Yıllarca sustular, şimdi konuşuyorlar: Sosyal medya, cinsel istismar mağdurları için ses oluyor

Ana akım medyanın, televizyonların, hatta sokakların yerini alan sosyal medya; cinsel suçların ve cinsel şiddetin de ifşa edildiği en önemli mecra haline geldi

Fotoğraf: Twitter

Eskiden, çok eskiden, çocukken başımıza anlatamayacağınız şeyler geldiğinde saklardık. Yaşadığımızı, daha doğrusu bize yaşatılanları kendi ayıbımız sanırdık.

Öyle ya 'biz kuyruk sallamasak…' ne annemize anlatabilirdik, ne ablamıza, ne de en yakın arkadaşımıza.

Bizi kucağına oturtan bakkal amca, oramıza buramıza çimdik atan büyük dayı, gözlerini vücudumuzun belli yerlerine diken mahalledeki abi en büyük sırlarımızdı.

Büyüdükçe unutmayı dilediğimiz, ama kocaman yaşlarımızda birden bire aklımıza düşüveren ve hala korkudan ürpermemizi sağlayan sırlar. O sırların küçük bedenlerimize karşı işlenen büyük suçlar olduğunu ise çok sonra öğrendik.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Fakat teknolojinin gelişmesiyle, artık 'suç'lara, 'sır' demiyor insanlar, en çok kadınlar. Ana akım medyanın, televizyonların, hatta sokakların yerini alan sosyal medya; cinsel suçların ve cinsel şiddetin de ifşa edildiği en önemli mecra haline geldi.

Toplumsal baskı sebebiyle, isimlerini açık açık yazamasalar da pek çok cinsel şiddet mağduru yaşadıklarını bazen kendini rahatlatmak için, bazen adalet talebini duyurmak için yüksek sesle yazıyor.

F.K, bu ifşayı yapanlardan. Beşinci sınıfa geçerken bilgisayar hocasının tacizine uğramış. Şimdi üniversite mezunu bir genç kadın. Şöyle anlatıyor:

Yaşım küçüktü veya aptaldım, nasıl anlarsanız. İlk başlarda bunun taciz olduğunu anlayamamıştım. Beni sınıf başkanı yapmıştı ve her ders sınıf başkanıyım diye beni masasının yanına çağırır ve kendisi de ayağa kalkıp arkama geçerdi. Anlamama rağmen bundan bile rahatsız olmuştum. Sonra bir gün yine beni masasına çağırıp arkama geçtiğinde pantolonunun fermuarının açık olduğunu gördüm. O an anlamıştım ama çok utanmıştım.

"Bir süre sonra en yakın birkaç arkadaşına bu gözlemini anlatmış ama arkadaşlarının kendisiyle alay etmesi sonucu, ömür boyu susmuş. Ta ki geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada içini dökene kadar: "O gün bugündür bir daha asla o konuyu kimseye açmadım. Hep korktum çekindim ya herkes bana gülerse diye düşündüm hep. Bazen kendime zarar vermeyi bile düşündüğüm oldu. Ama yapmadım, yapamadım."


"Her şey dört dörtlük ilerlerken ben bu hatıraları hafızamdan silemiyorum"

Yaşadığı cinsel şiddeti ifşa edenlerden biri de, N.H. Cinsel tacize maruz kaldığında 10 yaşındaymış, şimdi 18'inde. Ve tacizi uygulayan kişi de karşı komşusu. Şöyle anlatıyor:

"Ailelerimiz çok içli dışlı olduğu için gözleri kapalı emanet ederlerdi beni. Bir gün bize geldiklerinde hadi gel boyunu ölçelim deyip yatağıma yattı, üstüne yatmamı söyledi. Bir başka gün aşağıda oyun oynuyorum, gel öpeyim de gideyim diyerek dudağımdan öptü. Beni sevdiği için yaptığını düşünüyorum çünkü 10 yaşımdayım. Çocuğum ben, masumum. Daha bunun gibi kısa kısa kesitler hatırlıyorum ona dair ve şu an kendisi deniz astsubayı mükemmel bir hayatı var. Her şey dört dörtlük ilerlerken ben bu hatıraları hafızamdan silemiyorum ölene kadar benim utancım olarak kalacak."

N.H'nin yaşadığı taciz süreci, karşı komşusuyla da sınırlı değil. Onu istismar edenlerden biri de kuzeni:

Gerçekten güzel bir çocuktum güzel bir ailem vardı ve seviliyordum. 13-14 yaşlarımdayken kuzenim tarafından da tacize uğradım. Uyurken gelip dokunurdu bana, uyandığımda da bir şey olmamış gibi giderdi. O pis elleriyle, bana dokunduğu elleriyle yemek yerdi. Ben nefretimi o zaman kusamadım kimseye de anlatamadım. Çünkü ne olursa olsun erkek yapardı, kızlar hor görülür ve ayıplanırdı. Nasıl anlatacaksın, kime anlatacaksın, hayatına nasıl devam edeceksin?

N.H, şimdi bir kadın, çocuk ve hayvan hakları savunucusu. Bunun nedenini de "Kendi sesimi duyuramadığım için bir kadının bir çocuğun sesini duyurmak benim için bir sorumluluk. Bize susmak, hazmetmek öğretiliyor ama çocukların ve kadınların sesi olmak zorundayız " diye anlatıyor.


"İnsanlar kabaca üç tip kişiliğe sahip; A, B ve C kümeleri"

Psikiyatrist Zeynep Pınar, 34 yıllık hekim. Yıllardır cinsel şiddet ve ensest mağdurlarıyla görüşüyor. Cinsel taciz ve tecavüz mağdurlarının, sosyal medyayı aktif olarak kullanarak, mağduriyet hikâyelerini anlatmalarını çok önemli bulduğunu söyleyerek başlıyor sözlerine. "Yıllardır hep sustular, çok fazla sustular" diyen Pınar şöyle devam ediyor:

Ben konuşmalarını çok önemsiyorum. Yıllardır susmalarının nedeni saldırganların güçlülüğünden ve mağdurların utanmasındandı. O suskunluk bundan besleniyordu. İnsanlar kabaca üç tip kişilik özelliğine sahiptir: A, B ve C kümeleri. A kümesi garip ve eksantrik tiplerdir. B'ler avcı ve kötü, C'ler ise her zaman av ve kurban rolündedir. İyi avcılar; çocuk ya da kadın ayırt etmeksizin her zaman C tipi kurbanlar ararlar, yani uslu, sakin, içe dönük kişileri.
 

zeynep pinar.jpg
Psikiyatrist Zeynep Pınar / Fotoğraf: Independent Türkçe 


Zeynep Pınar yakından gözlemlediği vaka örneklerini de bizimle paylaşıyor:

Mesela bir vakada kırtasiyeci çocuğa göz dikmiş. Ama çocuk özgüvenli, anne de baskıcı değil. Çocuk çığlık atarak kurtuluyor adamın elinden. Uluslararası bir şirket geçenlerde bir mağdur yönlendirdi bana, tabiri caizse eğitimsiz-ezilmiş bir kadın bekliyordum. Bir de ne göreyim gelen kadın yüksek mühendis, evli, çocuklu. Genel Müdür Yardımcısı'nın tacizine maruz kalıyor. Kadın tam C tipi kişilik özelliğine sahip: Hayatı boyunca ailesiyle yaşamış, evlenmiş eşinin çatısının altına girmiş, hemen işe girmiş orası da ona bir çatı olmuş. İçe dönük, utangaç bir kadın. Tepedekiler ise çoğu zaman berbat B tipi insanlar olurlar. Önce adamın kendisine değmelerini-dokunmalarını tesadüf sanmış, utanmış, ama artık o kadar bunalmış ki, bir an suratına baktığında adamın gözündeki şehveti görmüş ve emin olmuş. Ondan sonra şikâyet etmiş. Zaten saldırganlar da bu utangaçlıktan güç alıyor.

Psikiyatrist Zeynep Pınar, av olan C tipi kişiliklerin doğuştan genetik olarak kendilerini kolaylıkla suçlayan insanlar olduğunu, hele baskı ortamında büyümüşler ve suçlanmışlarsa bu kişilik özelliklerinin daha belirgin hale geldiğini söyleyerek devam ediyor:

Zaten genel kültürümüz da kadını peşinen şeytan ve günahkâr olarak kabul ediyor.


Amcasının tacizine uğrayan bir başka çocuğun hikâyesini anlatan Dr. Pınar, avcı kişilikli saldırganların avlarını avlarken bunun zeminini de yarattığına dikkat çekiyor:

"9 yaşında bir çocuk, çok uslu, çok çalışkan, çok akıllı. Anne ve baba müthiş güveniyor. Bakın amca çocuğu nasıl kafese alıyor? Önce ailedeki prestijini düşürüyor, çocuğu sözleriyle bunaltıyor, sonra küfretmesini öğretiyor. Çocuğun annesi sert ya, küfürle çocuğu annenin gözünden düşürüyor. 'Yenge bu ne kadar edepsiz oldu' diyor ve anneyle birlikte çocuğun ağzına acı biber sürüyorlar. Şimdi bu çocuk kimden yardım isteyecek? Yani çocuğu çaresiz ve kendisine mecbur bırakıyor."

Psikiyatrist Zeynep Pınar bir başka danışanının 3-5 yaşlarında yaşadığı cinsel saldırın acısını hala yaşadığını da şu sözlerle anlatıyor:

"Pikniğe gitmişler. Ne ara o adam tarafından piknik alanının dışına götürüldüğünü hatırlamıyor. Çok canı yanıp bağırınca, adam oradan bir çalıyı alıp eline saplıyor ve çocuğu kucağına alıp 'ah canım' diye ailesinin yanına götürüyor. Sonra annesi çamaşırında kanı görünce bir tane de o vuruyor, bacağına. Yine nerelerde yaramazlık yaptın, bacakların kan içinde diyor. Hâlbuki kan bacağından değil makatından geliyor. Bu kadın bana 38 yaşında yani 30 küsur sene sonra geldi. O yaşta uğradığı tacizden iç organları bitişik ve asla çocuğu olmayacak."


"Anneler bile, babanın tacizci olduğu durumlarda çocuğu suçlayabiliyor"

Dr. Pınar tacizcilerin çok profesyonel bir planla kurbanlarına yaklaştığının altını çizerek, "Anneler bile, babanın tacizci olduğu durumlarda çocuğu suçlayabiliyor" diyor. Bu yüzden insanların konuşmasının önemli olduğunu belirten Pınar; "Çünkü insanlar kendilerini suçluyorlar, hatta benim soyağacım çöp, biz hepimiz çöpüz diye düşünüyorlar. Bunu başkalarının da yaşadığını bilmesi, onun acısını da hafifletiyor. Aksi durum, benlik değerine zarar veriyor. Çünkü düşünün anneniz, babanız, dayınız, amcanız sapık, o zaman ben de sapığım diye düşünürsünüz."

Adalet duygusunun da önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Pınar; "Bu acı ömür boyu yüreklerinde kalıyor. Bu insanlar 'ailenin namusu, köyün namusu, şehrin namusu, ülkenin namusu' diye susuyorlar. Bir namustur gidiyor ve ne yazık ki insanlık, ensesti yokmuş gibi kabul ediyor" diye konuşuyor. Çocuğu korumak için kadın doğumcular, bevliyeciler, çocuk doktorları, öğretmenler, psikiyatristlerin içinde olduğu bir sistemin kurulması gerektiğini söyleyen Dr. Pınar "Bir insanın ruhu ve bedeni bir aileye, bir anne babaya teslim edilmeyecek kadar kıymetlidir. Cinsel olarak istismar edilen çocuğu susturan anneyse o da suçlu. O yüzden bu çocuklar sadece yazmasınlar, çıkıp bağırsınlar. Emekli olduğumda çıkıp Taksim Meydanı'nda onlar adına bağırmak istiyorum" diyor.

Çocukken yaşanan cinsel şiddetin, sonraki hayata etkileri ise oldukça çarpıcı. Mesela, elbise giyememek. E.A, en son çocukken elbise giydiğini söylüyor. 19 yaşında ve kendini bildiğinden beri elbise giymemiş, bunun nedeni ise çocukken iki erkeğin kendisine uyguladığı cinsel şiddet. "Hatta" diyor E.A, "İki yıl öncesine kadar çantayla popomu gizliyordum. Yenilerde elbise giyme korkumu yenmeye çalışıyorum, bakalım ne kadar zamanda başaracağım? Ama biliyorum ki, bu travmayı tek başıma atlatamam çünkü travmanın oluşmasına sebep olan ben değilim."

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, Türkiye'de kadına ve çocuğu yönelik cinsel şiddeti en sıkı takip eden isimlerden biri, özellikle enseste ilişkin araştırmaları çok dikkat çekici. Canan Güllü, sosyal medyaya yansıyan cinsel şiddet anlatımlarını "Kadın hareketinin çalışmasına ve farkındalığın artmasına" bağlıyor. Teknolojik gelişmenin de bu farkındalığın artmasına katkı sağladığını söyleyen Güllü, eskiden iğneyle kuyu kazar gibi çalışırken, "Şimdi sadece mahallelerde çalışmıyoruz, twitterda, instagramda, facebookta da çalışıyoruz. Üstelik toplum da değişti. Eskiden tecavüze uğrayan kadınlara sen kuyruk salladın denirdi ve ikinci mağduriyeti yaşatılırdı. Şimdi toplum da buna karşı çıkıyor " diyor.

canangullu.jpg
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü / Fotoğraf: Independent Türkçe


"Sosyal medya, cinsel şiddetin kavranmasını sağladı"

Sosyal medyada cinsel suçların ifşasında medyanın görevini yapmamasının da payı olduğunu dile getiren Güllü, "Onlarca kez arıyorlar gazeteleri, televizyonları. Sivil toplum örgütlerine gidiyorlar. Son çare olarak kendileri yazıp paylaşıyorlar" tespitini yapıyor. Ancak Güllü, bu sosyal medya paylaşımlarının hem kurumsal bir süreç işlemediği için mağdura yapılan ayni ya da nakdi yardımlarla geçici çözümlerle karşı karşıya kaldığına dikkat çekerek, "Ancak sorun böyle çözülmez, kurumsal iletişim kurulmalı, acil yardım hatları aranmalı ve kanunun imkanlarından faydalanılmalı" diyor.

Artık insanların cinsel şiddetin ne olduğunu öğrendiğini söyleyen Güllü "Yıllardır kadınlar erkeklerin tecavüzüne uğrardı, ama sonrasında medyanın ve teknolojinin yaygınlaşmasıyla bunun bir şiddet olduğunu kavradı. Fakat bizim yasalarımızda cinsel şiddetle ilgili bir tanımlama yok, bizde 'kasten yaralama' suçu olarak görülüyor. O da evliyseniz erkek ceza alıyor, birlikte yaşıyorsanız veya boşanmışsanız bu şiddet cezasız kalıyor" diyor.

15 yıldır ensest çalışmaları yaptığını hatırlatan Güllü, ancak ensestin iki yıldır konuşulduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bakkal amcaların kucak oturmasından geçmemiş kadın yoktur Türkiye'de. Bunların her biri tecavüzdür.  O yüzden bunların konuşulması çok önemli. Siz gazeteci olarak bunu yazmasanız, biz bu alanlarda çalışmasak bu insanlar konuşmaz ve devlet harekete geçmez."

Yakın zamanda bu konuyla ilgili Adalet Bakanı'yla görüştüğünü söyleyen Güllü, devletin de artık kadın cinayetleri ve kadın-çocukların uğradığı cinsel şiddet konusunda aksiyon geliştirdiğini, bunun çok olumlu bir aşama olduğunu anlatarak, şöyle konuşuyor:

Kadınlar ölmesin ve tecavüze uğramasın diye bir Adalet Bakanı çıktı karşımıza. Bu çok önemli.

Adalet Bakanlığı'nın geçen hafta bir genelge yayınladığını ve sosyal inceleme raporu istediklerini, kolluğa ve yargıya birkaç kez şiddet şikâyetiyle gelen kadınlar için acil eylem yapılmasının kararlaştırıldığını söyleyen Güllü; "Biz sosyal inceleme raporuna itiraz ettik. Rapor gelene kadar geçen sürede bir sıkıntı yaşanabileceğini belirttik. Bakan da bu konuyu kaile aldı ve yeni bir genelge yayınlanacak. Bu genelgede kadın şiddet şikâyetiyle ilk geldiğinde acil tedbirler alınmalı, ikinci kez geldiğinde ise inceleme raporu hazır olsun ki, önlemenin hangi konuda yapılacağı net olsun diye kararlaştırıldı." Devletin, Eskişehir'de 23 kez şikâyetçi olduğu halde kadın cinayetine kurban giden Ayşe Tuba Arslan vakasında ilk kez kendisini sorguladığını söyleyen Güllü; genelgelerin kadınlar için önemli bir kazanım olduğunun da altını çiziyor.

Z. B. Ç; çocukken yaşadığı cinsel taciz sonrası dokuz yıldır terapi görüyor. Hala atlatabilmiş değil. Ve en çok da mağdurların suçlanmasına öfke duyuyor:

Felç geçirdiğimi sandım, neden buradayım, neden bunu yaşıyorum diye şimşek hızıyla düşünceler geçti aklımdan. Neden bu duruma düştüm? Sonra sanki aklım kapandı, hiçbir şey düşünemedim, kocaman bir boşluk hissi. O olaydan sonra bu boşluk hissi, bazen günlerce devam etti. Neden mi bağıramadım, işte bundan.


Travma ve cinsel şiddet konusunda uzman bir isim olan Prof. Dr. Şahika Yüksel ise, cinsel saldırı mağdurlarının ifşa süreçlerinin önemine dikkat çekerek, bunun adalet duygusuyla yan yana sürmesi gerektiğini kaydediyor. Cinsel şiddetin yaşanmasının, sürmesinin ve cezasız kalmasının en önemli sebebinin erkeğe imtiyaz tanıyan ideoloji olduğunu vurgulayan Prof. Yüksel; bu suçların çoğu kez gizli kaldığını da hatırlatıyor:

Cinsel saldırıların bir bölümünü kimse duymaz, bilmez; bir kısmını ise sadece mağdurun bir iki yakını bilir. Yasal süreç başlatanların sadece küçük bir kısmı, bu süreci sonuna kadar götürür ve çok az bir oranda saldırgan kişi yasal yaptırım ile cezalandırılır.
 

sahikayuksel.jpg
Prof. Dr. Şahika Yüksel


Yüksel; "Cinsel saldırı yaşayan kadınlar, erkekler ve hatta yaşlı bireyler-ki onların mağduriyetleri görmezden geliniyor, ifşayı bazen yıllar sonra yapabiliyor ve biz de terapi süreçlerinde öncelikle onların psikolojik olarak güçlenmesini, bu güçlenmenin ardından ifşanın gelmesini önemsiyoruz" diyor. Mağdurların takma isimlerle yaptıkları paylaşımlarda güvenliklerinin de önemli olduğunu kaydeden Yüksel; "Biz herhangi bir sosyal medya paylaşımı olarak görebiliriz oralarda yazılanları ama paylaşımlardaki detaylar bu insanları yakınları, onları tanıyanlar açısından alenileştirebilir. Bu yüzden ideal olan bir uzmandan yardım alarak ya da hiç değilse bir yakınlarının desteğiyle bu ifşayı yapmaktır. Ve en başta da dediğim gibi, bunun saldırganın yargılanmasıyla sonuçlanması gerekir. Cinsel istismarı bilmek ve açıklamak önemli ve zorunlu ilk adım olmakla birlikte, engelleme ve koruma mekanizması da mutlaka olmalı" diye konuşuyor.

Yüksel; sosyal medyanın bir paylaşım mecrası olarak görülmesini de hem medyanın geldiği yer açısından bir alternatif alana dönüşmesiyle ilgili olduğunu hem de sosyal medyada ısrarla takip edilen vakaların bazı durumlarda cezasızlığa engel olmasıyla ilgisi olduğuna da dikkat çekiyor.

Avukat Selin Nakıpoğlu ise, kadınların yaşadıkları cinsel şiddeti sosyal medyadan ifşa etmek zorunda kalmalarını, 'fecaat bir durum' olarak niteliyor.

"Demek ki ülkedeki adalet kavramına, adaletin tecelli edeceğine inançları yok, insanlar son çare olarak bunu yapıyorlar" yorumunu yapan Nakıpoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor:

Kadınların böyle davranmasının sebepleri var. En önemli sebep, yargı kararlarının son derece cinsiyetçi ve kadın düşmanı olması. Mesela çok yanlış olarak bilinen bir durum var. 'Kadın beyanı esastır' cümlesi, kadın ne derse yargı onu yaparmış gibi yorumlanıyor. Bu sadece o kavramın içini boşaltmak için yapılan bir algı yorumu. Böyle bir algı yaratıyorlar.


Feminist kadınlar olarak bu kavramın önemini yıllardır anlattıklarını, bu cümlenin kadın beyanının ciddiye alınması anlamına geldiğini ifade eden Nakıpoğlu; "Mesela Şule Çet dosyasında iyi bir soruşturma aşaması yapılsaydı, onun arkadaşları neden bu olayı Twitter'a taşımak zorunda kalsınlardı?" diye yaşanmış örnekleri de hatırlatıyor.
 

selin nakipoglu.jpg
Selin Nakıpoğlu / Fotoğraf: Independent Türkçe


Kadınların sosyal medyada ya da günlük hayatta yaşadıkları cinsel şiddeti ifşa ettikten sonra da şiddete ve tehditlere maruz kaldığını belirten Nakıpoğlu, "Bu süreç kadınlara bumerang gibi dönüyor" diye konuşarak şöyle devam ediyor:

"Örneğin, 'Merhaba Ben Öykü' adlı sosyal medya hesabı bir erkek avukatın cinsel şiddetini anlatıyordu. Oradan genç kadın öyle bir destek gördü ki, aynı adam tarafından cinsel şiddete maruz kalan başka kadınlar da konuştular. Fakat o kadınla; şikâyette bulunduklarında ciddiye alınacaklarını, ikinci bir travmaya maruz kalmayacaklarını, şikâyetçi olunca pişman olmayacaklarını bilseler; bu yönteme başvurmazlardı. Çünkü bu da başlı başına yorucu bir yöntem kadınlar için. Adalet araçlarında sıkıntı var ve bu yüzden kamuoyu vicdanına sığınıyorlar. Bu ülkede günde 5-6 kadın erkek şiddetine maruz kalıyorsa, bu toplumda infial uyandırmıyorsa, sıradanlaştıysa adalete nasıl güveneceğiz ki? Bunlar olurken Adalet Bakanlığı 2019 Aralık ayında bir genelge yayınladı ve soruşturmanın gizliliği kararı gereği, bunlarla ilgili sosyal medyaya bilgi ve belge atmayacaksınız dedi."

Selin Nakıpoğlu, Canan Güllü'nün bahsettiği Adalet Bakanlığı genelgelerinin ise gereksiz olduğu iddiasında. Ona göre 6284 Sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi tam olarak uygulansa, kadınların hem şiddetten korunması hem de hem de şiddet öncesi ve sonrası mekanizmaların hayata geçirilmesi önünde bir engel kalmayacak:

Her olayda Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok, bu tedbirlerin tamamı 6284 sayılı yasada var. İstanbul Sözleşmesi 2014'ten beri hayalet sözleşme. O sözleşme uygulansaydı, Muğla'daki Pınar Gültekin yaşayacaktı. Artık vakit kaybetmemiz gerekiyor.

"Cinsel şiddetin son yıllarda hem arttığını hem de görünür olduğunu da vurgulayan Av. Nakıpoğlu, "Eskiden iletişim kanalları kısıtlıydı, şimdi insanlar bir enterla pek çok şeyi anlatabiliyor. Şiddetin her türü katmerlenerek artıyor bu topraklarda,  çünkü kadınla erkeğin eşit olmadığı mesajı o kadar uzun süredir veriliyor ki. Mesela pandemi döneminde boşanma ve şiddet vakalarının yüzde 50 arttığını ben bir hukukçu olarak biliyorum. İşin en kötü tarafı evlere kapandığımız o dönemde 30 Mart 2020 tarihli HSK kararıyla 6284 sayılı yasa fiilen askıya alındı. Yani şiddet uygulayan erkek evden uzaklaştırılmadı ve kadınlar o şiddetle yaşamaya mecbur edildi."

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim de, Nakıpoğlu ile aynı görüşte. Adalet eksikliği nedeniyle sosyal medyanın son çare olarak görüldüğünü belirten Ataselim, kadın mücadelesinin geldiği aşamanın da kadınları cesaretlendirdiği görüşünde. Şunları söylüyor:

Kadınlar yaşadıkları cinsel şiddeti ifade etmek için arayışına giriyorlar. Adalet inancı inancı çok yıprandığı için de kamuoyundan medet umuyorlar, kamuoyuna sığınıyorlar. Kadınların neden kendini sosyal medyada ifade etmek istediği sorgulanmalı. Ancak bu paylaşımlar ve ifade etme tarzları, tekil ve bireysel olarak kalırsa, sönümlenir ve sonuç alıcı olmaz. O yüzden bunların örgütlü bir tepkiye dönüşmesi gerekir. Aksi halde sosyal medyada bir tweet dizisi olarak kalır ve öyle de devam eder.

Platform olarak adaletin sosyal medyadaki atıldığı tweet kadar hayata geçmesinden rahatsız olduklarını belirten Ataselim; "Ancak biz de zorunlu olarak bu yöntemi kullanıyoruz" diyor. Ataselim'e göre de, Türkiye'de son yıllarda özellikle kadını hedef alan şiddet belirgin bir şekilde arttı ve görünür de oldu. Özellikle kadın cinayetlerinin biçim değiştirdiğini söyleyen Ataselim "Kadınlar artık işkence edilerek öldürülüyor. Ve failler öldürdükleri kadınların bedenlerini yok ediyor. Bu yüzden şüpheli kadın ölümleri artıyor. İntihar süsü veriyorlar, kaza süsü veriyorlar, kadınlar ölü bunuyor ama kimin yaptığı bilinmiyor" diye konuşuyor.

 

 

DAHA FAZLA HABER OKU