Katledilişinin 13. yıl dönümünde Hrant Dink

Genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin önünde 13 yıl önce bugün katledilen Dink, düştüğü yerde anılacak. Dostları bir kez daha buluşarak katilleri unutmadıklarını haykıracak. Çalışma arkadaşları o “kara günü” ve Dink'i anlattı

Fotoğraf: AFP

En son Anna diye seslendiğini duydum. Yemek isteyeceği zaman Anna’ya seslenirdi. İşe dalmışım, aradan çok zaman geçmiş olamaz. 10 dakika…15 dakika… Bilemiyorum. Pencerem aralıydı. Silah sesleri duydum. Önce 1, 2, 3… Durdu. Sonra bir kez daha duydum.


Lüsyen Kopar, Hrant Dink’in Agos gazetesinden çalışma arkadaşı. Cinayet gününün tanıklarından.

O günü böyle anlattı. Oysaki ben ona henüz sorumu bile sormamıştım.

Yetvart Danzikyan ve Pakrat Estukyan ile röportaj için gitmiştim.

Yetvart Danzikyan ile sohbet ederken “Son günlerine aramızda en çok tanıklık eden Lüsyen oldu. İstersen onunla konuş” dedi.  

Lüsyen Kopar, Danzikyan’ın da verdiği güvenle, kırmadı ve “olur” dedi. 
 

lüsyen kopar.JPG
Lüsyen Kopar / Fotoğraf: Independent Türkçe


"Hrant’ı sizden dinlemek istiyoruz." Karşısına oturup kurduğum tek cümle bu oldu. Zaten sonra gerisi boğazıma düğümledi. Tek bir kelime daha çıkmadı ağzımdan. Soluksuz dinledim.

Anlatırken tüm kelimeleriyle bütün korku ve acıyı ortaya koyuyor, o güne beni de tanık ediyordu.

Bugün Hrant öldürüldü. Gözlerimle gördüm. Ancak bu sefer bir Ermeni’yi, bir gazeteciyi, Hrant’ı, değil. O gazete kağıdının altında kanlar içinde yatan insanlığı gördüm.

Öyle kalkıp acıyı diriltip, kimseyi rahatsız etmek niyetinde değilim. Ne var ki konuşulmadan olmuyor.

Hrant’ın acısı dipdiri ve hala taze bir şekilde ortada duruyor. Bu acının ağırlığını anlatacak kelime yok, ailenin ve arkadaşlarının yüreğini saracak kelime yok. Ancak paylaşabilirim, paylaşabiliriz.

O ağırlığı hafifletmek için bir nebze olsun hepimiz payımıza düşeni alabiliriz. Çünkü gazete kağıdının altında yatan o insanlıktan utanmak için hala geç değil.

O yüzden Lüsyen Kopar’a kulak verelim. Agos gazetesinin önünde adaleti bekleyen o insanlığın ruhunu dinleyelim.

Kopar, Hrant ile sadece 11 ay çalışmıştı. Ancak 11 ayın neredeyse her gününü birlikte geçirdi.

Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in tavsiyesiyle işe başladığını söyleyen Kopar, “Duyuyordum ismini ancak daha evvel tanışmamıştım. Rakel Hanım’ın tavsiyesiyle geldim. Kapıda ayaküstü görüştük, ‘Hemen işe başla’ dedi. Başladım” diye anlattı. 

Cinayet gününü anlatan Kopar, “Beraber toplantıya girmiştik. Cuma günleri rutin olarak öğle saatlerinde bir toplantı yapardık. Gazete çıkardı ve biz onun üzerinden yorumları alırdık. Her birimize sordu teker teker 'neler yaptık?' diye. Onun yanında küçük bir televizyon durur ve her Cuma o televizyon açık olurdu. At yarışına bakar. O gün bir taraftan gözü at yarışına kayıyor, bir taraftan bize. Arkadaşlardan biri dedi ki, 'Baron Lüsyen de at yarışı oynuyor.' Şöyle bir döndü baktı bana. Ben de papaz eşiyim. 'Çok seviyorum, babadan alışkanlık' dedim. Toplantıda gülüştük, bitirdik” dedi. 

Toplantıdan sonra odasına döndüğünü söyleyen Kopar, Hrant’ın sesini son kez duyduğu o anları anlattı:

Anna diye seslendi. Anna mayriğimiz. Bize yemek, çay verir. Anna diye seslenince yemek istediği anladım. İşe dalmışım. Silah sesi duydum. 1, 2, 3… Durdu. Sonra bir kez daha patladı. Belki daha 10-15 dakika geçmemiş, anlamadım.

Yan odadan kızlar bağırdı ‘ay’ dedi. Onlar o taraftan koştu, ben bu taraftan. Aşağıya indik. Tuttular beni. Kadınları içeriye aldılar. Ben duramıyordum. ‘Bırakın, iyiyim’ diye bağırdım.

Yanına gittim, kan fışkırıyordu hala. Çevirmek istedim ama ne göreceğimden korktum. Kurşun gözünden mi çıkmıştı, ağzından mı? Yanlış bir şey yapmaktan korktum.


Lüsyen, yaşadıklarını anlatırken, o şokun içerisinde ne kadar yalnız hissetiklerinden bahsetti: 

Duyan arkadaşlarımız Agos’a gelmeye çalışıyordu. Daha polis barikatı çekilmeden Baron Pakrat (Estukyan) geldi. Ben ilk defa o zaman gördüm Pakrat Estukyan’ı, bağırıyordu. Çok öfkeliydi ve bağırıyordu; 'Şimdi rahatladınız mı?'

Sarkis Seropyan inmişti aşağıya, nutku tutulmuştu. Adamcağız konuşsa, bana bir şeyler dese diye bekliyorum. Ne derse yapacağım. Tek bir kelime söyledi sonra; 'Montumu getir.'

Kendi kendime sordum 'Biz yalnız mıyız?' diye. Bir kadın yolların kapandığını söyledi. 'Şimdi yürüyecekler' dedi. Tarif edilemez bir şey. Bir anda yalnız olmadığını ve seni anlayan insanların olduğunu anlıyorsun.

Sesler uzaktan duyulduğu zaman diyorsun ki, ‘boşuna ölmemiş.’ O zamana kadar anlamıyorsun bile. Gerçekten zor şeyler yaşadık.


Hrant ile geçirdiği kısa sürede birlikte güzel anılar biriktirdiğini söyleyen Kopar, “Hiç bana sen diye hitap ettiğini hatırlamıyorum. Oysa o kadar yeteneksizdim ki geldiğimde. Onların yanında o kadar hiç kalıyorsunuz ki sizin bitirdiğiniz üniversitenin bir önemi kalmıyor. Ben Erivan Devlet Üniversitesi’ni bitirmiştim; zannediyordum ki Ermenice’yi iyi yaparım. Ancak Seropyan’ın bilgisi, Baron Hrant’ın bilgisi o kadar çoktu ki. Bu insanlar benim idollerim. Ben onların yanına geldim ki onlardan bir şeyler öğreneyim” ifadesini kullandı.  


“Beni ayağımdan vurmayacaklar, beni tam buramdan vuracaklar”

Hrant’ın öldüğü gün yayımlanan ve son yazısı olan Güvercin Tedirginliği’nin hikayesini anlatan Kopar, “Hayattaki en büyük pişmanlıklarından biri neydi deseniz; Güvercin Tedirginiliği’ni yazmadan evvel (Hrant Dink’in yayımlanan son yazısı) toplantıdan bize sordu 'yazayım mı?' diye. Ben ‘evet’ diyenlerdendim. Şimdi bunun bana senin için zor bir şey olduğunu söyleyeceksiniz. Ben ona ‘evet’ demeseydim de yazacaktı. Sana soruyor ‘neden’ diye. Cevabın onu tatmin etmiyorsa yazıyor. Son 2 makaleyi konuşurken Baron dedi ki, 'Beni ayağımdan vurmayacaklar, beni tam buramdan vuracaklar (başını gösteriyor).' Vurulduğu anda dedim ki; Tam da dediğin yerden vuruldun” diye konuştu. 

Kopar şöyle devam etti: 

Biz aynı semtte oturuyoruz. Ofisten çıktığımız zaman ‘iyi akşamlar’ diyorum, kayboluyor. Düşünüyorum, bir saniye içinde nasıl kayboluyor. Sonra ölünce anladım ne olduğunu. Öldükten sonra da tehditler sürmeye devam edince ve gerçekten ölümü hissedince farkettim. İnsan arasına karışıyorsun. Hemen caddeye çıkıyor ve kalabalığın arasına karışıyor.


Kopar, Hrant için en büyük üzütünlerinden birini şöyle anlatyor: 

Bir resmimiz yok. Çok dağınık çalışırım. Saçımda kalemler, üstümde kıyafetlerim çoğu zaman güzel olmaz. Rahat olmak isterim. Ne zaman beni resme çağırsa, utanıyorum, gitmiyorum. Ben yokum resimlerde, sonra bir de bakıyorum resim çekilecek kimse kalmamış. Ondan sonraki her resimde oldum burada. Onunla hiçbir kare resme girmediğim için çok üzgünüm.

 


Hrant ile 1996 yılında tanışan ve şimdilerde Agos gazetesi genel yayın yönetmeni görevini üstlenen Yetvart Danzikyan, gazetenin kuruluş aşamasında yer aldı.

Anna Turay, Luis Bakar, Sarkis Seropyan ve Hrant Dink gibi isimlerle birlikte çalışmaya başlayan Danzikyan, Hrant ile tanıştığı anı anlattı: 

Gazete Dolapdere’de bir hanın içinde küçücük bir odadaydı. Daha o zaman Agos çıkmamıştı. Orada tanıştık Hrant’la. Başladık toplantılara. Tabi zamanla anlıyordunuz ekibin motor gücü Hrant Dink. İsmi de Fırat’tı aslında. Bazen telefonları açarken ben Fırat derdi. İlk başta biraz kafamız karışırdı, ama daha sonra anladık tabi nedenini.


“Biz hepimiz Türkiye’de Ermeni düşmanlığın kökenlerine inmek ve bu düşmanlığın nasıl üretildiğini topluma göstermek istiyorduk. Türkiye’deki büyük toplumla diyalog içinde olmak istiyorduk” diyen Danzikyan, Agos’un Türkçe yayımlanma kararını anlattı.  

Hrant’ın tüm enerjisini gazeteye verdiğinden bahseden Danzikyan, “İşi gücü bırakıp tek bu işe soyunan Hrant’tı aramızda. Anna Turay ile Cengiz Turan’ın başka bir çalışma ofisleri vardı. Luis Bakar aynı zamanda avukatlık yapıyordu. Bir Sarkis Seropyan ile Hrant Dink ikisi beraber bodoslama bu işe daldılar ve bütün vakitlerini bu işe verdiler. Biz gittiğimizde Hrant’ı bazen çok bunalmış, yorulmuş görebiliyorduk” dedi. 

Çarşamba günü baskıya giden Agos gazetesi, yayın hayatına başladığı günden beri perşembe günleri yayımlanıyor.

Danzikyan çarşamba günü yapılan toplantılarda haber münakaşalarının kaçınılmaz olduğunu söylüyor.

Danzikyan, “Hrant kendine göre bir tarz tutturuyordu. Daha profesyonel gazeteciler ‘ya bu böyle olmaz’ derlerdi, ama Hrant dediğini yaptırırdı bir şekilde. Agos biraz patavatsızlık yapmaya çalışan bir gazeteydi. Çünkü o güne kadar Ermeni basını çok dikkatli bir dil kullanıyordu. Aslında biliyorlardı, biz o yolu açarken de sağı solu da biraz genişletmeye çalışıyorduk. Bunu da Hrant yapıyordu daha fazla. Hrant ile çalışmak böyleydi; zor, yorucu ve zevkli bir süreç” diye anlatıyor. 


“Düşmanlık meselesinin köklerine inmek istiyordu”

“Hrant girilmemiş bir dünyanın içine girmişti” diyen Danzikyan, “Ermeni basını 1940-50’lerde biraz bu dünyaya girmişti, ama o dönemi hatırlayan kimse de kalmamıştı. Tek parti döneminde çıkan gazetelerin bir kısmı kapatılmıştı. Kapatılan gazetelerin yazarları Zaver Biberyan, Aram Pehlivanyan gibi isimler sürgüne gitmek zorunda kalmıştı. Yakın tarih açısından ilk kez böyle bir şey deneniyordu. Hrant’ta bu işin hevesini görebiliyorduk. Bir süre sonra artık televizyonlara çağrılmaya başlanmıştı. Hrant da gidiyordu. Hrant’ın en büyük ideallerinden bir tanesi şu düşmanlık meselesinin kökenlerine inelim ve Türkiye’deki Ermenilerin başına ne geldiğini bu ülkedeki insanların anlamasını sağlayalım. Birinci buydu. İkincisi Türkiye ile Ermenistan ilişkisinin yeniden kurulmasını sağlamaktı” diye konuştu. 
 


“Hrant’ı hem Ermeniler, hem Türkler, hem milliyetçiler anladı”

Danzikyan, Hrant’ın tüm konuşmaları ve yazılarında Ermeni düşmanlığının üzerine gitmek ve bunu artık çözmek için tüm enerjisini kullandığını anlattı:

Zaten kendisi de heyecanlı biriydi. Hiçbir zaman soğukkanlı bir tavır göremezdiniz. İnsanlara karşı da sıcakkanlı olduğu için gazeteciliği de öyle oldu. Bu sıcakkanlılık hem çok hızlıca tanınmasını sağladı hem siyaset meydanı gibi programların aranan ismi olmasını sağladı. Bu sayede de Hrant tanınır oldu. Yoksa Agos’un büyük bir tirajı yoktu. Hrant’ın asıl tanınmasını sağlayan yaptığı konuşmaların kalplere dokunmasıydı. Hrant konuştuğu zaman konu bir anda çok insani boyut kazanıyordu. Devletin politik resmi söylemleri tuzla buz oluyordu. Hrant öyle birisiydi.


Danzikyan, “Hrant’ın televizyonlarındaki söylemlerinden bunu çözebilecek birisi olduğu, mesafe varsa o mesafeyi kapatacak birisi olduğu hızla anlaşıldı. Bu konuyu biri çözebilecekse aslında bu kişi Hrant’tı. Onu hem Ermeniler, hem Türkler, hem milliyetçiler anlamıştı. Devlet içinde örgütlenmiş karanlık gruplar anlamıştı. Herkes anlamıştı. Ben biraz da Hrant’ın bu yüzden öldürüldüğünü düşünüyorum” diye konuştu. 


“Ailesi tüm ağırlığını yaşamışken bizim bir şey söylememizin önemi yok”

2007 yılında bir gazetec,i genel yayın yönetmeni olduğu gazete binasının önünde başından ve ensesinden vurularak öldürüldü.

En son 90’lı yılların karanlığında bırakılan günler geri gelmişti. Yetvart Danzikyan’a böyle bir cinayetin Hrant’ın başına gelebileceğini düşünüp düşünmediğini sordum.

Danzikyan içinde bulunduğu çelişkili durumun cevabını böyle açıklıyordu: 

Hrant’ın hedef olacağını düşündüm ve düşünmedim. İkisi birden. Düşündüm; Hrant’ın başında bir bela dönüyordu. Düşünmedim, biz gazeteciler bir siyasi cinayet olacaksa mutlaka devletin bir şekilde işin içinde olacağını biliriz.

Çünkü bizim tüm siyasi cinayetlerimizin arka planına baktığınız zaman bunu görürsünüz. Abdi İpekçi’den tutun da Uğur Mumcu’ya kadar. Şu ya da bu oranda. Bazen tamamen bazen de kısmen.

Devlet bir şekilde bundan haberdar olabilir, devlet içinde kontrgerilla diyebileceğimiz bir kısım bu işe bulaşmış olabilir. Dolayısıyla bir siyasi cinayet olacaksa devletin bu işin içinde olacağını ben kendi adıma bildiğim için ve devletin de böyle bir şeye kalkışmayacağını düşündüğüm için düşündüm ve düşünmedim. 

Düşündüm, evet böyle bir şey olabilir. Düşünmedim, çünkü devlet böyle bir işe kalkışmaz. Açıkçası bu çok yanlış bir düşünceymiş. Devlet bize öğretti: Güvenmeyin, biz her zaman bu işin içindeyiz.

Biz de bunu çok acı bir şekilde test etmiş olduk. Cinayetle ilgili dosyalar açılınca da bu düşünce ne yazık ki tersten doğrulanmış oldu. Bakıyoruz ki gerçekten devletin içinde olduğu bir cinayetmiş bu.


Ölümünü haber aldığı ana ilişkin ise Danzikyan, “CNBC-e'de çalışıyordum o zaman. Bütün televizyonlar alt yazı olarak geçti. Önce 'yaralı' diye, çok kısa bir süre sonra da 'öldü' diye geçti. O günü anlatmak istemiyorum. Çok ağır bir gündü hepimiz için. Zaten ailesi bütün ağırlığını yaşamışken bizim bir şey söylememizin bir önemi yok” dedi.

Danzikyan, dava sürecine dair bir beklentilerinin olup olmadığına ilişkin olaraksa şöyle konuştu:

Beklentimiz olmalı. 13 yıl oldu hiçbir yere gitmiyor ama avukatlar ve hak savunucular olarak ve tabi gazete olarak biz bunu sürdürmemiz gerekiyor. Son ana kadar hak talep etmek gerekiyor. Bunu da şuradan görebiliyoruz, Dink ailesi avukatları ısrarla kamu görevlilerin yargılanmasını talep ettiler. Bir sürü talep ve gelişmelerden sonra kamu görevlileri 2016’da yargılanmaya başladı.

Düşünün 2007’de başlayan bir davada 9 sene sonra kamu görevlileri yargılanmaya başlandı. Zaten biz cinayetten 3-4 günden sonra kamu görevlilerinin bu işin içinde olduğunu anlamıştık. Sadece biz değil. Birçok kişi anlamıştı. Muhuttin Zenit ile Erhan Tuncel’in telefon konuşmasından tutun da dava dosyasında ortaya saçılan bütün bilgiler kamu görevlilerinin bu işin içinde olduğunu ortaya koymuştu.  

Dolayısıyla bu konuda gidilebildiği yere kadar gidilmeli. Devlet bu konularda hep böyle söyler; ‘Gidilebildiği yere kadar gidileceğiz’ der, ama hiçbir yere gitmez. Çünkü gittiği yerde kendisiyle karşılaşacaktır. En azından avukatlar, gazeteciler ve hak talep edenler gidilebildiği yere kadar gidilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

 

pakrat estukyan (2).JPG
Pakrat Estukyan / Fotoğraf: Independent Türkçe


Agos gazetesi Ermenice sayfalar sorumlusu Pakrat Estukyan, Hrant ile 20’li yaşlarda tanıştığını anlattı.

Estukyan, “O dönemde arkadaş olduğumuz söylenemez. Hrant’ın Marmara gazetesinde Çutak imzasıyla kitap eleştirileri yazdığı dönemde biraz daha yakınlaştık” dedi.

Hrant’ı gözü kara bir insan olarak tanımlayan Estukyan, “Benim çekineceğim bir sürü şeyde o tavrını daha net ortaya koyabiliyordu. Ölümünden sonra ben çekinmenin kimseye bir fayda getirmeyeceğine kanaat getirdim” ifadesini kullandı. 

Hrant ile birlikte çalışmaktan ziyade sosyal hayatta paylaşımları olduğunu dile getiren Estukyan, “Benim Agos’ta çalışmam Hrant’ın ölümünden sonraya denk geliyor. Birkaç defa benden belirli konularda yazı istemişti. Yazılar yazıp gönderdim Agos’a, ama birlikte çalıştığımız anlamına gelmiyor bu. Sosyal hayatta da temaslarımız oluyordu. Her ikimizin çocukları da aynı çocuk korosundaydı. Dolayısıyla o etkinlikler çerçevesinde de yan yana gelişimiz çok olmuştu. En yoğun Agos’un kuruluş aşamasında ne yaparız diye çok konuştuk. Deneyeceği şey yenilikti. Türkçe basılan Ermeni gazetesi çıkarmak istiyordu. Bu bizim cumhuriyet tarihimizde olmayan bir şeydi” dedi. 

Hrant’ın derdinin sadece herkesin okuyabileceği Ermenice bir gazete olmasını istediğini söyleyen Estukyan, şöyle anlattı:

Derdi şuydu: Herkes okuyabilsin bu gazeteyi, sorunlarımızı herkese duyuralım. Şöyle bir gerçek vardı ki, Ermenilerin arkasından herkes kendi kavmince atıp tutuyordu, ama kimse Ermenilerin ne dediğini duymuyordu.

Agos’u çıkararak bunun olmasını sağlamak istiyordu. O bağlamda da Agos’un yayın hayatı döneminde benden birkaç defa özel olarak yazı istedi. 

Fakat ölümüne yakın süreçte de sık sık görüştük. Çok sık ziyaret ediyordum Agos’u. Hrant’ın o kaygılı halini hiç unutmuyorum. Ben de hep o hali anımsanıyor.

 

 
“Hrant’ın başı belada”

Estukyan, ölümünden birkaç gün önce bir araya geldiklerindeki konuşmalarını anlattı: 

Beni en çok hatırladıkça da huzursuz eden şey, 'Pakrat, kendi canımdan hiç korkmuyorum, ama oğlum üzerimden tehdit etmeye başladılar. Bundan çok korktum' dedi.

Hrant duruşmalarından birinde Veli Küçük’ü görünce de çok tedirgin olmuştu. Etrafındaki ağın nasıl küçüldüğünü, çemberin nasıl daraldığını somut olarak hissediyordu.


18 Ocak gecesi yani Hrant’ın öldürülmesinden saatler önce Estukyan arkadaşlarıyla Kurtuluş’ta köşe başında ettikleri sohbeti hatırladı ve tek bir ortak kaygılarının olduğunu söyledi: Hrant’ın başı belada. 

Hrant’ın ölüm haberini Ankara’daki bir arkadaşının telefonuyla öğrenen Estukyan, hemen Agos’a gittiğini söyledi ve o günü anlattı: 

Agos’ta korkunç bir panik havası hakimdi. En hakim olan şey şoktu. Hrant halen kapının önünde yatıyordu ben geldiğimde. Kalabalık birikmişti. Yukarıda bir panik havası, ağlayanlar, titreyenler… Biri balkona çıkmış beline kadar sarkıyordu, onu içeriye almaya çalışıyordum. 

O gün on binlerce kişi toplandı, yürüdü. İlk kez duyduğumuz bir şey vardı: Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni.

Meydan okumanın sloganı oldu bu. Onun arka planında yatan şuydu: Hrant’ı Ermeni olduğu için öldürdünüz.

Hrant’ı anlamak, dayanışmak için değil. O zamana kadar devletin sistematik olarak yarattığı şeytanlaştırmaya, ötekileştirmeye karşı meydan okumaydı.


Estukyan, bana Hrant için son sözlerini söylerken arkadaşına da bir kez veda ediyordu: 

Hrant bir direniş sembolü oldu. Hrant, hayattayken meramını anlatamadığı bir sürü şeyi ölümüyle anlattı.

 

Independent Türkçe 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU