Bir Batılı seyyahın gözünden Osmanlı İstanbul'u: Salgında günde altı yüz kişi ölmeden kıllarını kıpırdatmazlar

Tournefort bir bilim insanı olmasına rağmen dindar kişiliği sebebiyle topraklarımıza güçlü bir asabiyetle gelmiş; ama zamanla düşüncelerinde önemli değişimler meydana gelmiş olması açısından önem arz eden bir seyyahtır

Kolaj: Independent Türkçe

Ünlü Seyyahımız Evliya Çelebi'nin bizlere bilinen dünyanın sırlarını anlattığı 'Seyahatname' isimli eserinde zengin bir hayal dünyası ile karşılaşıyoruz.

Eseri ele aldığımızda açık beyin ameliyatları, damdan dama atlarken donan kediler ve hortlaklara varıncaya kadar türlü acayipliklerle dolu bir âlemin içine dalıveririz. 
 

ahmet hamdi tanpınar (2).jpg
Ahmet Hamdi Tanpınar


Ünlü edebiyatçımız Ahmet Hamdi Tanpınar, seyahatname türünün zirve eserlerinden birisi olarak kabul edebileceğimiz 'Beş Şehir' isimli kitabında Evliya Çelebi için şu ifadeleri kullanır;

Ben Evliya Çelebi'yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum ve bu yüzden de her zaman haklı çıkarım.


Zamanla uzak diyarları bilip öğrenmek; hayal dünyamızın ve merakımızın bir eğlencesi olmaktan çıkmış, bir zarurete dönüşmüştür.
 

evliya çelebi.jpg
Evliya Çelebi


Evliya Çelebi'den Yirmisekiz Mehmed Çelebi'ye uzanan süreçte birçok seyyahımız Frengistan olarak bilinen Avrupa'ya giderek Batılıları yakından incelemiştir. 

İlk ziyaretlerde Türk ziyaretçiler, küçük dağları yaratmış bir eda ile Batılılara olan öfke ve tiksintiyi metinlerine yansıtmıştı.

Zamanla bu tiksinç küffar diyarı seyyahlarımızın kalbine ateş düşüren birer Sadabad'a dönüşecekti.

Oysa bizim Batılılara olan merakımız Batılıların bize olan ilgisine nazaran geç başlamıştır.

Bizler Batıya çok nadir gitmiş ve çoğu devlet memuru olan seyyahlar göndermişken Batılılar; elçiler, arkeologlar, misyonerler, tüccarlar ve hatta bilim adamları sıfatıyla binlerce seyyah göndermiştir. 

Türk diyarını ziyaret eden bu seyyahlar; gündelik hayatımızdan devlet işleyişine kadar en ince ayrıntıları büyük bir merakla işleyerek yazmıştır.

Bunların bir kısmı abartı veya çarpıtmadır, bilhassa 'harem' konusunda Batılı Seyyahlar gerçeklerden ziyade hayal dünyalarından uydurdukları palavraları yazmıştır. 

Gündelik hayata dair birçok metinde de Türk düşmanlığı, gerçekliği gölgeleyen unsurların başında gelmektedir. 
 

İstanbul Matrakçı nasuh.jpg
İstanbul / Matrakçı Nasuh


Joseph Pitton de Tournefort'un Seyahatnamesi bu anlamda farklı bir noktadır. Tournefort, Türkleri ele alırken hem Türk düşmanlığını hem de hayranlığını aynı anda metinlerine yansıtmayı başarabilmiştir. 

Tournefort bir yanda Türklerden nefret etmektedir; ama bir yandan Türkleri tanıma arzusu ile bizleri yakın bir mercekle dikkatle inceler. 

Tournefort, Türkleri yakından tanıdıkça en büyük nefreti olan İslam dini ve Hazreti Muhammed'e hayranlığını satırlarında gizleyemeyecektir.
 

Joseph Pitton de Tournefort.jpg
Joseph Pitton de Tournefort


Tournefort'un 1700 yılında Doğu'ya doğru büyük yolculuğunun asıl amacı yeni bitki türleri keşfetmektir.

Yaklaşık 2 yıl süren seyahatinde özellikle Türk halkı ve Osmanlı coğrafyası asabiyet sahibi seyyahımızın ilgisini fazlasıyla çekecektir. 

Özellikle İstanbul'da bulunduğu günlerde Tournefort Osmanlı toplumunun inançları, rutinleri ve gündelik hayatı hakkında önemli notlar tutmuştur.

Öte yandan Tournefort'un metinleri itidalli değildir. O, evvela Türklere düşman ve Avrupa'da yeni yeni filizlenen sömürgeci aklın ilk nübüvvelerindendir. 

Bizlere yaklaşımı çoğu zaman tepeden ve nefretledir. Yine de Tournefort'un çoğunlukla mektup olarak hazırladığı notları son derece şaşırtıcıdır ve okuyana büyük keyif vermektedir.
 

Tournefortun seyahati.jpg
Tournefort'un seyahati

 

Tournefort'a göre salgın hastalık ve Türkler

Esasen bir şehir sizi kalbinize göre ağırlar. Eğer ki siz bir şehre önyargılar ve nefretle girerseniz karşılaşacağınız şeyler bunlardan farklı olmayacaktır.

Tournefort'un da Türklere dair önyargıları İstanbul'a dair ilk izlenimlerini belirler. 

İstanbul'un ciddi bir asayiş ve salgın hastalık sorunu olmakla beraber Tournefort'un İstanbul'a dair yazmaya değer bulduğu ilk şey de bunların olması önyargılarını düşündüğümüzde şaşırtıcı değildir;

Yangının dışında, İstanbul'un iki başka belalısı daha vardır: Veba ve leventler. Gerçekten de Türkler yaşamayı hak etmiyor: Hastalığı önlemek ya da hastalıkla mücadele etmek için hiçbir önlem almadan her gün bu acımasız hastalıktan beş ya da altı yüz kişinin ölmesine kılları kıpırdamadan seyirci kalırlar ve ancak günde yaklaşık bin iki yüz kişi ölmeye başlayınca harekete geçerler; vebalı hastaların eşyaları başka bir hastalıktan ya da aniden ölenlerinki kadar kolay satılır.

Biz bu konuda iyice uyarılmıştık: Marsilya'dan yola çıkarken dağlama taşları satın aldık ve bedenimizde en küçük bir lenf bezi şişliği belirdiğinde hemen bir neşterle dört bir yanını çiziyor, içini boşaltıyor ve zehrin en çok aktığı bölümünü hızla yok etmek amacıyla bu pütürlü taşla örtüyorduk.

Kaldı ki, zaten tiryak İngiliz damlalarını ve yanımızda getirdiğimiz kutular dolusu diğer kalp ilaçlarını ve ispirtolu ilaçları da kullanmaya başlıyorduk.

(Tournefort Seyahatnamesi)

 

Tournefort'a göre İstanbul ve yangınlar

Tournefort'un en çok dikkatini çeken unsurların başında İstanbul yangınları geliyordu. Tournefort ne yazık ki bu konuda haklıydı.

1700'lü yıllarda İstanbul neredeyse on senede bir yanıp kül oluyor, sonra da baştan inşa ediliyordu. 

Bunun iki nedeni bulunuyordu; ilki depremlerden bir hayli canı yanmış İstanbul ahalisi evlerini taştan yapmazdı, bunun yerine Karadeniz'den taşınan keresteler vasıtasıyla tahtadan kolay ve ucuza yapardı. 

Yangınların belki de en önemli diğer sebebi tulumbacılardı. Asli vazifeleri İstanbul'da yangınları söndürmek olan bu kişiler, özellikle yangın sırasında çapul denilen talanı yapmak adına çoğunlukla yangınları çıkaran kişiler olurdu. 
 


Tournefort, İstanbul'un kanayan yarası yangınları şu sözlerle anlatacaktı:

Karaya ayak bastığımız Galata'daki evler alçaktı, çoğu tahta ve kerpiçle yapılmıştı; böylece, yangın çıktığında, bir günde binlereesi yanıp kül oluyordu: Talan yapmak niyetinde olan askerler ya da yataklarında tütün içen Türkler burada bazen yangın çıkarıyorlardı; canlarını kurtarıp yalnızca evlerinden olanlar hemen teselli oluyorlardı; çünkü ev çok ucuza yapılabiliyordu.

Karadeniz kıyıları gerektiğinde her yıl bütün İstanbul'un yeniden inşa edilebilmesine olanak verecek kadar kereste sağlayabilecek yetenekteydi; ne var ki, ailelerin çoğu mallarını yitirdikleri için bütünüyle perişan olmuşlardı.

Eğer yanan iki ya da üç bin evden söz ediyorsak, bunun pek önemi yoktur: Yangın iki yüz adım kadar yaklaş tığında, hele de Türklerin karayel adını verdikleri kuzeydoğu rüzgârı kudurmuşçasına esiyorsa, kendi evinin yıkıldığını ve yağmalandığını görme acısı sık sık yaşanıyordu.

(Tournefort Seyahatnamesi)
 


Tournefort'a göre Türklerin mimari hassasiyeti

Tournefort'un gözlemleri her zaman olumsuz değildir. Türklerin ata mirası mimari yapılara karşı hassasiyetleri ve yapıları aslına uygun olarak korumaları seyyahımızı bir hayli etkiler. 

Ayrıca tarihi yapıların etrafına inşa edilen yeni binaların mevcut yapıların varlığını tehdit etmesine asla izin verilmemesi seyyahın dikkatinden kaçmaz. 

Batılıların tarihi yapılarına gereken alakayı göstermediğini savunan Tournefort, bu konuda Türklerin örnek alınması gerektiğini uzun uzun anlatır; 

Yabancılar İstanbul'da önce selatina camilerini gezerler: İstanbul'da yedi selatin camisi vardır. Türlerinin çok güzel örnekleri olan bu yapıların hiçbir eksiği yoktur ve çok iyi korunmuşlardır; oysa Fransa' da tamamlanmış hemen hemen tek bir kilise bile yoktur:

Eğer sahının büyüklüğü ve iç eğmecinin güzelliğiyle beğeni kazanıyorsa, koro yeri kusurludur; eğer bu iki yeri tamamlanmışsa cephesine başlanmamıştır bile; kiliselerimizin çoğu, özellikle de Paris'te, dindışı yapılarla tamamen çevrilidir; destek kemerlerinin arasında koskoca aileler barındırılır, dükkânlar açmak için en küçük sundurmalardan yararlanılır; bu kiliselerin çoğunlukla ne meydanı, ne de ağaçlıklı yolu vardır. İstanbul camileriyse, tersine, çevredeki yapılara yapışık değildir ve güzel ağaçları, süslü güzel çeşmeleri olan geniş avlular içinde yer alır.

Camilerin içinde asla köpeklerin saldırısına uğramazsınız, buralarda ne saygısızlık yapılır, ne de saygısızca bir davranışa çanak tutulur ve onlar kiliselerimizden çok daha fazla gelire sahiptir; mimarileri açısından kiliselerimizle karşılaştırılamasalar bile, büyüklükleri ve sağlamlıklarıyla dikkati çekerler.

(Tournefort Seyahatnamesi)

 

Tournefort'a göre Türklerin vicdan ve merhameti

Bir botanikçi olarak devlet vazifesiyle yolculuğa çıkan Tournefort'un eserindeki yoğun Türk düşmanlığı ve İslam karşıtlığı, kitabın ilk bölümlerini okuyucular için güçleştiren önyargılarla doludur.

İkinci kitapta özellikle İstanbul'a dair ilk mektuplarda bu önyargı doruk noktalarına ulaşır; ama seyyahımızın Türklerin içerisinde kaldığı zaman arttıkça düşüncelerinde de önemli değişiklikler gözlemlenir.

Türkleri 'son derece zalim' kimseler olarak tahayyül eden Tournefort, kendisinden beklenmeyecek incelikte şu ifadeleri sarf eder;

Müslümanların yardımseverliği hayvanları, bitkileri, ölüleri bile kapsar. Bunun Allah'a hoş geleceğine, çünkü aklını kullanmak isteyen insanın hiçbir şeyin yoksunluğunu çekmeyeceğine inanırlar; akılları olmayan hayvanlar ise içgüdüleriyle hareket ederek, çoğunlukla yaşamları pahasına yiyecek ararken tehlikelerle karşı karşıya kalırlar.

Kentlerde, sokakların başlarında köpeklere atmak için et satılır; Türkler yardımseverlik gereği olarak köpeklerin yaralarını, özellikle de ömürlerinin sonuna doğru çok bakımsız kalan bu hayvanların uyuzlarını tedavi ederler.

Bazı iyi yürekli sofu kişiler hayvanların rahat yatması ya da yeni doğum yapan köpeklerin rahat etmesi amacıyla saman getirirler; kimileri doğuran köpeğin yavrularıyla birlikte kapalı bir yerde yaşaması için küçük kulübeler yapar.

Haftanın bazı günlerinde köpek ve kedileri beslemek için, iyi hazırlanmış vasiyetnamelerle kurulmuş vakıfların bulunduğuna inanmakta güçlük çektik.

(Tournefort Seyahatnamesi)
 

Tournefort seyahati 2.jpg
Tournefort'un seyahati

 

Tournefort'a göre Türklerin aile ve ahlak yapısı

Tournefort'un İstanbul'a gelirken zihnindeki önyargıların temelinde -'Harem' hikâyelerinin etkileriyle olsa gerek- Türklerin ahlaki durumu vardı. 

Türklerin güçlü bir aile kurumundan yoksun olduğunu düşünen Tournefort, karşılaştığı manzara karşısında şaşkınlığını gizleyemez.

Türklerin özellikle evlilik kurumunu korumaya yönelik aldığı tedbirleri uzun uzun anlatan seyyahımız Türklerin bu konudaki hassasiyetlerini şu sözlerle aktarır; 

Türklerde evlenme, tarafların bozabileceği bir sözleşmedir; bundan daha büyük kolaylık olamaz; bununla birlikte, kısa süre sonra evlilikten sıkılacaklar olabileceğinden ve sık sık yaşanan boşanmaların ailelere külfet getirmemesi için akılcı çareler bulunmuştur.

Bir kadın eğer kocası iktidarsızsa, doğaya ay kın zevklere kendini kaptırmışsa ya da perşembeyi cumaya bağlayan gece evlilik görevleri arasında sayılan gece görevini yerine getirmiyorsa, kocasından ayrılmak isteyebilir.

Eğer koca bunları eksiksiz yerine getiriyorsa ve ekmeğini, tereyağını, pirincini, yakacağını, kahvesini, kumaş dokuması için pamuğunu, ipeğini sağlıyorsa, kadın kocasından boşanamaz. Karısına haftada iki defa hamam parası vermeyi kabul etmeyen erkek ayrılma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Kadının kadı önünde terliğini ters çevirmesi kocanın yasak şeyler için onu zorladığını anlatan bir işarettir. Bunun üzerine kadı, kocayı arayıp buldurur, kendisini savunmak için iyi nedenler öne sürmemesi durumunda ona değnek cezası verir ve evliliği bozar.

(Tournefort Seyahatnamesi)

 

Seyahatnameler geçmiş yüzyılların en önemli tarihi belgeleridir; çünkü yalnızca devrin siyasi olaylarına ve bilinen figürlerine değil, dönemin halkının yaşam biçimine de ayna tutar.

Kunduracılardan tulumbacılara helvacılardan aktarlara kadar ortalama Osmanlı vatandaşının gündelik hayatına dair en zengin ayrıntıları bulabileceğimiz kaynaklardır.

Batılılar, Osmanlıları yakından tanıma arzusuyla sayısız seyyahı görevlendirmiş ve bir o kadarı da gönüllü olarak topraklarımıza gelerek bizleri gözlemlemişlerdir.

Bir kısmı ideolojik sapmalar ve önyargılardan kurtulamadan eserlerini yazmıştır. Önemli bir kısmı ise Türk misafirperverliği ve dostluğunu gözlemleyerek Türklerin lehinde eserler neşretmiştir.

Seyyahımız Tournefort da bir bilim insanı olmasına rağmen dindar kişiliği sebebiyle topraklarımıza güçlü bir asabiyetle gelmiş; ama zamanla düşüncelerinde önemli değişimler meydana gelmiş olması açısından önem arz eden bir seyyahtır.  

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için Tournefort Seyahatnamesi (Kitap Yayınevi)  incelenebilir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU