Başkan Joe Biden geçtiğimiz ocak ayında göreve başladığından beri, Ortadoğu neredeyse her hafta Washington'un dikkatini çekiyor.
En sıcak konular arasında İran'ın nükleer anlaşmaya dönme konusundaki tutumu ve petrol tankerlerine karşı gerçekleştirdiği saldırılar yer alıyor.
Elbette bunlar, koronavirüs salgını bölgesel ekonomileri mahvetmeye ve kırılgan devletleri istikrarsızlaştırmaya devam ederken oluyor.
Ayrıca bölgede el-Kaide ve IŞİD de hala aktif. Biden yönetimi birkaç geniş çaplı hedefle yönetime geldi.
Bölgedeki ABD askeri kuvvetlerinin sayısını azaltma, bölgesel sorunları çözmek için diplomasiye ve Avrupa ile iş birliğine daha fazla güvenme, bölgesel ortaklarla ilişkileri revize etme sözü verdi.
Ancak bölgenin zorlukları uzun süredir devam ediyor ve düzenli olarak Washington'un dış politika gündemine giriyor.
Ama bunları bırakıp temel düğüm noktasına geçelim;
İran nükleer müzakereleri durmuş gibi görünüyor. Bu nasıl oldu?
İlk olarak İran, yaptırımlardan ekonomisini korumak için Batı'dan koparabildiği her tavizi kopardığına kanaat getirmeden nükleer anlaşmaya geri dönmeyecek.
Ayrıca, nükleer anlaşmanın kendi içinde ABD'nin yaptırımları yeniden uygulama gücüne ölümcül şekilde zarar verdiğinden emin olmaya çalışacak.
Biden yönetimi, daha önce kabul edilmiş anlaşmaya olduğu gibi dönme sözü vermiş, selefinin azami baskı politikasına son vermiş ve rejimi değiştirmeyi reddetmişti.
Daha geniş çapta, bölgedeki ABD askeri varlığını azaltma ve İran ile bölgesel katılımı destekleme niyetini de açıklamıştı.
Bazıları Biden yönetiminin, Washington'un iyi niyetinin bir işareti olarak Çin'in İran petrolü satın almasına göz yummuş olabileceğini düşünüyor.
İran'ı rasyonel liderler yönetseydi, tüm bunlar anlaşmaya erken dönüşü sağlamalıydı. Ancak İran'ın liderleri nadiren rasyonel olarak görülüyor.
İran, anlaşmaya hızlı bir şekilde geri dönmeyi seçebilirdi ama bunun yerine, tüm 5+1 üyelerinin makul olmayan talepler olarak kabul ettiği şeyler için şartları zorladı.
Dolayısıyla bugün gelinen noktada, İran'ın kısa vadede anlaşmaya dönmesi için şartlar elverişli olmayacak.
Birincisi, Tahran, Biden yönetiminin başlangıçtaki yaklaşımının sunduğu tüm avantajları, kendisi hiçbir taviz sunmaksızın elde etti.
İran liderlerinin anlaşmaya geri dönmek istemeyebileceklerini de unutmamalıyız. Tahran'ın 2015 nükleer anlaşmasındaki birincil hedefi, 'sivil' nükleer programı üzerindeki kısıtlamalara karşılık ekonomisinin en zayıf sektörlerine karşı yaptırımlardan korunmaktı.
Ancak nükleer yaptırımların sona ermesinin, ülke içinde huzursuzluk yaratan ekonomik sorunlarını çözmediğini, keza yaptırımların geri dönmesinin de rejimi tehdit etmediğini tespit etti.
Yaptırımlar, İran'ın bölgedeki vekillerini destekleme kabiliyetini hakikaten sınırladı, ancak bu bile rejim tarafından kabul edilebilir bir bedel.
Gelgelelim ekonomi halen zor durumda, ancak rejimin bekasını tehdit edecek kadar kötü değil.
Ayrıca, İran'ın tarihsel olarak birleşik bir uluslararası tehditle karşı karşıya kaldığında tavizler verdiğini de unutmamalıyız.
Ancak nükleer anlaşma hakkındaki görüşler ne olursa olsun, haddi zatında varlığı İran'a karşı birleşik uluslararası pozisyonu böldü ve bu bölünmenin sürmesi her zaman İran liderlerinin çok önemli bir hedefi oldu.
Anlaşmayı desteklemek, ABD'yi Avrupa, Rusya ve Çin'e yaklaştırabilir, ancak Washington'un bölgesel ortaklarını, meşru güvenlik çıkarlarını göz ardı ettiğine inandırır.
Bilhassa İran'ın nükleer olmayan davranışlarını yumuşatacağına inanmak için iyi bir neden olmadığından.
Nükleer müzakerelere muhalefet İsrail ve İran'ın komşularından destek alabilir, ancak aynı zamanda Avrupa, Rusya ve Çin ile sürtüşmeyi gerektiriyor.
Bu ülkeler genel olarak İran'a karşı ekonomik olmayan baskıyı reddediyor ve İran'ın bölgesel maceraları ve müdahaleleri hakkında nispeten az şey söylüyor.
Bu nedenle, Tahran'ın müzakerelerden çekilmeyeceğine, ancak önümüzdeki haftaları meydan okumak hatta geri çekilmeye istekli olduğunu ifade etmek için kullanacağına inanılıyor.
Umman Denizi'ndeki İran saldırıları nedeniyle büyüyen kriz, müzakereleri geciktirebilir.
Ancak İran için müzakereler konusu olumlu, çünkü müzakereler, yaptırımları önemli ölçüde hafifletmenin yanı sıra, orta ölçekli bir ülke olan İran'ın rutin olarak dünya güçlerinin dikkatini çekmesine ve bu aktörlerin birbirine karşı oynamasına olanak tanıyor.
Bu bağlantı aynı zamanda yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi hükümetinin fiili olarak tanınmasını sağlıyor ki bu onun kanlı geçmişi göz önüne alındığında hiç de küçümsenecek bir kazanım değil.
Müzakereler, Reisi hükümetinin üst düzey Avrupalı mevkidaşlarıyla birlikte, İran'ın nükleer olmayan birçok suçuna yönelik yeni yaptırımların, nükleer anlaşmaya geri dönmesini engelleyeceği noktasını zorlamalarına olanak tanıyor.
Son olarak, müzakereler Reisi hükümetine muhaliflerini rahatsız edebilecek, yerel destekçilerini tatmin edecek bir meydan okuma söylemi için bir platform sağlayacak.
O halde İran'ı anlaşmaya dönmeye zorlayacak koşullar neler?
Burada, yeni rejimin meydan okuma söyleminden kaçındığında İran'ın geri dönüşünü sağlayacak iki yol düşünebilir.
Birincisi, Tahran'ın anlaşmayı ve bölgesel önlemleri reddetmesinin uluslararası toplumu kendisine yönelik ekonomik baskıyı yenilemek ve toplu olarak desteklemek için birleştirdiğine inanması gerekecek.
İkincisi, İran'ın ekonomisi veya siyasi dinamikleri, Tahran liderlerinin İslam Cumhuriyeti'nin çöküşüne yol açabileceğini düşündükleri bir gerilemeden musdaripse, ikisinden birinin görünüşü kurtaracak tavizler vermesi gerekecek.
İran'daki mevcut huzursuzluk hakkında çok şey söyleniyor! Ancak devam eden huzursuzluk, rejim için kısa vadeli bir tehdit olduğuna dair hiçbir belirti göstermiyor.
Kalabalıkların büyüklüğü yönetilebilir görünüyor ve rejime karşı şiddet şimdiye kadar minimum düzeyde. Güvenlik güçleri nispeten iyi örgütlenmiş ve göstericilere sempati duymuyor ve onlarla dayanışma içerisine girmiyor.
Protestoların temel zayıflığı, muhalefetin uluslararası grupların yönlendirme, liderlik ve desteğinden yoksun olması.
Aynı zamanda Dini Lidere meydan okuyabilecek herhangi bir dış veya iç güç merkezi de yok.
Ancak mevcut kargaşanın Tahran'ı endişelendiren yönleri de yok değil. Petrol işçileri iş bırakma eylemi başlattı ve gelen haberlere göre büyük şehirlerde de destekleyici grevler patlak verdi.
Ancak İran'daki koşulların iyileşmesi pek olası değil. Koronavirüs salgını korkuya neden olmaya devam ederken, iklim değişikliği su ve elektrik yetersizliğini daha da acı hale getiriyor.
Bu nedenlerle huzursuzluk devam edecek ve daha da kötüleşmesi muhtemel.
Hal böyleyken, cumhurbaşkanının görevdeki ilk 100 gününde dahili, bölgesel ve uluslararası meselelerde neler yapmasını bekliyoruz?
Yurt içinde, birçok kişinin yeni nesil liderlere geçiş dönemi olacağına inandığı bir dönemde, İran'ın devrimci ruhunu nasıl koruyacağını göstermeye dönük adımlar atacak.
Bunun, başlangıç olarak bakan seçimlerinde somutlaştığını göreceğiz. Bu seçimler, Devrim Muhafızları geçmişine sahip olanlar başta olmak üzere bürokrasiye ideolojisi sağlam personel sağlamaya yönelik daha geniş kampanyanın bir parçası olacak.
Ne var ki Reisi, protestoculara sempati duymayacak. Ruhani yönetimi figürlerini hedef alan bir yolsuzlukla mücadele kampanyası başlatması da ihtimal dışı değil.
Rejimin internet üzerindeki artan kontrolünü desteklemesi de muhtemel. Bu tür bir kontrol çağrısında bulunan bir yasa tasarısı şu anda parlamentonun gündeminde.
Dış politikaya gelince, çok fazla değişiklik beklenmiyor. Reisi, bölgesel müdahalelere verdiği destekten kaçamak bir şekilde bahsedecek, ancak Batı'ya karşı küstah, ABD ve Körfez devletlerine düşman tutumu koruyacak.
Vekilleri destekleme, nükleer müzakerelerle ilgili şüpheli ama reddetmeyen pozisyonu sürdürecek.
Tahran, İran toplumunu veya Batı ile ilişkilerini değiştirecek yeni bir anlaşmaya izin vermeyeceği konusunda net olacak.
Bu noktada şunlar sorgulanabilir; deniz ticaretine yönelik devam eden saldırılar, Suudi Arabistan'a yönelik saldırılara verilen vekalet destek, Yemen, Lübnan ve Suriye'deki faaliyetler gibi bölgesel faaliyetlerinden İran'ı caydırmak için etkili bir ABD stratejisi ne olabilir? ABD'nin askeri müdahalede bulunacağı bir senaryo hayal etmek mümkün mü?
ABD stratejisinin uluslararası ortaklarını içermesi gerektiğini söyleyenler var.
Buna ilaveten, sorunun birden fazla ülkeyi ve vatandaşlarını tehdit eden İran eylemlerinden ziyade, ABD-İran çatışması gibi görünmesini sağlayan her şeyden de kaçınmalı.
Afganistan'ın etkisi herkesin üzerinde görülmeye başlandı. İran, 20 yıl boyunca ABD varlığının sağladığı güvenlik istikrarından yararlandı, ancak şimdi sınırında Taliban var.
İran güvenlik güçlerinin, her biri üzerinde bir miktar etki sahibi olmak için Taliban, Afgan hükümetleri ve savaş ağalarıyla eşit düzeyde ilişki kurması muhtemel.
Yine çıkarlarını korumak için Suriye'deki Afgan vekillerinin bir kısmını Afganistan'ın batısına kaydırması da olası.
Ancak Washington ve Batı'yı endişelendiren hususlardan biri İran'daki el-Kaide hücresinin kaderi.
Tahran, yıllarca hiçbir uluslararası bedel ödemeden el-Kaide'nin kendi topraklarında kalmasını sağladı.
Bu varlık, eski güç merkezini yeniden inşa etmek için Afganistan'a dönmeyi seçebilir.
Terörle mücadelede dökülen onca kan ve harcanan paradan sonra bu gerçekleşirse, o zaman uluslararası toplum, İran'ı sorumlu tutacaktır.
Taliban terörizminin İran'ın içine kadar ulaşması da ihtimal dışı değil.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish