Şah İsmail'in Akkoyunlu Devleti'ni işgal etmesiyle Bitlisi, Akkoyunlu Devletinden ayrılarak önce Hicaz'a ardından İstanbul'a geldi.
İstanbul Sarayında İkinci Beyazid'in iltifatına nail olan Bitlisi, tüm vaktini Doğu'daki Safevî tehdidini İstanbul erkânına anlatmaya çalışarak geçiriyordu. Bitlisi bu konuda istediği neticeyi elde edemedi. Öte yandan Farsça yazdığı Osmanlı tarihi ‘Heşt Behişt' kitabı sebebiyle İstanbul ulemasıyla da arası açıldı.
İstanbul'da daha fazla durmanın bir anlamı kalmadığına karar veren Bitlisi Hacca gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldı.
Bitlisi'nin Osmanlı'dan tüm ümidini kestiği bir sırada İstanbul'da çok önemli bir olay meydana geldi. Trabzon Valisi olan Yavuz Sultan Selim'in babası Beyazid'e karşı kıyam ederek tahtı ele geçirdi. Yavuz, Trabzon Valiliği sırasında Safevîlerin tehdidini yakından müşahede etmiş ve Osmanlı Devleti'nin tüm dikkatini Doğu'ya çevirmişti.
Yavuz'un tahta geçer geçmez ilk icraatlarından birisi İdris-i Bitlisi'yi tekrar İstanbul'a çağırmak oldu. Şah İsmail, Doğuda büyük bir diktatörya kurmuş, özellikle Kürt aşiretlerine büyük zulümler yapmıştı. Mezhep olarak Sünni olan Kürtlerin desteğini yanına almayı planlayan Yavuz, bu görevi İdris-i Bitlisi'ye tevdi edecekti.
İkinci Beyazid'in yumuşak yönetiminden cesaret alan Şah İsmail, Sivas'a kadar sınırlarını genişletmiş, Diyarbakır ve Mardin gibi Sünni şehirlerde hâkimiyet sağlamıştı.
İdris-i Bitlisi, Yavuz'un emrini kusursuzca yerine getirmiş ve Kürt aşiretler Şah İsmail'e karşı bir sefer yapılması isteğiyle Sultanın huzuruna gelmişlerdi. Artık sefer için tüm şartlar hazırdı. Yavuz Sultan Selim, 1514 senesinde Çaldıran Ovası'nda Şah İsmail ile karşı karşıya gelir ve Safevîleri büyük bir hezimete uğratmıştır.
Artık sıra Kürt şehirlerinin Safevî hükümranlığından kurtarılarak özgürleştirilmesine gelmişti. Yavuz Sultan Selim bu görevi Bıyıklı Mehmed Paşa ile beraber İdris-i Bitlisi'ye verdi. Kürt aşiretlerle takviye edilen Osmanlı ordusunun ilk hedefi Amid (Diyarbakır) oldu. Yerel halkın da desteği ve direnişiyle Safevîler şehirden kısa sürede temizlendi.
Diyarbakır civarında kalan Kızılbaş Türkmenlerin bölgeden tamamen temizlenmesi için Osmanlı'nın mağrur Paşalarından Hüsrev Paşa görevlendirildi; ama Paşa'nın savaş esnasındaki stratejik hatası Yeniçeri birliklerinin yarılmasına ve Safevî ordusunun üstünlüğü ele geçirmesine neden oldu.
Çaldıran Savaşından beri Kürtleri disiplin altına alan İdris-i Bitlisi 40 bin kişilik ordusuyla Hüsrev Paşa'nın imdadına yetişerek başında Amid eski valilerinden Karahan'ın bulunduğu orduyu mağlup etmeyi başardı. Üstelik Karahan bu huruç sırasında öldürüldü, bu durum Safevî birliklerinin başsız kalmasına neden oldu.
İdris-i Bitlisi, Safevî karşısında elde edilen zafer sonrası Yavuz Sultan Selim'in davetiyle Mısır seferine de iştirak etmişti. İdris-i Bitlisi'nin bu gayretleri yalnız Osmanlı hudutlarından Safevî tehdidini ortadan kaldırmamış, tüm Kürtlerin Osmanlı Devletine biat ederek asırlarca sürecek bir ittifakın başlamasını sağlamıştı.
Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan Türk ve Kürt ittifakı sonraki Sultanlar döneminde de güçlenerek devam edecekti. Dördüncü Murat, bir fermanında bu ittifaktan şu övgü dolu sözlerle bahsedecekti;
"Allah Kürdistan'ı imparatorluğumu şeytani İran yecücünün fesatlarına karşı güçlü bir set ve demirden bir kale gibi korunması için yarattı'. Başka bir fermanda ise Kürtlerin Osmanlı Devleti için ne anlam ifade ettiğini şu ifadelerle açıklamıştır: 'Kürt k umandanlar Osmanlı devletinin sadık ve vefalı dostlarıdır ve büyük atalarımızın yüce zamanlarından bugüne kadar tahta övgüye değer çeşitli hizmetlerde bulunmuşlar, hesapsız çabalar göstermişlerdir; dolayısıyla imparatorluğu koruma çabası onlara saygıyla ve özenle davranılmasını gerektirir."
Bu ittifak Sultan İkinci Abdülhamid döneminde başka bir boyuta ulaşacak Kürtler Sultan için "Bave Kurdan" yani Kürtlerin babası diyecekti.
İdris-i Bitlisi tüm hizmetleri sona erdiğinde İstanbul'a dönmüş ve bugünkü Eyüp Sultan civarına yerleşerek kendini ibadete ve ilme vermişti.
Bitlisi'nin Eyüp civarında yaptırdığı çeşmeler ve hayırlar sebebiyle Pierre Lotti tepesi uzun süre ‘İdris Tepesi' olarak anıldı.
Tartışmaların odağındaki Pierre Lotti'nin Türk dostluğu
Sanatçı kimliğinin yanında Pierre Lotti'nin Türk diasporası adına yaptığı çalışmalar son derece önem taşıyordu.
1911 senesinde İtalyanlar Osmanlı'nın Afrika'daki son kara parçası Trablusgarp'a asker çıkardıklarında Batı medyasında bu işgale karşı derin bir sükût hali bulunuyordu. Oysa Fransa'da bir ses tüm Avrupa'yı harekete geçirmişti. Pierre Lotti, Trablugarp'taki İtalyan işgaline Avrupalıları insanlık namına yardıma çağırıyordu.
Lotti, Fransız halkını İtalyanların açtığı yaraları sarmak adına yardıma çağırıyor ve Türk halkına maddi destek göndermek için organizasyonlar tertipliyordu. Bir yandan da İtalyanlara karşı Avrupa'da kamuoyu oluşturmak için yazılar yazan Lotti, Türklerin ve Arapların direnişini destanlardakine benzer bir kahramanlık olarak anlatacaktı;
"İtalya'nın ‘şanlı' teşebbüsüne dair fikrimi soruyorsunuz. Fakat ben hak ve şanı öteki tarafta yani atalarından kalan toprakları şaşırtıcı bir şekilde savunan Türkler ve Araplarda görüyorum. Bunlar ansızın saldırıya uğradıkları ve silah bakımından İtalyanlara nispeten pek hafif kaldıkları halde, eski destanlarda görülen kahramanlar gibi kendilerini top güllelerine parçalatıyorlar; bile bile ölüme koşuyorlar. Gerçek şan ve şeref, zaten saldırganlar tarafında bulunmaz."(Le Figaro Gazetesi)
Pierre Lotti, Türkleri savunmasının Fransa'nın Cezayir ve Tunus işgalini gündeme getireceğini bilir; ama kendi ülkesinin menfaatlerine rağmen gerçekleri ve çok sevdiği Türkleri savunmak adına Avrupa'nın temel ahlaki değerlerini eleştirmekten geri durmayacaktı;
"Bu sözlerimi çürütmek için İtalyanların bizim önce Cezayir sonra da Tunus'taki fetihlerimizden söz açacaklarını bilirim. Evet! Heyhat! Başımızı öne eğmek zorundayız! Gerçi bu seferler hiçbir şekilde Trablusgarp olayı kadar kanlı olmamıştı. Fakat her şeye ve her duruma rağmen bu olaylarda da tarihimizi lekeleyecek bir cinayetin izi kalmıştır.
Bu üzüntüm ve itirazım yalnız İtalyanlara karşı değildir. Sözüm hepimizi, bütün Avrupa'yı ve Hıristiyanları içine almaktadır. Yeryüzünde en fazla insan öldüren biziz!
…
Kendine Hıristiyan diyen Avrupalıların gözünde bütün dünya Müslümanları Avlanması zorunlu birer av olarak görülüyor. Ve bu avcılıkta Avrupa birdenbire kızıl ölüm meydanları adam öldürücü silahlarıyla başarıya ulaşıyor.
…
Geriye sadece Türkler kalmıştır. Fakat bu millet kendini öyle kolayca çiğnetmiyor. Çocuklarını kemirmekten geri kalmayan ‘yenileşme' hastalığına rağmen hala o korkulu savaşçı niteliğini koruyor. Türkiye kahraman ve övülmeye değer ordusuyla kendini kanının son damlasına kadar koruyacaktır."
Pierre Lotti'nin Trablusgarp Savaşı sırasında oluşturduğu kamuoyu özellikle Fransız halkının körü körüne İtalya'yı desteklemeyi bir nebze engellemişti; fakat Trablusgarp hattı henüz kapanmışken Osmanlı Devleti Balkanlar'da büyük bir felaket ile karşı karşıya kaldı.
Balkan Savaşı sırasında da Osmanlı'nın Avrupa'daki en güçlü kalemi Pierre Lotti'den başkası değildi. Lotti bu desteğini 1912'de şöyle kaleme alacaktı;
"Şüphesiz kudretlerine sahip olmadığım Avrupa Dış İşler Bakanları gibi davranamıyorum. Uzun müddet Türklerin dostu olduğumdan can çekiştiği şu sıralarda da dostları olarak kalmaya devam edeceğim."
Pierre Lotti, en ümitsiz zamanda da Türklerin dostu olarak kalmaya devam edeceğini bu sözlerle açıkça ortaya koyuyordu.
Pierre Lotti kendisini "Benim üç çeyreğim Müslümandır." Olarak tanıtsa da kendisine yöneltilen eleştirilerin temelinde özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa'nın tarafında yer almasıydı. Lotti bir Fransız'dı ve ülkesinin menfaatlerini savunacak kadar vatanperverdi. Buna rağmen Birinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Fransızların Anadolu işgaline en yüksek perdeden ses çıkartan kişi Pierre Lotti'ydi.
Klikya işgaline karşı Fransız kamuoyunu Türkler lehine değiştiren Pierre Lotti, şunları söyleyecekti;
"Klikya Türk vatanının en verilmeyecek parçası, hatta vatanın kalbidir ve insan Avrupalı diplomatların orayı denetim altına alması gibi haksız bir projeyi nasıl tasarlayabildiklerini merak ediyor?"
Savaş sonrasında Osmanlı toprakları bir bir işgal edilirken işgale karşı en amansız savaşı veren kişilerin başında Pierre Lotti geliyordu. Onun bu mücadelesi Darülfünun tarafından fahri bir diplomayla taçlandırılacaktı. Pierre Lotti, Darülfünunda mücadelesini sürdüreceğini şu sözlerle beyan edecekti;
"Ben sizin vatanınız için kendi vatanımmış gibi mücadele ediyorum. Fakat düşmanlarımız ordular teşkil ediyor ve maatteessüf vicdana getirilemeyecek taraftarlıklarla çarpışıyorum."
Süleyman Nazif, Türk dostu Pierre Lotti'nin çok sevdiği Eyüp hakkında yazdıklarını ve duygularını şu sözlerle dile getirecekti;
"Bu semtin serairengiz şiiri,tabia-i meşhudeden Pierre Lotti'nin muhalled sayfalarına intikal ederken şairin nafiz nazarı, o taşların, o servilerin, çınarların, türbe ve çeşmelerin, o topraklarda medfun escadın ebedi melali üstünde geceleri rahmet neşidleri okuyan mehtabın hasılı gerek semavi gerek haki her manzaranın her şeyin fevkinde ve hepsinden cazip bir şeye saplandı. BU ŞEY TÜRK RUHUYDU…"
Hem İdris-i Bitlisi'yi hem de Pierre Lotti'yi sevebilir miyiz?
Kalbi büyük olan insanlar onun içerisinde birden fazla kişiye sevgi taşıyabilirler. İdris-i Bitlisi sevmek Pierre Lotti'yi sevmeye mani değildir.
Türk dostu bu iki büyük şahsiyete karşı bir tepenin ismi üzerinden tezviratta bulunmak cehalet değilse de büyük bir art niyet taşımaktadır.
İdris-i Bitlisi ve Pierre Lotti Türk tarihinde müstesna bir yere sahip iki büyük kişilik olarak ön plana çıkıyor, onları birleştiren nokta ise Eyüp Sultan'a duydukları büyük aşktan ileri geliyor.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Müfid Yüksel'in "İdris-i Bitlisi'nin Eyüp'teki Eserleri" çalışması ve Bahar Gidersoy'un "Pierre Lotti'nin Gözüyle Türkiye ve Batı Medeniyeti" isimli tezi incelenebilir.