ABD askeri bölgeden çekilirken Suriyeli Kürtler yeni bir kargaşa korkusu içinde

Türkiye’nin kuzey Suriye'deki güvenli bölge planı Kürt topluluğunu endişelendiriyor

Fotoğraf: Reuters

ABD’nin birliklerini Suriye’den çekeceğini duyunca Ebu Ammar’ın aklına eski bir aşk şarkısı geldi: 

“Beni yolun ortasına götürdün ve orada bıraktın”.

İsminin verilmesini istemeyen 50 yaşındaki Kürt araba satıcısı sözlerine şunları ekliyor: 

“İşte Amerikalıların bize yaptığı bu.”

Şarkının esas konusu biraz farklı, ama anlam aynı.

Son birkaç yıldır Suriye’deki Kürt azınlığı, IŞİD tehdidi ile karşı karşıya kalarak, yeni özgürlükler kazanmaya devam etti ve ülkenin iç savaşını sonlandırmasını umdukları özerk bir yönetim inşa etti.

Kürtler bunu büyük ölçüde, IŞİD halifeliğine son vermek için Kürtlerin önderlik ettiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG)'yle ittifak yaparak 2 bin askerini Suriye'ye yollayan ABD'nin sağladığı güvenlik şemsiyesi sayesinde gerçekleştirdi.  

Fakat tam da halifelik yenilginin eşiğindeyken, Amerikan askerleri ayrılıyor. Donald Trump’ın Aralık ayında aniden ilan ettiği bu geri çekilme durumu, Suriye Kürtlerine yönelik daha fazla istikrarsızlık ihtimalini artırdı.

Ebu Ammar şunları anlatıyor: 

“Tarih boyunca büyük güçlerle ittifaklar yaptık, ancak ayrıldıkları zaman başımız hep derde giriyor.”

Haritaya baktığınızda Ebu Ammar’ın neden endişelendiğini görebilirsiniz. Ülkenin batısında, yıllarca süren yokluğun ardından Kürt bölgeleri üzerindeki otoritesini yeniden ele geçirmeye istekli bir Suriye hükümeti var.  

Güneyde ise, IŞİD’in mağlup halifeliğinin külleri. Ancak en büyük tehdit kuzey bölgesinde kendini gösteriyor, burada Türkiye sınırı aşma ve bölgede güç sahibi olan Kürt milislerini ezme tehdidinde bulunuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye içinde “güvenli bir bölge” yaratmak ve SDG’yi sınırdan çıkarmak için aylarca gözdağı verdi. Bu plan için 32 kilometre derinliğe uzanan bir bölgeye ihtiyaç var. Böyle bir plan, Ebu Ammar’ın yaşadığı Kamışlı dahil büyük Kürt kasabalarını ve şehirlerini yutacak.

Ebu Ammar bu planın gerçekleşmesi durumuna ilişkin şunları söylüyor: 

“An itibarıyla bir istila durumuna karşı para biriktirmeye çalışıyoruz. Eğer Türkler buraya gelirse, IŞİD’in bu bölgeleri kontrol ettiği döneme benzer bir durum yaşanacak. Her şeyi geride bırakıp gideceğim.”

Suriye'nin Kürt bölgelerindeki birçok insan gibi, Ebu Ammar da Türkiye'ye derin bir şüpheyle bakıyor. 15 milyonluk güçlü Kürt nüfusuna yönelik on yıllardır süren ayrımcılık politikalarına bağlı olarak, Türkiye birçok Suriyeli Kürt tarafından bir düşman gibi görülüyor.

40 yıldır Türkiye, sınırları içinde Kürt halkının özerkliğine yönelik mücadele için kurulan isyancı Kürdistan İşçi Partisi’yle (PKK) savaşıyor. Şu anda daha büyük haklar için mücadele ettiğini iddia eden militan grup PKK, Avrupa Birliği, ABD ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak listeleniyor.

Ankara, SDG’ye ait Kürt savaşçılarının doğrudan PKK ile bağlantılı olduğunu ve bu nedenle onun güçlerini varoluşsal bir tehdit olarak gördüğünü söylerken, ABD bu ikisi arasında bir ayrım yapıyor.

ABD artık kendisini bu amansız iki düşmanın merkezinde. SDG, IŞİD’le mücadelede Washington’un ana müttefiki olmuşken, ABD Türkiye’yi elzem bir NATO ortağı olarak görüyor.

ABD’nin askerlerini geri çekme ilanından bu yana ABD'li diplomatlar, IŞİD’in ardında bıraktığı boşlukta yeniden gruplaşmaya yol açacak bir savaşın patlak vermesini önlemeye çalışıyor. Yeni Amerikan Güvenlik Merkezi'nden analist Nicholas Heras'a göre, güvenli bölge planları şu anda “belirsizlik içinde.”

The Independent’a konuşan Heras şunları anlattı: 

“Amerikalılar kendi açılarından Türkiye’nin endişelerini giderecek bir anlaşma bulmak için çok çaba sarf ediyor, fakat aynı zamanda IŞİD’in yeniden ortaya çıkmasına karşı koymak için SDG’yi temel araç olarak koruyor. Ancak ABD ekibi, Türkiye’den SDG’yi sona erdirebilecek Türk faaliyetlerine dair bir teminat alamıyor.”

Kamışlı’da planların yolunda gitmeyeceğine dair bir önsezi dolaşıyor. Konuşmalarda tekrar tekrar bahsi geçen bir yer var: Afrin. Fırat Nehri’nin batısında Kürtlerin çoğunlukta olduğu, uçsuz bucaksız zeytinlikleriyle tanınan bölge geçen yıl Türkiye ele geçirene kadar SDG’nin yönetimindeydi.

 

 

Uluslararası Af Örgütü o tarihten sonra yaptığı açıklamalarda, bugünlerde Türkiye’nin komutası altında bölgeyi kontrol eden Suriyeli isyancı grupları, zorla ortadan kaybolmalar, mülklere el koyma ve işkence yapmakla suçladı.

Teknisyen olarak çalışan 60 yaşındaki Serdar Halil, “Afrin’deki insanlar katliamların acısını yaşadı. Şimdi ise bizim için burada barış var. Ancak Afrin’de kimsenin hareket etmesine izin verilmiyor” diyor.

Türkiye’nin modern ordusuna karşı çok fazla şanslarının bulunmadığının farkında olan SDG, uzlaşma arayışı içerisinde. Son zamanlarda Türkiye yerine Birleşmiş Milletler (BM) kontrolü altında uluslararası bir gücün “güvenli bölge” uygulamasına yönelik öneriler geliyor.

SDG’nin siyasi kanadı Suriye Demokrat Konseyi’nin Eş Başkanı İlham Ahmed, söz konusu fikre alıcı bulmak için bu hafta Batılı ülkelerin başkentlerine düzenlediği hızlı turu tamamlıyor.

The Guardian’ın haberine göre Ahmed, bu hafta Londra ziyareti sırasında şu ifadeleri kullandı: 

“Türk devleti tarafından Suriye’nin kuzeyine güvenli bölge kurmaya yönelik herhangi bir girişim işgal anlamına gelecektir. Türk devleti, bunun bölgeyi yatıştırmak adına bir zorunluluk olduğu konusunda diğerlerini ikna etmek istese de bu gerçekleşmeyecek.”

Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar ise bu fikre açıkça karşı çıktı. Anadolu Ajansı (AA)’nın haberine göre Akar Cuma günü yaptığı açıklamada, “Güvenli bölge sadece Türkiye için değil, evlerini terk etmek zorunda kalan Suriye mültecilerin vatanlarına güvenli şekilde dönmeleri için de önemlidir. Güvenli bölgede sadece Türkiye olmalıdır” ifadelerini kullandı.

Güvenli bölge konusunda bir anlaşmaya varılsa bile SDG’nin karşısında başka bir güçlü düşman şekline bürünmüş Suriye hükümeti ve onun müttefiki Rusya bulunuyor. Şam yönetimi, ülkesinin tamamında yeniden kontrolü ele alma isteğini açıkça ortaya koydu. Bu da SDG’nin son birkaç yılda özyönetim ilan ettiği bölgeleri kaybetme riskinin bulunduğu anlamına geliyor.

Kamışlı’da satış elemanı olarak çalışan Ebu Emced, hükümetin kontrolü yeniden ele almasının Kürtlerin ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü zamanlara geri dönüş demek olduğunu söylüyor.

54 yaşındaki Emcad, “Her işinizi Baas rejimi üzerinden yapmak zorundaydınız. Çalışmak istediğinizde Kürtlerin işe alınmasına izin vermezlerdi. Mülk sahibi olmak istediğinizde adınızla kayıt yaptıramazdınız. Güvenlik hizmetleri insanlar için daima eziyet verici olurdu” diyor.

Özyönetimin en büyük etkisi muhtemelen genç Kürtler üzerinde görülecek. Bu nesil, hayatlarında ilk kez okulda kendi dillerini öğrenebilmek gibi ailelerinin sahip olmadığı haklarla büyüyor.

17 yaşındaki lise öğrencisi Rahman İzzeddin Bozou, daha önce okul koridorlarında bile Kürtçe konuşmalarına izin verilmediğini söylüyor.

“İki ya da üç kez başıma geldi. Kürtçe konuştuğum için öğretmenim beni sopayla dövdü” diyen genç, “Sekiz ya da dokuz yıl Arapça dilinde eğitim gördüm. Bu yüzden değişiklik yapmak kolay olmadı. Ancak anadilinde eğitim almak çok güzel” ifadelerini kullanıyor.

 

 

Suriye yönetiminin bölgede kontrolü yeniden ele geçirmesi ayrıca, orduda görev almaktan kaçan on binlerce Kürt için cezalandırılma anlamına da gelebilir. Firari hayatı yaşayanların çoğu genellikle tutuklanma korkusuyla Kürtlerin kontrolü dışındaki bölgelere seyahat edemiyor.

En çok da ABD’nin koruması altından çıkmaktan korktuğunu söyleyen Ebu Ammar, “Türkler gelirse tüm Kürt toplumunu yok ederler. Eğer rejim gelirse de zorunlu askerlik için binlerce genç insanı alıp götürürler” diyor.

Ammar’ın “yolun ortası” sözüyle kastettiği de tam olarak bu.

 

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/news/world/middle-east

Independent Türkçe için çeviren: Ayşe Yıldız

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU