Ev sinemasında bu hafta: Bir Mars misyonu; “Proxima”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Gerek toplum gerekse aile içinde, hatta istisnasız tüm sektörlerde yıllardır süregelen eşitsizlik ilkesiyle mücadele kapsamında, son yıllarda büyük adımlar atılmış olsa da hala en aydın görüşlü diyebileceğimiz kişilerin söylemlerinde bile cinsiyetçi, kapsayıcılık ve çeşitliliğe zarar verici söylemlere rastlamak mümkün.

Her ne kadar pozitif ayrımcılık bakımından altında bir iyi niyet olsa da birinden bahsederken nasıl “erkek yönetmen” demiyorsak aynı şekilde belirtili isim tamlaması gibi cinsiyetini vurgulayarak “kadın yönetmen” denmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum.

Genel toplum düzeninde bir kişiyi nasıl “bu heteroseksüel” diyerek parmakla gösterme ihtiyacı görmüyorsak, cinsel yönelimi kendi cinsine olan kişileri de yaftalamayı ve “bu homoseksüeller” diyerek parmakla gösterilmesini de bir o kadar anlamsız, hatta tehditkar ve korkutucu buluyorum.

Hatta bir kişiden bahsederken Türk, Kürt, Arap, Amerikalı, Fransız, İtalyan, İngiliz, Rus, Çinli ya da Afrikalı diyerek uyruğunu öne çıkarmaktan bile bilinçaltımıza yerleşmiş kodlar nedeniyle oluşmuş önyargıları harekete geçirdiği için bu tanımlamaları kullanmaktan imtina ediyorum.

Pozitif ayrımcılık denilen şey adı üstünde nihayetinde ayrıştırmaya sebep olan, birini överken diğerini döven bir yaklaşıma dönüşüyor.

Oysa artık yaşadığımız bu dünyada her geçen gün sınırların ortadan kalktığı bir dünyada hepimiz bu kodların çok ötesinde meziyetlere sahip çok özel varlıklarız; her şeyden öte hepimiz insanız…


Bir Mars misyonu; “Proxima”

Yönetmen: Alice Winocour / Oyuncular: Eva Green, Matt Dillon, Lars Eidinger, Sandra Hüller / Süre: 107 dakika
 


Türk muhafazakarlığı ve çocuk gelin kavramını ezber bozan bir anlatımla ele alan, fakat özellikle senaristlerin konuya fazlaca Fransız kaldığı gerekçeli değerlendirmeleriyle Türkiye’deki seyirci ve eleştirmenlerden geçer not alamayan Mustang filminin senaryo yazarlarından biri olarak tanıdığımız Fransız sinemacı Alice Winocour’un bu defa yönetmen koltuğuna kendisinin oturduğu üçüncü uzun metrajlı filmi Proxima, salgın nedeniyle sinemaların kapanması sonucu vizyon gösterimi iptal edilen filmlerden biri oldu.
 


Türkiye’de 1 Mayıs’ta vizyona girmesi beklenen, ancak salgın nedeniyle sinema salonları kapatılınca vizyon programı iptal edilen film için, çevrimiçi dijital platformlarla yapılan bir anlaşma sonunda 7 Mayıs’tan itibaren BluTV, beIN CONNECT ve Turkcell TV+’ın yayın kuşağına eklenen film böylelikle çok fazla bir gecikme olmadan yine de sinemaseverler ile buluşmuş olacak.


Bir astronotun hayatı

Bir uzay draması da diyebileceğim bir astronotun hayatını kadrajına alan filmi kısaca özetlemek gerekirse, Proxima; bir Mars görevi için bir araya getirilen, Rusya’dan, Amerika’dan, Almanya’dan deneyimli astronotların dahil olduğu bir ekibin hazırlık sürecine odaklanıyor.
 


Ana karakterimiz Sarah, bu ekibe Fransa’dan katılıyor ve ekibin tek kadın üyesi olarak dikkat çekiyor.

Bir anne-kız ilişkisini ve söz konusu annenin bir uzay programındayken ortaya çıkan sıkıntılarını anlatan film, uzay araştırmaları ile annelik arasında bir bağlantı kurulması yönünde kurgusal bir karakter çalışması ortaya koyuyor.
 


45. César Ödülleri’nde kendisine En İyi Kadın Oyuncu adaylığı kazandıran; emelleri ve tek çocuğu arasında bir seçim yapması gereken bir astronotla ilgili belki de kariyerinin en etkileyici performansıyla dikkat çeken Eva Green’in filmde hayat verdiği Sarah Loreau, Köln’de bulunan Almanya Havacılık ve Uzay Merkezi’nden çıkıp Avrupa Uzay Ajansı’nın zorlu astronot eğitiminde yer alan tek kadındır.
 


Uluslararası Uzay İstasyonu aracılığıyla Proxima adı verilen; bir yıl olarak planlanmış bir Mars misyonunda görev alacak ekibe son anda dahil olan Sarah, bu görev öncesinde, hazırlık kapsamında kendisinden fiziksel ve psikolojik olarak pek çok şeyin üstesinden gelmesi beklenen yoğunlaştırılmış bir eğitime tabi olacaktır.
 


Ama bu onun için sorun değil, çünkü Sarah, neredeyse tüm hayatı boyunca zaten hep benzer bir disiplinle çalışmaktadır.

Sekiz yaşından beri, bir astronot olmayı hayal eden Sarah son anda ona sunulan bu fırsat karşısında hem heyecanlı hem de endişelidir.
 


Heyecanlıdır çünkü, böylesi bir uzay yolcuğu onun için hep bir çocukluk hayaliyken şu an bunun gerçekleşmesi an meselesidir.

Endişelidir çünkü, eşinden boşanmış bekar bir anne olarak hayatına devam ettiği normal mesai günlerinde bile kızıyla yeterince vakit geçiremediğinden dolayı suçluluk duyan Sarah için bu yolculuk onun küçük kızı Stella’dan uzun bir süre uzak kalması ve hatta belki de sonsuza dek ondan ayrılması anlamına da gelmektedir.
 


Bu iki arada kalmışlık ilerleyen süreçte Sarah'ın duygusal olarak büyük bir kaosa sürüklenmesine neden olacaktır.

Çalışan kadınlar ve annelik

Ancak Sarah’nın bu arada kalmışlık hali onun programdan ayrılmaya karar verip vermeyeceği hakkında bir soru işareti oluşturmuyor; onun hedefine doğru ilerleyeceğinden hiç şüphe yok.

Çünkü Sarah gerçekten işine tapıyor.
 


Üstelik film, bir annenin çocuğunu terk etmek zorunda kaldığı duygularla ilgiliyse de iş aşkından ve sevdiği şeyi yapma isteğinden dolayı yapacağı tercihten dolayı asla onu yargılamıyor.

Aksine, tüm insani tarafları ve anaç duyarlılığıyla karşımıza harika bir çalışan anne portresi çıkarıyor.
 


İş dünyasında aktif olan pek çok kadın anneliği tatmak, yaşamak ve çocuk sahibi olmak isterken sanırım toplumsal kodlar ve sistem bunu istiyorlarsa bir seçim yapmaları gerektiği yönünde onların üzerinde bir baskı kuruyor.

Ve haliyle hangi kararı vermiş olurlarsa olsunlar bu durum onları bir suçluluk duygusu ile yaşamak zorunda bırakıyor.
 


Julianne Moore’un vakti zamanında söylediği gibi, belki de;

Bir çocuğa bakmak zor değil. Bir çocuğa bakarken başka bir şey yapmak zor.


Aslında film, kariyerleri ve çocukları arasında sıkışmış pek çok kadına her ikisini de yapabileceğini, seçim yapmak zorunda kalmaksızın içlerinden geldiği gibi yaşayarak dengeyi sağlayabilecek motivasyonu bulabileceklerine işaret ediyor.

Kendisinin de çocuklu bir anne olduğu ve benzer deneyimlere sahip olduğunu söyleyen Alice Winocour, muhtemelen bu filmin çalışan her anne için ilham vermesini istiyor gibi görünüyor.
 


Sonuçta bu bir annenin çocuğunu terk ediş hikayesi değil; tutkusu, zekası, iş ahlakı, görevindeki başarısıyla kızına ilham veren bir annenin hikayesi.

İş ve aşkın dışavurumu misali; her zaman yoğun bir konsantrasyon ve tam bir adanmışlık gerektiren işinde duyguları tarafından esir alınarak duygusal bir anne haline gelen bir robotun hikayesi gibi.
 


Proxima, çalışma hayatında kadının yeri ve gücü hakkında dikkat çekerek yönünü feminizme doğru kaydıran bir film olsa da yine de bir feminist manifestosu değil.

Ama olabilirdi de bunda yanlış bir şey yok.
 


Filmin kendisi sadece kadınlara yönelik bir film değil, anneliğin zorluğuna, bunu bir kariyerle dengelemenin zorluğuna ve erkeklerin egemen olduğu bir endüstride kadın olmanın ek zorluklarına odaklanan bir kadın liderliğindeki film.

Bir kadının özellikle astronot gibi yüceltilmiş bir işte üstünlüğünü izlemek inanılmaz derecede heyecan verici.
 


Aynı zamanda, bu çok sık karşılaşılan bir durum olmadığı için Rus eğitim üssündeki tüm kadınlar onu orada görmekten çok memnun ve mutlu.

Konumları ve işin yapısı itibariyle ellerinden çok bir şey gelmese bile bu memnuniyetleri bile bir kadın dayanışmasının göstergesi.

Sarah’nın işyerindeki çalışma sahneleri de zaten onun işinden ne kadar çok keyif aldığını ve orada olmaktan mutlu olduğunu gösteriyor.

Meydan okuma

Evliliklerini sonlandırmış olsalar da kızının yetenekli ve sevecen babasıyla birlikte mutlu olacağından emin olduktan sonra önüne çıkan bu fırsatı kabul etme konusunda hiçbir tereddüttü kalmayan Sarah hem fiziksel hem de zihinsel olarak kendisini ABD astronotu ve Rus kozmonotu ile birlikte bu yolculuğa çıkmaya hazır hissetmektedir.
 


Ancak erkek hegemonyasının hakim olduğu böylesi bir bilimsel alanda bir kadın astronot olarak Sarah’nın yeteneklerini göstermesi ve diğer ekip arkadaşlarıyla eşit olduğunu kanıtlaması gerektiğine iten durumlar kısa sürede ortaya çıkacaktır.
 


Görevi üstlenen üç astronot ilk gayri resmi toplantıları için bir araya geldiklerinde kadın düşmanlığını saklayamayan Amerikalı astronot Mike, Fransız kadınlarının harika aşçılar olduğunu duyduğunu, bu açıdan takıma iyi bir katkı sağlayacağı yönünde cinsiyetçi bir tavır ortaya koyup Sarah’ı uzay turisti muamelesiyle küçümsemeye çalıştığında Sarah bir an kendini savunmasız hisseder.

Ama yine de ekip arkadaşına olan kırgınlığını saklayarak bu yolda ilerlemeye kararlıdır.
 


Uzay programının astronotların vücutlarını uygun koşullara hazırlamak için sağladığı fiziksel ve zihinsel egzersizler arasında kalp atış hızını her durumda düşük tutmaya çalışarak yerçekimi ortamında her gün on beş kilometre koşma, yerçekimsiz bir ortamda koşum takımlarına bağlı bir şekilde dikey koşu bandında koşma, sualtında uzay giysisi içinde hareket etme kabiliyetini geliştirme, robotik kollarla tutma-bırakma alıştırmaları yapma ve tüm bunların yanı sıra halka ilişkiler çalışmaları için yapılan röportajlar ve çekimler için her daim bakımlı ve gülümseyen bir yüzle hazır olmaları ekibin günlük ritüellerindendir.
 


Böylesi bir programla kadın olmanın kolay olmadığını gösteren tüm bu eğitim koşulları ve ekip arkadaşlarının ona karşı tutumları Sarah’nın herkesten daha fazla efor sarf etmesi yönünde onu hırslandırmaktadır.
 


Üstelik içinde bu tutku olduğu sürece başka hiç kimsenin ne düşündüğünü umursamıyor olsa da Sarah’nın neden orada olduğunu her defasında yetenekleriyle herkese göstermesi gerektiği onun için yazılı olmayan kurallardandır.
 


Fakat tüm bunlardan daha da önemlisi onun üstesinden gelmesi gereken en zorlu test, elbette kızı Stella ile arasındaki duygusal bağdır.

Eğitimlerin yapıldığı karantina süresinde Sarah, iş yükünün altında bitkin düşmeye ve kızını geride bırakmasından kaynaklanan duygusal endişeler kendini göstermeye başladığında fiziksel ve ruhsal olarak bu görev için uygunluğu da sorgulanmaya başlayacaktır.
 


Sarah’nın zaman zaman geçirdiği küçük öfke nöbetleri ve protokolleri ihlal etmesine sebep olan
çocuğuna bağlılığı, astronot olmayı hayal eden küçük bir kızken planlayabileceği bir şey değildir elbette, ama film bazen Dünya'daki yaşamın ve alışkanlıkların komplikasyonlarının da böylesi bir göreve nasıl engel olabileceğini etkili bir şekilde ele alıyor.
 


Güneş kadar sıcak, yıldızlar kadar uzak

Ele aldığı konusu nedeniyle Gravity (Alfonso Cuarón, 2013), Interstellar (Christopher Nolan, 2014), First Man (Damien Chazelle, 2018), Ad Astra (James Gray, 2019) filmlerini hatırlatan ancak yüksek bütçeleri ve teknolojileriyle seyircisini uzaya çıkaran bu filmlerin tam aksine düşük bütçesi nedeniyle zamanın çoğunu Dünya’da geçiren bir uzay filmi olan Proxima, nihayetinde sıcak bir yerli melodramı hissi bıraksa da diğer filmlerin bugüne dek ele almadığı; bir uzay yolculuğunun hazırlık evresinde astronotların yaşadığı fiziksel ve duygusal olarak son derece zorlayıcı süreciyle emsallerinden ayrılıyor ve doğal ortamlardaki çekimleriyle seyircinin ilgisini sonuna kadar tutmayı başarıyor.
 


İnsanın yüreğini ısıtan güneş kadar sıcak konusunun yanı sıra, yıldızlar kadar uzak bir hayalin gerçekleşmesi yolunda bilim kurgudan çok uzay gerçeği ile ilgilenen film; Avrupa, Rusya ve Kazakistan’daki gerçek eğitim tesislerinde yapılan çekimleriyle, ortamı ve teknik özgüllüğü açısından çok gerçekçi, bazen bir belgesel gibi geliyor.
 


Sarah’ın görev öncesinde karantinaya alındığı ve antrenmanlara tabi tutulduğu uzay istasyonunun steril atmosferi, daha önce görmediğimiz türden günümüze has eğitim üslerinin görüntüleri ve astronotların gündelik yaşamına dair detaylarla örülü görsel dünyası çağımızın uzay çalışmalarına dair gerçekçi bir fikir edinmemizi de olanak sağlıyor.


Haftanın diğer filmleri

18 Hediye

Yönetmen: Francesco Amato / Oyuncular: Vittoria Puccini, Benedetta Porcaroli, Edoardo Leo, Sara Lazzaro, Marco Messeri, Betty Pedrazzi, Alessandro Giallocosta, Filippo Gili, Giacomo Rosselli / Süre: 115 dakika
 


Netflix’in Bağımsız Sinema kuşağı programına eklenen ve konusu yaşanmış bir olaya dayanan 18 Regali (18 Presents) adlı bu İtalyan filmi, tedavisi mümkün olmayan kanser hastası bir annenin henüz doğmamış olan kızıyla bir bağ kurma hikayesini anlatıyor.

Elisa, tedaviye cevap vermeyen hastalığı nedeniyle hayata veda ederek kocasından ve kızından ayrıldığında kırk yaşındadır.

Ancak Elisa, henüz kalbi durmadan önce kızıyla bir şekilde bağ kurabilmenin bir yolunu bulmuştur.

Yaptığı bu planla geride bırakacağı hediye listesiyle, kızı Anna on sekiz yaşına gelene kadar her doğum gününde alacağı bir hediye ile onun büyümesine eşlik etmek ve bu on sekiz hediye ile kızının hayatının bir parçası olabilmek niyetindedir.

Elbette bu hediyeler başlarda küçük kızı mutlu etse de ilerleyen süreçte hiçbir zaman gerçek bir annenin yerini dolduramıyor gibi görünüyor.

Yaş aldıkça annesinin yokluğuna isyan etmeye başlayan ve nihayetinde evden kaçmasına kadar uzanan Anna’nın bu travması onun bir trafik kazası yaşamasına neden oluyor.

Ve sonrasında Anna’nın yaşadığı bu kaza genç kadının kendi yaralarını iyileştirmeye başladığı zamansız bir ruhsal yolculuğa dönüşüyor.


2040 

Yönetmen: Damon Gameau / Oyuncular: Damon Gameau, Eva Lazzaro, Zoë Gameau / Süre: 92 dakika
 


Başka Sinema ile sağladığı iş birliğiyle BluTV’nin yayın programına eklediği 2040; gezegenimizin geleceğine dair hepimize ilham verecek türden bir belgesel.

Film, 2040 yılında yirmi bir yaşına basacak olan kızının umutlu bir gelecekle karşılaşması için harekete geçen Damon Gameau’nun, gezegenimizi geliştirmek için yaptıklarını konu ediyor.

Film çekildiğinde dört yaşında olan kızının gelecekte hızla değişen çevre ile yüzleşecek olmasından endişe duyan ödüllü yönetmen, bu durumu değiştirebilmek için harekete geçer ve gezegenimizi geliştirmek için elimizde olan mevcut çözümleri hızlıca ve etkin bir şekilde uygulamaya başlarsak, 2040 yılında geleceğin nasıl olabileceğini keşfetmek için bir yolculuğa çıkar.

Çevresel sorunların çözümüne odaklanan Damon, belgeselde hızlı ve etkin bir şekilde harekete geçildiğinde geleceğe umutla bakabileceğimizi gözler önüne seriyor.

Küçük kızına görsel bir mektup olarak tasarladığı bu projede Damon, geleneksel belgesel ögelerini dramatik görüntüler ve görsel efektlerle harmanlayarak, kızı ve gezegenimiz için fütüristtik bir vizyon yaratıyor.


Göç Mevsimi

Yönetmen: Cristina Gallego, Ciro Guerra / Oyuncular: Carmiña Martínez, Natalia Reyes, José Acosta, Jhon Narváez, Jose Vicente Cotes, Juan Bautista, Greider Meza / Süre: 125 dakika
 


Digiturk’ün bu hafta yayın programına dahil ettiği, Kolombiya’nın Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde 2019 yılında Oscar adayı olarak gösterdiği Pájaros de Verano (Birds of Passage) beIN Connect Festival kategorisinde sinema severler ile buluşuyor.

İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan filmin konusu ise şöyle;

1970’ler Kolombiya’sında, kabile reisinin onaylamamasına rağmen uyuşturucu kaçakçılığı işine giren Rapayet, güçlü bir adam olmak hevesi ve kültürüne sahip çıkma görevi arasında sıkışıp kalmıştır. Ortaya çıkan tüm kötü alametleri yok sayan Rapayet ve ailesi, kendilerini büyük bir savaşın içinde, onurlarını kanlarıyla korumak zorunda oldukları bir durumda bulurlar.


Güney İstasyonunda Randevu

Yönetmen: Diao Yinan / Oyuncular: Hu Ge, Gwei Lun-mei, Liao Fan, Wan Qian, Qi Dao, Huang Jue, Chloe Maayan, Zhang Yicong, Chen Yongzhong / Süre: 113 dakika
 


Başka Sinema ile sağladığı iş birliğiyle BluTV’nin yayın programına eklediği, 2019 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan The Wild Goose Lake; neonlar, parlak renkler ve modern görsel tasarımıyla öne çıkan, pandemi öncesi Vuhan şehrine ışıl ışıl renkler arasından bakış atan bir polisiye.

Filmde, ufak bir suç çetesinin reisi olan Zhou Zenong yanlışlıkla bir polisi öldürünce, ölü ya da diri ele geçmesine yardım edene büyük bir para ödülü verileceği duyurulur.

Böylece Zhou aynı anda hem kanundan hem de ödülü almaya hevesli gangsterlerden kaçmak zorunda kalır.

Çin’in yoğun nüfuslu ve her sınıftan insanın yaşadığı Vuhan bölgesinde gizlenmeye çalışan Zhou’nun yolu, niyetinin ne olduğu belli olmayan güzel ve gizemli bir kadınla kesişir.

“Heyecan verici, şiirsel ve ışıl ışıl, Çin usulü bir kara film” sözleriyle övülen film, peşine hem rakip çeteler hem de polisin düştüğü bu gangsterin kaçış hikayesini, sonuna kadar temposunu hiç düşürmeden ve gizemini koruyarak anlatıyor.

Karanlık suç filmleri ve distopya öykülerinden esinlenen yönetmen Diao Yinan’ın “İnce Buz, Kara Kömür” filmi 2014’te Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanmıştı.


Have a Good Trip: Adventures in Psychedelics

Yönetmen: Donick Cary / Oyuncular: Nick Offerman, Adam Scott, Matt Besser, Lewis Black, Anthony Bourdain, Deepak Chopra, Rob Corddry, David Cross, Donovan, Maya Erskine, Shepard Fairey, Carrie Fisher, Will Forte, Ron Funches, Robert Ben Garant, Charles Grob, Kathleen Hanna, Adam Horovitz, Reggie Watts, Sting, Ben Stiller / Süre: 85 dakika
 


Psikedelik veya saykodelik ilaçlar, beyinde serotonin reseptörlerini aktive ederek çeşitli bilinç bulanıklıklarına ve halüsinojenik etkilere sebep olan ilaç grupları olarak tanımlanır.

Netflix’in yıldızlarla dolu bu sıra dışı belgeseli de kadrajına aldığı ünlü isimlerin, geçmişte ruhsal ve fiziksel tedavi amacıyla veya dini ritüellerde kullanılmasına karşın günümüzde yasa dışı ilaç grubu olarak tanımlanan bazı psikedelik kimyasal içeren; mantarlar ve bitkiler gibi çeşitli materyalleri kullandıktan sonra ortaya çıkan en çılgın psikedelik uyuşturucu deneyimlerinden yola çıkarak onların bir nevi “ruhani” yolculuklarını anlatıyor ve mizahi bir bakışla psikedelik uyuşturucu dünyasına adım atıyor.

Konunun araştırmacısı “Beni yanlış anlamayın, bu ilaçlar tehlikeli olabilir, ama aynı zamanda komik de olabilirler” diyor ve bu tezini ispatlamak için ünlülerin hayal dünyasına başvuruyor.

Ünlülüler, çeşitli vücut fonksiyonlarında performansı artırma özelliğine sahip LSD (veya halk arasında bilinen ismi ile asit) ve sihirli mantarları kullandıktan sonra yaşadıkları o anları canlandırıyor ve araştırmacılar da uyuşturucuların arkasındaki bilimi açıklıyor.

Belgeselde insan zihnini değiştirerek akıl oyunları oynatan bu ilaçları almanın nasıl bir şey olduğu irdelenirken araştırmacılar da psikedelik bilimi üzerinden bu ilaçların insanın kendisini anlama yeteneğini artırabileceği, gezegen ile olan ilişkisini netleştirebileceği ve hatta depresyon, kaygı bozukluklarını ve uyuşturucu bağımlılıklarını tedavi edebileceği fikrini geliştirmek istiyor gibi görünüyor.


Koloni

Yönetmen: Gürcan Keltek / Seslendiren: Yannis Illıadis / Görüntü Yönetmeni: Murat Tuncel / Süre: 52 dakika
 


Gürcan Keltek, 2015 yılında çektiği Koloni adlı belgesel filmini bir hafta süreyle Vimeo kanalı üzerinden ücretsiz olarak erişime açtı.

Documentarist 8. İstanbul Belgesel Günleri Festivali’nde “Johan van der Keuken Yeni Yetenek”, Kosova'da gerçekleşen 14. Uluslararası Belgesel Festivali'nde “Umut Vaat Eden Yönetmen” ödüllerini alan, 34. İKSV İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Belgesel Yarışması’nda gösterilen, 52 dakika uzunluğundaki Kıbrıs'ta yaşanan kayıplar üzerine olan bu belgesel, 1974 Kıbrıs harekatının izlerini terk edilmiş mekanlarda arayan deneysel bir yapım, psikocoğrafya, manzaranın hafızası, travma ve anımsama üzerine bir film.

Güneş Kıbrıs’taki Beşparmak dağları üzerinde doğmaktadır.

Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi, bilim adamları ve gizli tanıklarla bu dağları kazmaktadırlar.

İskeletler çıkarılacak ve ailelere teslim edilecektir.

Henüz açılmamış toplu mezarların hayaletleri boşaltılmış köylerde, vadilerde dolaşmaktadır.

Adada on yıllar süren siyasi belirsizlik içinde yakınlarını, evlerini arayan insanların hafızasından geriye kalanlar bunlar.

Bu film işte bu ruhun resmini çekme çabasıdır.


Yanlış Missy 

Yönetmen: Tyler Spindel / Oyuncular: David Spade, Lauren Lapkus, Geoff Pierson, Sarah Chalke, Molly Sims, Nick Swardson, Jackie Sandler, Chris Witaske, Roman Reigns / Süre: 117 dakika
 


13 Mayıs’ta Netflix yayın kuşağına girecek olan The Wrong Missy, hayallerindeki kadın ile tanışan bir adamın hikayesini konu ediyor.

Genç bir adam olan Tim Morris, sonunda kendisi için doğru kadını bulduğunu düşünür.

Oldukça heyecanlı olan Tim, kadını daha iyi tanıyabilmek için onu şirketinin düzenlediği geziye davet eder.

Ancak daveti yanlış kişiye gönderdiğini fark eden adam, uzun süredir mesajlaştığı kişinin bambaşka biri olduğunu anlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU