Aslında olaylar buraya kadar geldiğine göre, aydınlanması çok basittir. İstenirse çok rahat bir şekilde aydınlatılır. Korkulan bir şey vardır ki o da, sanki herkesin bildiği; ama kaçınılan şeyler vardır. Duymak istenilmeyen isimler olabilir… Önemli olan azmettiren kimdir? Niçin?.. İşte o 'niçin' soruları insanları ürkütüyor aslında…
Bu sözler, bundan 25 yıl önce faili meçhul bir şekilde öldürülen Kıbrıslı Türk gazeteci Kutlu Adalı'nın yeğeni karikatür sanatçısı Utku Karsu'ya ait.
Kutlu Adalı, 6 Temmuz 1996 gecesi evinin önünde uğradığı silahlı saldırıyla katledildi. Cinayetin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, suikastla ilgili etkili bir araştırma yapılmadı.
Aradan geçen uzun yıllar sonrasında Kutlu Adalı cinayeti, organize suç örgütü liderliğinden aranan Sedat Peker ve kardeşi Atilla Peker'in ifadeleriyle yeniden gündeme taşındı.
Sedat Peker, 23 Mayıs 2021'de YouTube'da yayımladığı bir videosunda katledilen gazeteciler Kutlu Adalı ve Uğur Mumcu ile Kürt iş insanları cinayetleriyle ilgili iddialarda bulundu. Peker, cinayetlerle ilgili eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve eski MİT'çi Korkut Eken'i işaret ettiği videosunda kardeşi Atilla Peker'in de sürece dahil olduğunu belirtti.
Savcılığa suç duyurusunda bulunan Atilla Peker ise, verdiği dilekçede Kutlu Adalı cinayetine dair bildiklerini anlattı. Gelişmeler üzerine Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 1 Haziran 2021'de, Atilla Peker'in ifadeleriyle ilgili soruşturma başlattı.
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adli makamlarıyla ilgili yazışmalar da yapıldı. O yazışmaların detaylarında Kuzey Kıbrıs'tan Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili dosyaya dair tüm evrakların onaylı örneği istendi. Dosyanın faili meçhul olup olmadığı, failinin belirlendiyse yargılama yapılıp yapılmadığı gibi cinayete dair tüm dosya talep edildi.
Kuzey Kıbrıs'ta ayrıca, ortaya atılan yeni iddiaların araştırılması amacıyla Meclis Araştırma Komitesi kurulması kararlaştırıldı. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Polis Genel Müdürü'ne soruşturma başlatılması için talimat verdiğini açıkladı.
KKTC Polis Genel Müdürlüğü de 5 Temmuz 2021 (dün) yaptığı açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti makamlarından, bilgi talebinde bulunduğunu duyurdu.
Peker'in iddialarıyla başlayan süreçte Türkiye ve KKTC'de yeni iddia ve itiraflar da ortaya atıldı. Tüm bu gelişmeler cinayetin aydınlatılma talebini canlandırdı.
Adalı'nın katledişinin 25. yıl dönümünde bugün KKTC'de bir dizi anma etkinlikleri düzenlendi. "Bu Memleket Bizim Platformu"nun düzenlediği etkinliklerde, Adalı cinayetinin Türkiye ve KKTC makamlarının işbirliğiyle aydınlatılması istemi yeniden seslendirildi.
Kutlu Adalı ailesi ise suskunluğunu koruyor. 25 yıl boyunca cinayetin aydınlatılması için mücadele veren Adalı ailesine, Lefkoşa'da röportaj talebiyle ulaştık. Aile, basına konuşmama kararı aldığını belirtti.
Kutlu Adalı neden öldürüldü?
Kutlu Adalı'nın yeğeni Utku Karsu, Kuzey Kıbrıs'taki Demokrasi Şehitlerini Yaşatma Derneği Başkanı ve Adalı'nın yakın çalışma arkadaşı Burhan Eraslan, Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olan eski KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Kanal Sim Genel Yayın Yönetmeni Sami Özuslu, Independent Türkçe'ye Kutlu Adalı cinayetini anlattı.
Adalı cinayetine dair ilk akla gelen "Kutlu Adalı neden öldürüldü?" sorusunun cevabı olarak ortaya atılan birkaç iddia var. Bunların başında ise, o dönem Adalı'nın Yenidüzen gazetesindeki köşesine taşıdığı "Barnabas baskını" olarak bilinen olay geliyor.
"Dayımın ölümü Barnabas olayı ile alakalı değildi; Barnabas'ı kamuflaj olarak kullandılar"
Kutlu Adalı'nın yeğeni Utku Karsu, cinayetin yaşandığı dönem olan 1996 yılında Adalı ile bir kitap çalışması dolayısıyla sık sık görüşüyordu. Bu durum, Adalı ile Karsu'nun arasındaki dayı-yeğen ilişkisini sanatçı dayanışmasına taşımıştı.
Dönemin yakın şahitlerinden olan Utku Karsu, Adalı suikastının St. Barnabas olayı ile alakalı olmadığını düşünüyor. Adalı'nın Barnabas olayından önce de birçok kez ölüm tehdidi aldığını ifade eden Karsu, "Benim görüşüme göre Barnabas olayını sadece kamuflaj olarak kullandılar" diyor ve ekliyor:
Yani dayım St. Barnabas olayını, o dönem cereyan eden olayları gazetedeki köşesinde yazdığında, bir gün yazacak, iki gün yazacak… Hadi 6 ay yazsın. 6 ay sonra zaten her şey kendiliğinden bitecek bir olaydı. Ancak olayın arkasında daha farklı şeyler vardı; gün yüzüne çıkmayan şeyler vardı aslında ki dayımın ortadan kalkması gerekirdi.
"Kutlu Adalı suikastının gerçekleşmesinin ana nedenlerinden biri St. Barnabas'tır"
Utku Karsu, cinayetin gerçekleşme nedenin "Barnabas baskını" olmadığını düşünse de aksini savunanlar da var. Bu isimlerden biri de Kuzey Kıbrıs'taki Demokrasi Şehitlerini Yaşatma Derneği Başkanı Burhan Eraslan.
Eraslan'a göre, Kutlu Adalı suikastının gerçekleşmesinin ana nedenlerinden biri St. Barnabas baskını.
Cinayetin yaşandığı dönem Kutlu Adalı'nın da yazılarıyla mensubu olduğu Yenidüzen gazetesinin genel yayın yönetmeni olan Eraslan, "Kutlu Adalı'nın bir tek yaptığı, araştırmacı bir gazeteci olarak orada ne olduğunu aydınlatmaya çalışmaktı. Ve işte bütün olan da bu noktada oldu" diyor.
Saint Barnabas Manastırı'nda ne oldu? Gazimağusa'da ikona müzesi olan 5. yüzyıldan kalma Saint Barnabas Manastırı'na 14 Mart 1996 günü bir baskın düzenlendi. "Maskeli ve silahlı kişiler, ikon müzesindeki üç nöbetçiyi saf dışı edip, bir odaya kilitledi. Trilyonlarca liralık ikonaların korunduğu tarihi müzeden bir şeyler çıkarılıp götürüldü. Müze dışında bulunan St. Barnabas'ın mezarı da kazıldı. 12 basamak aşağıya inildi."
|
"Birileri orada olanların aydınlatılmasını istemiyordu" diye vurgulayan Eraslan, o süreçte Kutlu Adalı'ya olduğu gibi, Adalı ailesine, yazarı olduğu Yenidüzen gazetesine ve gazetenin yönetim kadrosuna "sürekli bir biçimde taciz ve tehdit" gelmeye başladığını anlatıyor:
Bu, o yılın içerisinde 3-4 ay boyunca bu şekilde devam etti. Ama Kutlu Adalı yayın konusunda ısrarını sürdürdü.
Ve bu konunun aydınlanacağına herhalde inananlar ve bundan mutlu olmayacağını düşünenler, tehdit ve şantajlara başvurdular. Nitekim bu süreç Kutlu Adalı'nın bir suikastla öldürülmesine kadar vardı.
Baskına dair iddialar nelerdi? Baskının neden yapıldığına dair 1996 yılından bu yana farklı iddialar ortaya atıldı. Bunlardan bazıları; "St. Barnabas'ın mezarı kazılarak 'Barbanas İncili'nin kaçırılması"; |
Barnabas baskınıyla ilgili yapılan tüm bu iddiaların Kutlu Adalı cinayetiyle bağlantılarını kurabilmek için operasyonun aydınlatılması gerektiğini hatırlatan Eraslan, "Maalesef aydınlatılmasına fırsat verilmedi. Ve bu süreç içerisinde değerli dostumuz, çalışma arkadaşımız Kutlu Adalı da suikasta kurban gitmiş oldu" ifadelerini kullanıyor.
"Belki de sebep bambaşka bir yerdeydi…"
Independent Türkçe'ye açıklamalarda bulunan bir diğer isim Kıbrıslı Türk gazeteci Sami Özuslu'ya göre, 'Kutlu Adalı'nın öldürülmesi sadece Barnabas olayından dolayıdır' diye nokta atışı yapacak bir veri yok.
Kutlu Adalı cinayetini yakından takip eden ve önemli bilgilere ulaşan Kanal SİM Genel Yayın Yönetmeni Özuslu, cinayetin birçok ihtimali olduğunu belirterek, şunları söylüyor:
Hiçbirimiz polis değiliz, hiçbirimiz güvenlikçi değiliz; ama bu olayların birbiriyle bağlantılı olma ihtimali çok yüksek olduğu gibi, milyonda bir de olsa çok bilmediğimiz, dikkatlerimizi St. Barnabas'taki sözde bir İncil'e veya oraya gömülmüş bir mücevherata çevirmişken ya da bir silahın peşinde koşarken belki de sebep bambaşka bir yerdeydi… Dolayısıyla her türlü konu aklımıza gelebilir.
"Dayımdan 'Gel, ben evdeyim' diyeceği bir telefon beklerken, vurulduğu haberi geldi"
Utku Karsu, suikast sonrasında yaşananların ilk şahitlerinden.
O günlerde dayısı Kutlu Adalı ile bir kitap üzerine çalıştıklarını söyleyen Karsu, suikastın gerçekleştiği akşam Adalı ile buluşmak için telefon beklerken öldürüldüğü haberini aldığını anlattı.
"Kötü bir geceydi bizim için. Hemen olay yerine gittik. Ben ilk gidenlerin arasında sayılırdım" diyen Karsu, cinayet mahalline vardıklarında henüz Kutlu Adalı'nın üstünün örtülmemiş olduğunu belirterek, "Tam o anda örttüler üstünü" diyor.
Kutlu Adalı'yı bir askeri aracın alıp götürdüğünü anlatan Karsu, "Orada beklenen bir ambulansın gelmesiydi… Askeri bir aracın alıp gitmesi garip geldi bana" şeklinde konuşuyor.
"Belli ki çocuklar ve yengemin evde olmadığı bir döneme rast getirdiler ki evi istedikleri gibi talan edebilsinler"
Olay gecesinde kendisine "garip" gelen birçok şey yaşandığını söyleyen Karsu, Adalı ailesinin o günlerde Kıbrıs'ta olmadığını; bu sebeple Kutlu Adalı'nın evinin açık olan kapılarını kapatmak istediğinde, sivil polis olduğunu tahmin ettiği yetkililer tarafından engellendiğini söylüyor:
O gece eve giremedik, ertesi gün girebildik. Bütün evi araştırmışlar; evraklar vs. en ince noktasına kadar talan ettiler. Kutlu Adalı'nın kütüphanesi baya bir karıştırılmıştı. Bunu, belli ki çocukların ve yengemin evde olmadığı bir döneme rast getirdiler ki evi istedikleri gibi karıştırsınlar…
"Genç, yeni bir elemana yaptırdılar bunu… Ve dayımı çiçek sular gibi taradı "
"Dayıma, UZİ marka kısacık bir silahla baya bir mermi boşalttılar. Biri omuzuna diğeri baş tarafına olmak üzere iki tanesi isabet etti. Diğer mermiler ise sağda solda serpiştirilmişti" diyen Karsu, "Zaten açıklama yaptı bu işi yapanlar; bir gence tutturdular o silahı… Yeni bir denemeydi belki de… Genç bir elemana yaptırdılar bu işi. Ve dayımı çiçek sular gibi taradı. Dayımı katlettiler" şeklinde konuşuyor.
"Sedat Peker ve kardeşi milliyetçi ruhuyla hemen devreye girdiler…"
Sedat Peker'in iddialarına değinen Karsu, "Kutlu Adalı'nın PKK'lılara yardım ettiği", "Rumlara Kıbrıs'ı satacağının" söylenmesi üzerine Sedat Peker ve kardeşinin "milliyetçi ruhuyla" harekete geçtiğini belirtiyor:
Halbuki baktılar 'adam kendi halinde bir gazeteci'. Hatta 'dürüst bir gazeteci' olduğunu itiraf ettiler, belli ki iyice bir baktılar, incelediler… O dönemde Kutlu Adalı'nın yaptığı tek bir şey vardı; St. Barnabas olaylarındaki o yapılan kazıya dair yazıyordu. Göreviydi zaten bu bir gazeteci olarak. Adamın tek yaptığı oydu. Yoksa kime neyi satacak?.. O bir yalandı. Öyle bir yalanla geldiler.
Kutlu Adalı'nın Barnabas olayından önce de birçok kez silahlı saldırıya uğradığını söyleyen Karsu, "Uyurken silahlı saldırıya uğramış bir yazardır dayım. Bunu bilmeyen yok zaten. Sanırım bildiği şeyler vardı. Eski dönemlerden kalma, bildiği, uygun bulmadığı, tasvip etmediği olayların içerisinde olduğu için, bildiklerini konuşmaması adına; gün ışığına çıkmaması adına öldürüldü… Başka bir şeyi yok. Herkesin bildiği şeyler bunlar" diyor.
"Tetiği çeken eller böyle dolduruşa getirilmişse, vay Türkiye'deki faili meçhullerin haline"
"Biliyoruz ki Kutlu Adalı bazen askeri komutanlar tarafından uyarılmış. Hatta eşinin de bu konuda söyledikleri, yazdıkları var. Cinayet nedeni onunla mı alakalıydı, bilmiyoruz" diyen Sami Özuslu ise, "burada dikkat çeken başka bir unsur" olduğunu belirtiyor.
Atilla Peker'in ifadelerinden sonra açıklamalarda bulunan eski MİT'çi Korkut Eken'in ve o dönemde KKTC'de Sivil Savunma Teşkilat Başkanı Galip Mendi'nin söylediklerine dikkat çeken Özuslu, şu ifadeleri kullanıyor:
'Bir PKK'lı gibi öldürüldüğünü' ifade etmeleri tabii ki kan dondurucu. Kutlu Adalı'nın PKK'lılıkla, terörle hiçbir alakası olmadı, olamaz da. Ve tabi burada acıtıcı olan, eğer tetiği çeken eller bu şekilde dolduruşa getirilmişse, 'Vay Türkiye'deki ve Kıbrıs'taki faili meçhullerin haline' demek gerekir. Gerçekten de insanları ne gibi asılsız bilgilerle doldurup, adeta bir canlı bomba haline getirmişler. Eğer öyleyse gerçekten; Kuzey Kıbrıs'ta bir yargılama süreci yaşanmadığından şu ana kadar tüm bunlar elbette spekülasyondan ibaret kaldı.
Etkili soruşturma yapıldı mı?
Cinayetin nedeniyle ilgili iddiaların "spekülasyondan öteye gitmediğini" belirten Özuslu, bunun suikastla ilgili Kuzey Kıbrıs'ta bir yargılama sürecinin yaşanmamış olmasından kaynaklandığını ifade ediyor.
O döneme dair yalnızca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) yazılanların bilindiğine dikkat çeken Özuslu, KKTC Meclisi'nde oluşturulmuş iki ayrı komisyonun yaptığı çalışmaların henüz kamuoyuna açıklanmadığını vurguluyor.
Özuslu, "Ama bir gazeteci olarak bu bilgilerin birçoğuna eriştiğimi söyleyebilirim. Bunu da Sedat Peker'in açıklamalarından sonra oluşan ambiyans içerisinde konu gündeme tekrar geldikten sonra başarabildik" şeklinde konuşuyor.
"Devletin yetkili makamlarının hangi noktada soruşturma yapacağına Sedat Peker işaret ediyor"
Sedat Peker'in ifadelerinin dava açısından önemli olduğunu söyleyen Burhan Eraslan da "Devletin yetkili makamlarının hangi noktada soruşturma yapacağına aslında Sedat Peker işaret ediyor" diyor ve ekliyor:
Sedat Peker diyor ki; 'Şu şekilde organizasyonlar vardır. Biz de bunların içerisindeydik. Bu cinayet için harekete geçtik, beceremedik, birileri yaptı.' Burada çok önemli bir gelişme, itiraf var; bu itiraf devlet içerisinde kümelenmiş bazı noktaları hedef gösteriyor.
"25 yıldır devlet, bu konuyu aydınlatamamakla sorumlu tutuluyor"
Eraslan, "96 yılında günlerce KKTC parlamentosunda tartışılmasına ve polisin o günlerde soruşturma yapar gibi görünmesine rağmen, bir süre sonra hem Meclis'te kurulmuş olan Kutlu Adalı Araştırma Komitesi, hem de başsavcılığın talimatıyla polisin başlattığı soruşturmalar ansızın bir biçimde rafa kaldırılmış oldu" diyor.
AİHM'de 2002'de yeniden gündeme gelene kadar, soruşturmanın tozlu raflarda kaldığını hatırlatan Eraslan, şunları söylüyor:
AİHM ise, 2002'de verdiği kararla bu konuda gerek KKTC'de gerekse Türkiye Cumhuriyeti'nde 'yeterli soruşturmanın yapılmadığı' kanaatine vararak, Türkiye'yi bu nedenle mahkum etmiş durumda. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti AİHM'e ceza da ödedi. Dolayısıyla, soruşturmanın yapılmadığı gerçek ve bu AİHM tarafından da teyit edildi.
"Aslında bu konunun aydınlatılması Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de yüzünü ak bir biçimde ortaya çıkaracaktır" diyen Eraslan, "Yani burada sorumluluk devlete ait ve maalesef 25 yıldır devlet, bu konuyu aydınlatamamakla sorumlu tutulmaya devam ediyor" şeklinde konuşuyor.
"Soruşturma Kıbrıs'tan başlamalıydı; bu isteksizliklerine anlam veremiyorum"
KKTC'nin ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Kutlu Adalı cinayetinin yaşandığı dönemde başbakan yardımcısı ve devlet bakanıydı.
Yaşanan itiraflar, ifadelerle cinayetin yeniden gündeme gelmesini "büyük bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini" ifade eden Talat, KKTC'de bu yönde bir adım atılmamış olmasına dikkat çekiyor:
Türkiye tarafında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı harekete geçti. Fakat bu hareket bana göre Kıbrıs'tan başlamalıydı. Tabii ki Türkiye işbirliği içinde, çünkü failler Türkiye'de. Failler Türkiye'de olduklarına göre adli yardımlaşma anlaşmamız gereği Türkiye'den yardım talep edilmeli ve inisiyatif buradan alınmalıydı. Bu yapılmadı, nedenlerini anlamakta zorlanıyorum…
Çünkü bugün görevde bulunan hükümet ve cumhurbaşkanının o dönem işlenen bir cinayetle o günün failleriyle bir ilişkileri zaten olamaz. Bu nedenle bu isteksizliklerine bir anlam veremiyorum.
"Gerçekten önemli bir fırsat elimize geçti, itiraflar var, işaret edilen kişiler var. Tanıklıklar birçok iddianın doğruluğunu ortaya koymuştur. O nedenle bütün bunları değerlendirerek bu fırsattan yararlanmamız gerekirdi diye düşünüyorum" diyen Talat, "Hala geç değil, bizim makamların da harekete geçmesi ve bu sorunun çözülmesinin sağlanması son derece yararlı olur" şeklinde konuşuyor.
"Soruşturma olup olmadığını dahi bilmiyoruz; kendi devlet yapımız adına utanç duyuyoruz"
"Kıbrıs'ta, 'şu anki Cumhurbaşkanı ve hükümet Kutlu Adalı cinayetinin aydınlatılmasını istiyor mu?' sorusunun yanıtına ben 'Evet' diyemiyorum. Böyle bir emare yok" diyen Sami Özuslu, bunu ise "utanılacak bir durum" olarak yorumluyor:
Burada öldürülmüş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yurttaşı, aydın bir insanın cinayetiyle ilgili Türkiye'de bile bir soruşturma başlatılmışken, burada henüz böyle bir soruşturma olup olmadığını dahi bilmiyoruz. Bu yüzden de bundan kendi devlet yapımız adına utanç duyuyoruz.
"Film Türkiye'den değil Kıbrıs'tan başladı… Kim Türkiye'den böyle bir talepte bulundu?"
"Benim hep söylediğim bir şey vardır; film Türkiye'de değil de Kıbrıs'ta başladı. Çünkü talep Kıbrıs'tan geldi" diyen Utku Karsu ise, "Sedat Peker'in kardeşi gelmiş ya da Türkiye'den başkaları gelmiş de dayımı vurdu... 'Kim vurdu?' Bu kısım aslında çok da beni ilgilendiren bölüm değildir. Esas bölüm, esas başlangıç, burada, Kıbrıs'tan kim ya da kimler, böyle bir yalan bir iftirayla neden Türkiye'den böyle bir talepte bulundular?" diyor ve ekliyor:
Kutlu Adalı'yı bir 'terörist', 'Rumcu', 'Kıbrıs'ı Rum'a satacak' diyerek galeyana getirdiler. Onlar da milliyetçi duygularla, böyle bir adamın yaşamaması gerektiğini düşünerek buraya gelip katlettiler.
Burada iki soru vardır: Bir, bunu kim istedi? Öyle biri olması lazım ki bakkal Ahmet Dayı isteyemez böyle bir şeyi… Ya da herhangi bir milletvekili Türkiye'ye 'Böyle bir adam vardır burada' dese, kaale almazlar. Öyle biri olması lazım ki saygın, sözü geçen, güvenilir biri olması lazım.
İkincisi, Kutlu Adalı'nın evde olduğunu bilen, ona güvenen birileri olması gerekir. O dayımı tanıyan, gelen şahıs kimdi?..
"Bu belki de topyekun Kıbrıslı Türklere verilmiş bir mesaj mıydı?.."
Kutlu Adalı cinayetinin 1990'lı yılların ortasındaki "fırtınalı siyasal ve mafyatik ilişkilerin" de yaşandığı, bir dönemde gerçekleştiğini vurgulayan Sami Özuslu, "Uluslararası anlamda hem Ege'de yaşanan Kardak krizi, oradaki S300 krizi, sınırda öldürülen Rumlar, Türkiye'nin ciddi bir süreçten geçiyor olması… Bunların tümü birer veri. Ama hiçbiri net bir şey söylemiyor" diyor ve ekliyor:
Zaten adı üstünde faili meçhul bırakılmış. Gerekli kanıtların toplanması için özen gösterilmemiş. Bazı tanıkların ifadeleri bile alınmamış. Orada olay yerinde görüldüğü net olan aracın rengiyle ilgili bile hala net bir şey söylenmemiş. Sanki üzeri örtülsün diye çaba gösterilmiş bir cinayet. Bu belki de topyekun topluma; Kıbrıslı Türklere verilmiş bir mesaj mıydı?.. Çünkü biliyorsunuz, kimilerine göre 'arkası gelecek' idi bu cinayetlerin… Sonra ne olduysa arkası kesildi.
"Ama biliyoruz Ömer Lütfi Topal cinayeti işlendi aynı yıl; Abdullah Çatlı bir arabanın içinde esrarengiz bir biçimde bulundu ve hayatını kaybetti. Orada kullanılan silah bağlantılı mıydı, değil miydi?.." diyen Özuslu, "Hiçbirimiz polis değiliz, hiçbirimiz güvenlikçi değiliz; ama bu olayların birbiriyle bağlantılı olma ihtimali çok yüksek olduğu gibi, milyonda bir de olabilir" ifadelerini kullanıyor.
"Bu küçücük Ada'da bu kadar net bir olayı aydınlatamıyorsa, bu, Türkiye'nin güvenlik zafiyetidir"
1983'te kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin anayasasında yer alan geçici 10'uncu maddeye göre Kıbrıs'ın kuzeyinde hem iç hem dış güvenliğinin Türk ordusuna bağlandığını hatırlatan Özuslu, "Bu küçücük Ada'da, bu küçücük toplumda bu kadar net bir olayı aydınlatamıyorsa bu Türkiye'nin güvenlik zafiyetidir. Türkiye'nin buradaki güvenliğinin ne kadar güvenilir olduğunu sorgulatan bir unsurdur" diyor.
Özuslu, "Bu yönüyle bakıldığında o günün askeri birimleri ve güvenlikle ilgili bütün komutan kademesi bu olayın oluşuyla değilse bile en azından sonuçlandırılmaması ile doğrudan sorumludurlar. Ve bundan kaçamazlar tarih önünde" şeklinde konuşuyor.
"Tuğla aranıyorsa o tuğla Kıbrıs'tadır… Türkiye derin devletinin Kıbrıs'ta çok kötü işler yaptığını biliyoruz"
"Yeni ortaya çıkan itiraflar, açıklamalar Adalı cinayetinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin içine sızmış, sinmiş ekipler tarafından işlendiğinin bir tablosunu bize sunuyor" diyen Özuslu, "Eğer tuğla aranıyorsa o tuğla Kıbrıs'tadır" sözlerine şöyle açıklık getiriyor:
Neden tuğla benzetmesini Kıbrıs'tan hareketle yaptım: Çünkü bundan önce de Türkiye derin devletinin Kıbrıs'ta çok kötü işler yaptığını biliyoruz. Özel Harp Dairesi'nin 1950'lerden beri Kıbrıs'ta olduğunu, burada örgütlendiğini tarih kitaplarından artık biliyoruz. Bununla ilgili yığınla da yayın yapıldı.
Ve biliyorsunuz 'Camiyi biz bombaladık' diyen General Yirmibeşoğlu'nun itirafları da bunlardan biriydi. Rahmetli Rauf Denktaş da bir devlet binasının provokasyon amaçlı, Rumlara karşı harekete geçirilme amaçlı kullanıldığını söylüyordu.
6-7 Eylül olayları da 'Atatürk'ün evi bombalandı' diye çıkarılan iddialar da zaten bunların hep aynı mantaliteden kaynaklandığını görüyoruz.
"Ergenekon'un, derin devletin merkezi Kıbrıs'tır. Arka bahçedir burası"
Özuslu "Kutlu Adalı cinayetinin de olduğu dönemlerde Ergenekon yapılanmasıyla birlikte ortaya çıkan bir sürü bilgi, belge, buradaki yaşanmışlıklarla teyit edilebilecek bir sürü olay yazıldı. Bunların ne kadarı kumpastı, ne kadarı değildi, ben bilemem. Ama burada bir sürü olay yaşandı" şeklinde konuşuyor.
"Bizde 'Ergenekon'un ya da derin devletin merkezi Kıbrıs'tır' diye bir deyiş vardır" ifadelerini kullanan Özuslu, sözlerini şöyle sürdürüyor:
Çünkü Kıbrıs, Türkiye toprakları, Misakı Milli sınırları dışında Türkiye'nin her türlü atını koşturabildiği yegane toprak parçası değil midir? Yani Suriye'de Türkiye kısmen vardır; ama orada Kıbrıs'taki gibi rahat değildir. Azerbaycan kardeş ülkedir, ama orada ayrı bir devlet var. Burada da ayrı bir devlet vardır ama Türkiye'nin hamisi olduğu bir devlet. Dolayısıyla arka bahçedir burası.
"Atilla Peker 'Bana iki tane tabanca verdiler, onunla girdim' diyor. Bu kadar rahat..."
"Bu, ciddi bir özgürlük, özerklik ve rahatlık getiriyor. Buraya isteyen, istediği zaman gelip gidebiliyor" diye konuşan Özuslu, "Düşünün ki Abdullah Çatlı'nın Kutlu Adalı cinayeti günü burada olup olmadığını biz bilmiyoruz. Çünkü Çatlı, üç-dört kimlikle Ada'ya giriş-çıkış yapmıştı ama 'beşinci kimlik kartı ya da pasaportu yoktu' diyebilir miyiz? Yok, çünkü kontrolsüz giriş-çıkış olduğunu görüyoruz. Atilla Peker 'Bana iki tane tabanca verdiler, onunla girdim' diyor. Bu kadar rahat. Yani nereden giriyorsun? Bir tek havalimanı var Kıbrıs'ta; Ercan Havaalanı. Bu kadar kontrolsüz, her türlü derin işin yapılabileceği bir durudan bahsediyoruz" ifadelerini kullanıyor.
"Bu cinayet aydınlanırsa, hem Kıbrıs'ın kuzeyi hem de Türkiye aydınlanır"
"Dolayısıyla Türkiye gerçekten bir aydınlanma süreci yaşamak istiyorsa, gerçekten Türkiye'de yaşanmış faili meçhullerin üstündeki perdenin kalkması isteniyorsa, Kutlu Adalı cinayetinde artık o kıvama gelindi" diyen Özuslu, sözlerini şöyle sürdürüyor:
Bir sürü ifade var, kamuoyuna yansımış açıklamalar var. Bunların bir kısmı itiraf niteliğindedir. Bu itirafların üzerine bile gitmek cinayetin faillerinin ortaya çıkabilmesi için, elle tutulur kanıtları verebilecek gibi gözüküyor.
Uğur Mumcu cinayetinde veya Türkiye'deki diğer faili meçhullerde böyle veriler maalesef yok şu anda. Ama ipin ucu bir kere tutulursa, arkası gelecekmiş gibi geliyor. O yüzden hem Türkiye için hem de Kuzey Kıbrıs için aydınlanmayı talep edenlerin birlikte çalışabilmesi gerekiyor.
Özuslu, "Bunlar aydınlanmalı. Bunlar aydınlanırsa hem Kıbrıs'ın kuzeyi hem de Türkiye aydınlanır. Gerçekten de tuğla buradadır. Buna inanıyorum. Ve umudumu sonuna kadar korumaya niyetliyim" diye ekliyor.
Dönemin polis müfettişi Tema Irkad ile Kanal SİM'de yaptğı bir röportajı anımsatan Özuslu, "Irkad, olay yerinde bulunan bir görgü tanığının ifadelerine dayanarak açıklamalarda bulundu. Olay gecesi Abdullah Çatlı'nın da orada olduğunu, tetiği de Çatlı'nın Türkiye'den getirdiği genç, ismi bilinmeyen bir erkek tarafından işlendiğini, orada birkaç kişinin daha olduğunu söylemişti" diyor.
Irkad'ın açıklamalarının kamuoyunda hiç yer almamış bilgiler olduğuna dikkat çeken Özuslu, "Bu bilgi Sedat Peker'in açıklamalarından sonra geldi. Dolayısıyla, eğer bir soruşturma başlatılırsa bazı insanlar vicdan muhasebesi yaparak gizli tanıklık veya açık/aleni tanıklık yapabilir. Bunlar ihtimal dahilinde" diye konuşuyor.
"En büyük umudum; demokratik kitle örgütlerinden ve konunun üzerine gitmeye kararlı medyadan"
Sami Özuslu, cinayetin aydınlatılmasına yönelik en büyük umudunun "Kuzey Kıbrıs'taki demokratik kitle örgütleri, siyasal partiler, konunun üzerine gitmeye kararlı medya ve Kıbrıs Türk halkının bunu talep ediyor oluşundan" kaynaklandığını belirtiyor.
Adalı'nın katledilişinin 25. yılında bugün, Kuzey Kıbrıs'ın genelinde gerçekleştirilen Kutlu Adalı anma etkinlikler dizisine işaret eden Özuslu, "Bunlar bir baskı unsurudur. Bunlar kamuoyunun kendi gücünü yönetim kadrosuna hissettirme çabası. En çok da bundan umutluyum" ifadeleriyle sözlerini tamamlıyor.
"Siyasal iktidarlar bundan kaçamayacak ve bu cinayet aydınlanacak"
Burhan Eraslan da son olarak, "Hem toplumsal muhalefet, hem de basın camiası kendine düşeni; baskı unsuru olma, kamuoyu baskı yaratma görevini yerine getirirse hem siyasiler hem de siyasal iktidarlar bundan kaçamayacak ve bu cinayet aydınlanacak diye inanıyorum. Samimiyim bu konuda" ifadelerini kullanıyor.
© The Independentturkish