardından emeklilik için başvuruda bulundum. Emekli Sandığı'na dört kere rapor gönderdim, dört yıl sonra mahkeme kararıyla 15 Mayıs 2020'de göreve iade edildim."
Ancak hem bunun için hem de emekli olmak için çok uzun süre, hastalıklarına rağmen mücadele etti Karakoyun. Bu arada hastalıkları nedeniyle pek çok organı iflas ettiği için sakatlık maaşına da başvurdu, ama ondan da olumsuz yanıt aldı. Eşinin yaptığı bakım aylığı başvurusu da aynı akıbetle sonuçlandı. O zaman yüzde 96 oranında olan engelli raporuna rağmen ne kendisine ne eşine maaş bağlanmadı. Son çare olarak inşaatlarda çalışan oğlunun sigortasından faydalanmaya çalıştı ama Genel Sağlık Sigortası'nın azıcık primini bile ödeyemez haldelerdi. Şöyle hatırlıyor yine o günleri:
"Genel Sağlık Sigortamı yatırmakta bile zorluk yaşıyorduk. 70 lira diyorlardı ama 100-150 lirayı buluyordu. Ama biz o parayı bulmakta bile sıkıntı çektiğimiz için, çocuğumun sigortasından sağlık giderlerimi karşılamak istedim ama ondan bile faydalandırmadılar beni. Çünkü sistemde '36 kodu' diye bir fişleme var. '36 kodu' KHK ile görevine son verilenlerin isminin karşısına, tüm resmî kurumlarda konulmuş olan bir kod. Maliye'ye gitsem de bu kod karşıma çıkıyordu, belediyeye gitsem de nüfus müdürlüğüne gitsem de. Yani biz toplumda fişlenmiş durumdaydık. Kısaca deniyordu ki 'Bu adam/kadın geldiğinde hiçbir işi görülmeyecek, hiçbir talebine olumlu yanıt verilmeyecek.' Durumumuz buydu."
Vakkas Karakoyun'un Türkiye'yi terk etmesine neden olan şeyler sadece bunlar değil. En çok yalnızlaşmak, yalnızlaştırılmak, düne kadar kahramanlık şiirleri yazdığı bir toplumdan dışlanmak onu yaralamış ve gitme kararını perçinlemiş. Şöyle konuşuyor:
"Bize vebalı gözüyle bakılıyordu. Telefonumda yaklaşık bin 200 kişi kayıtlıydı. Hiçbir arkadaşım beni arayıp geçmiş olsun bile demedi. Stresten ve sıkıntıdan hastalıklar üst üste geldi. Yeğenlerim bile beni arayıp soramıyorlardı. Daha önce Gaziantep'in en lüks semtinde yaşıyordum. Yaşadığımız sorunlar nedeniyle her şeyi arkada bırakarak, yıllar önce öğretmenlik yaptığım Besni'ye yerleşmeyi tercih ettim."
Vakkas Karakoyun yaşadıkları yoksulluğa dair şu örnekleri veriyor: "KHK'lı iken üç yılda sadece bir kez Ramazan Bayramı'nda çocuklarıma giysi alabilmiştim. O da HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun desteğiyle. Öyle günler oluyordu ki küçük çocuğuma bir külah dondurma bile alamıyordum. Halbuki çok şey istemiyorduk, sadece faturalarımızı ödeyebilecek bir geçim standardıydı beklentimiz."
2020'de göreve döndükten sonra pandemi koşullarında gözleri görmeden Tarih dersleri vermiş Vakkas Karakoyun. Ancak göreve dönmesinin hem gitme duygusunu hem de gerçekte ülke koşullarını değiştirmediğini söylüyor:
"Çünkü çok şey değişti, insanlar hayatlarını kaybetti ve ben sağlığımı kaybettim. KHK öncesi sadece küçük bir şeker sorunum vardı. Ama KHK sonrası vatan hainliği yaftasını kaldıramadım, kalbim iflas etti, böbreklerim iflas etti, KOAH hastalığı nedeniyle nefes alamamaya başladım, gözlerimi kaybettim. Sol gözüm yüzde 100 gitmişti, sağ gözüm ise yüzde 95 gitmişti. Gözlerimi yıllar sonra yine bir KHK'li profesörün tedavisiyle geri kazandım. Sol gözümden iki, sağ gözümden bir ameliyat geçirdim. Ama şu anda organlarımdaki yetmezlikler nedeniyle yüzde 99 engelliyim."
Vakkas Karakoyun bir mülteci kampının kırık dökük yatağında; KHK ile kaybettiği hakları kazanmasına, mesleğine geri dönmesine, emeklilik hakkını kazanıp ikramiyesini almasına, yeşil pasaportunu kendisi ve ailesi için elde etmesine rağmen; üstelik pek çok hastalığı var iken yollara düşmesinin nedenini şöyle anlatıyor:
"Çünkü dayanamıyordum, ikiyüzlü insanları görmeye dayanamıyordum. İki gün öncesine kadar iyi bir insan olarak görülürken, iki gün sonrasında 'vatan haini' gözüyle bakılmasını kaldıramadım. Ve bu ülkeye geldiğimde yine çocuklarıma vasiyet ettim, öldüğümde beni bu ülkeye gömün, kesinlikle Türkiye'ye cenazem bile gitmesin, dedim. O kadar ki kırıldım, gücendim. Ben bir Tarih öğretmeni olarak Çanakkale'nin kurtuluşu programlarını yaparken iki üç ay hazırlık yapan biriydim. Buna rağmen bana bu yaftanın yapıştırılması ve en yakınımdaki insanların da bana cephe alması, beni gerçekten çok rencide etti. Bundan dolayı Türkiye'de yaşamak istemediğimi çocuklarıma söyledim."
Biri İnönü Üniversitesi'nde Kamu Yönetimi, biri de Gazi Üniversitesi'nde Bilgisayar Mühendisliği eğitimi gören iki çocuğunun, kendisini kırmayarak okullarını bırakıp kendileriyle Türkiye'yi terk ettiğini söyleyen Karakoyun sözlerini şöyle sürdürüyor: "Çünkü bu süreci biz birlikte atlattık. Onlar da eğitim hayatlarını geride bırakarak benimle geldiler. Zaten büyük çocuğum liseyi bitirdikten sonra, sağ olsun inşaatlarda çalışarak bize baktı, dördüncü girişinde üniversiteyi kazandı. Ben üniversite kazanmasını yeşil pasaport alabilsin diye de istiyordum. Çünkü o ülkede çocuklarımın başına her türlü kötülüğü getirebilirlerdi."
Türkiye'deki kurulu düzenini bırakıp beş çocuğu ve eşiyle, bütün yakınlarından habersiz önce Almanya'ya, sonra da 25 yaşa kadar çocukların babalarının oturum hakkından yararlanabileceği Hollanda'ya giden Karakoyun "Zaten çocuklarım olmadan hareket edemiyorum, hastaneye gidemiyorum, hiçbir şey yapamıyorum. Ama en önemlisi Türkiye'de hasret kaldığımız özgürlüğü burada yaşamak için hep beraber geldik" diye konuşuyor.
© The Independentturkish