Endonezya'nın Surabaya kentinden yükselen ritimlerden, Türk bir babayla Barbadoslu annenin çocuğu olarak Londra'da dünyaya gelen bir yeteneğin yeni kaydına... Ya da Ekvador asıllı iki kardeşin yaratıcı vizyonundan, 16 yıl sonra gelen muhtemel bir veda albümüne...
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
2024'te milyonlar satan ve hatta fenomen olan albümler yayımlanmış olabilir, onları zaten duymuşsunuzdur. Taylor Swift'in The Tortured Poets Department'ından ya da Charli XCX'in Brat'inden bahsetmem gerektiğini sanmıyorum.
Ama söz farklı sound ve tarzlardaki albümlerden açılırsa, işte o zaman söyleyecek iki lafım olabilir. Yıl boyu ezgilere sığınmam gerektiğinde bana omuz veren ve 2024'ü dünyada ve memlekette tüm olan bitene rağmen yaşanabilir kılan albümleri sıralamak istedim. 2025'te de benimle olacağına inandığım bu albümlerin her bir notasına ayrı teşekkürlerimle...
10. Michael Kiwanuka - Small Changes
Britanyalı şarkıcı ve söz yazarı Michael Kiwanuka'nın kasım sonunda yayımladığı ve yıl sonuna ucu ucuna yetişen albümü Small Changes, sanatçının içtenlikle işlenmiş şarkılarıyla derin bir duygusal yolculuk sunuyor. Danger Mouse ve Inflo'nun prodüktörlüğünde albüm, ruhani korolar ve şiirsel sözlerle zenginleşirken Bill Withers'dan Radiohead'e uzanan uçsuz bucaksız bir köprü kurabilen büyüleyici anlara sahip. 37 yaşındaki Kiwanuka, 4. albümüyle kendine has bir dinginlik ve ustalıkla, bir kez daha yaratıcılığının zirvesinde olduğunu kanıtlıyor.
9. Hermanos Gutiérrez - Sonido Cósmico
2015'te Ekvadorlu-İsviçreli kardeşler Alejandro ve Estevan Gutiérrez tarafından Zürih'te kurulan Hermanos Gutiérrez'in 6. albümü Sonido Cósmico, atmosferik tınıları ve zengin Latin etkileriyle dinleyiciyi büyüleyici bir müzikal yolculuğa çıkarıyor. Ennio Morricone'nin esintilerini modern deneysel müzik ve elektronik dokularla harmanlayan ikili, cumbia ve salsa gibi Latin ritimlerini önceki işlerine göre daha belirgin bir şekilde ön plana çıkarıyor. The Black Keys'den Dan Auerbach'ın prodüktör olarak katkılarına rağmen albümün esas gücü, Gutiérrez Kardeşler'in kendine özgü yaratıcı vizyonundan kaynaklanıyor. Dinleyicisini başka alemlere sürükleyen her bir şarkı diğerinden farklı hissettirirken, bence Sonido Cósmico'da sevilmeyecek tek bir tını bile bulmak mümkün değil.
8. The Cure - Songs of a Lost World
Bunun için çok uzun zamandır bekliyorduk... The Cure'un 2008'de yayımladığı 4:13 Dream'den 16 yıl sonra gelen ilk yeni kayıt Songs of a Lost World, melankoli ve olgunluğun derinliklerinde gezinirken, Disintegration sonrası en güçlü albüm olarak parlıyor. Kayıp ve ölüm temalarıyla yüzleşen şarkılar, hem eski hayranlar hem de yeni nesil dinleyiciler için zamansız bir bağ yaratıyor. Albüm, The Cure'un karanlık güzellik anlayışını en etkileyici şekilde sunarak bu unutulmaz ve muhtemel vedayı zirveye taşıyor.
7. Nilüfer Yanya - My Method Actor
Türk bir baba ve Barbadoslu bir annenin çocuğu olarak Londra'da dünyaya gelen Nilüfer Yanya'nın üçüncü albümü My Method Actor, kişisel ve içsel yolculukların sinematik bir yansımasını sunan, son derece olgun bir çalışma. Wilma Archer'ın kusursuz prodüksiyonuyla şekillenen bu albüm, hem tematik bütünlüğü hem de duygusal derinliğiyle dinleyiciyi içine çekiyor. Yanya'nın güçlü vokalleri ve etkileyici anlatımı, albümü modern bir introspektif başyapıt haline getiriyor.
6. Loren Kramar - Glovemaker
Loren Kramar'ın ilk albümü Glovemaker, R&B, folk ve caz etkilerini harmanlayarak hem şaşırtıcı hem de etkileyici bir müzikal deneyim sunuyor. Saf, doğal ve düşündürücü sözleri, olağanüstü vokal yeteneğiyle birleşirken albüm, dinleyiciye sanatçının çok yönlü kişiliğinin samimi bir portresini çiziyor. Maxwell'in zarafeti ve Father John Misty'nin alaycılığıyla harmanlanan bu albüm, Loren Kramar'ı keşfetmek için harika bir başlangıç noktası. Üflemelileriyle öne çıkan albümün açılış şarkısı Hollywood Blvd'ı tek dinleyişte geçebilene aşk olsun.
5. Baby Rose & BADBADNOTGOOD - Slow Burn
Baby Rose ve bu yaz PSM Loves Summer kapsamında bir kez daha kanlı canlı izleme fırsatı bulduğumuz BADBADNOTGOOD işbirliğinde hayata geçen Slow Burn, aşk teması etrafında şekillenen büyüleyici bir EP. 5 şarkılık bu proje, caz, R&B ve soul türlerini ustalıkla harmanlayarak sakin ama duygusal açıdan yoğun bir deneyim sunuyor.
Açılış şarkısı On My Mind, güçlü gitar melodisi ve Baby Rose'un etkileyici vokalleriyle dikkat çekerken, BADBADNOTGOOD'un zarif org dokunuşları parçaya zengin bir katman ekliyor. It's Alright, hızlı davullarıyla ritmi hızlandırırken dinleyicisine EP'nin en neşeli anlarından birini sunuyor. Baby Rose'un derin sözleri dinleyicide iz bırakıyor, üstelik ne dediğini anlamanıza gerek bile yok...
One Last Dance, lounge müziğin nostaljik tınılarını Baby Rose'un çarpıcı vokalleriyle buluşturuyor ve bir eski sevgilinin dönüşünü anlatıyor.
BADBADNOTGOOD'un dingin kompozisyonları, zaman zaman yükselen enerjik anlarla dengeli bir akış sunarken Baby Rose'un söz yazarlığı, kısa ama vurucu anlatımlarıyla dikkat çekiyor.
Slow Burn, sakinleştirici bir müzikal yolculuk arayanlar için mükemmel bir seçenek. 6 parçalık EP'nin 23 dakikada sona ermesi, baştan sona dinlenmesini kolaylaştırırken favori şarkılarınızı tekrar çalmaya teşvik ediyor. Baby Rose ve BADBADNOTGOOD'u keşfetmek isteyenler için Slow Burn, harika bir başlangıç noktası. Her şarkının, finalinde "Acaba canlı dinlemek nasıl olurdu?" diye düşündürmesi de cabası...
4. DON WEST – DON WEST
Don West'in kendi adını taşıyan EP'si, nostaljik caz tınılarını modern bir dokunuşla harmanlayarak duygusal bir yolculuk sunuyor. İnsnaın içine işleyen, derin ve kendinden emin vokaliyle dinleyiciyi büyüleyen sanatçı, aşkın en saf ve romantik halini müziğiyle yansıtıyor. Amy Winehouse, Ray Charles ve Aretha Franklin gibi isimlerin etkilerini de taşıyan EP, hem klasik hem de yenilikçi bir caz-soul deneyimi vadediyor.
EP'nin tartışmasız yıldızı ve açılış parçası Rather Be Lonely, sanatçının sevdiğine duyduğu yoğun aşk ve sadakati açıkça ifade eden bir aşk mektubu niteliğinde. Ağır tempolu, alternatif caz ve soul karışımı melodisiyle parça, dinleyiciyi derin duygulara sürüklerken Don West'in tutkulu yorumunu öne çıkarıyor. Sadece bir şarkı değil, duygusal bir deneyim gibi; bitmesini istemiyorsunuz.
Yalnızca nostaljik bir his yaratmakla kalmayan 6 parçalık EP, aynı zamanda modern cazın ruhunu da taşıyor. Don West, şarkı sözleri ve etkileyici melodileriyle kalbe dokunuyor, aşkı ve romantizmi bir sanat eserine dönüştürüyor.
Kulaklığınızla her yere sizinle birlikte gelmesini isteyeceğiniz bu EP, adımınızı bir caz bara attığınızda gireceğiniz büyülü atmosferi size her daim hissettirerek yanınızda taşımanızı sağlıyor. Hem duygusal hem de müzikal anlamda unutulmaz bir deneyim...
3. Thee Sacred Souls – Got a Story to Tell
San Diego çıkışlı Thee Sacred Souls'un Got a Story to Tell albümü için, grubun olgunlaşma sürecini ve sanatsal derinliğini yansıtan bir şaheser desek hiç de abartmış olmayız. Albüm, soul, retro pop ve Latin etkilerini harmanlayarak modern müziğe nostaljik bir dokunuş sunuyor. 12 özgün parçadan oluşan çalışma, Motown ve Brill Building geleneğini devam ettiren, duygusal ve samimi bir hikaye anlatıcılığı örneği.
Açılış şarkısı Lucid Girl, yaylılar ve etkileyici vokal düzenlemeleriyle dikkat çeken bir feminizm yanlısı marş niteliğinde. Price I'll Pay ise ritmik gitarlar ve Josh Lane'in büyüleyici tenor vokaliyle dinleyiciyi içine çeken orta tempo bir soul güzelliği. On My Mind, 1960'ların sonu ve 1970'lerin başında popüler olan The Delfonics'i anımsatan yaylılarla gitarların ön planda olduğu bir büyüme manifestosu sunuyor.
Benzersiz Marvin Gaye'in Mercy Mercy Me'sine selam niteliğindeki Live for You, empatinin ve bağlılığın altını çizen dinamik funk düzenlemesiyle öne çıkıyor. Motown soul ve rocksteady reggae'yi etkileyici bir şekilde harmanlayan My Heart Is Drowning'le birlikte benim için albümün zirve noktası.
Grubun vokal üçlüsü ve ekibine dahil olan yeni müzisyenler, şarkılara zenginlik ve çeşitlilik katıyor. Yaylılar ve üflemeliler, albüme sinematik bir atmosfer kazandırırken Got a Story to Tell bir günce değil, herkesin kendi duygusal yolculuğunu bulabileceği evrensel bir anlatı sunuyor dinleyicisine.
Bir müzik albümünden öteye giderek duygusal bir iyileşme ve büyüme rehberine imza atan Thee Sacred Souls, köklere sadık kalarak modern bir soul klasiği yaratmayı başarıyor. Got a Story to Tell, grubun müzikal olgunluğunu ve yaratıcılığını zirveye taşıyan bir dönüm noktası.
Sadece 5 yıldır aktif olan Thee Sacred Souls, sanki onlarca yıllık deneyimin ürününe imza atmış gibi görünüyor. Dinlemeye doyulmayan ve 38 dakikanın sonunda başa almak isteyeceğiniz cinsten bir güzellik.
2. Aaron Frazer – Into The Blue
Durand Jones & The Indications'la yarattığı harikalarla da tanınan Aaron Frazer yine yaptı yapacağını... 33 yaşındaki Frazer'ın Into The Blue albümü, dinleyicisini geçmişin soul müziğiyle günümüzün modern dokularını buluşturan büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Frazer'ın eşsiz vokalleri ve ustaca hazırlanmış düzenlemeler albüm boyunca kendini hissettiriyor. Haziran sonunda dinleyiciyle buluşan albüm, Frazer'ın kendine has vokal tarzını ön plana çıkarırken, retro soul ve R&B esintileriyle dolu bir müzikal deneyim sunuyor.
Frazer'ın söz yazımı, geçmişe ait hikaye anlatım tarzını modern bir yorumla buluşturuyor ve dinleyicisine 37 dakikalık albüm boyunca kalp kırıklığından iyileşmeye uzanan bir yolculuk vaat ediyor.
Açılış parçası Thinking of You, Frazer'ın falsetto vokalleri ve melankolik yaylılarla dinleyiciyi albümün duygusal hikayesine hazırlıyor. Albüme adını veren Into The Blue, nefes kesici başlangıcı ve Frazer'ın vokalleriyle yükselen trompet solosuyla iyileşme sürecine odaklanıyor. Fly Away ise 90'lar R&B havasını yansıtan yapısı ve ve Lydia Kitto'nun vokal katkısıyla geçmişin sıcaklığını dinleyiciye yeniden hatırlatıyor.
Albümün enerjisi, Payback'le zirveye çıkıyor. Alkışla eşlik etme isteği uyandıran şarkı, dansa davet eden ritimleri ve elektrik gitarıyla albümün en hareketli noktalarından biri oluyor.
Funk etkileriyle dolu Time Will Tell ve karamsar ama etkileyici I Don't Wanna Stay, albümün çeşitliliğini ortaya koyarken kapanış parçası The Fool, zengin enstrümantasyonu ve derinlikli sözleriyle Frazer'ın hikayesini zarif bir şekilde tamamlıyor.
Özetle Into The Blue, Aaron Frazer'ın hem vokal hem de müzikal açıdan olgunlaştığını gösteren, modern soul müziğin en etkileyici örneklerinden biri.
1. Thee Marloes – Perak
Soul müziğin köklü geçmişine saygı duruşunda bulunurken, taptaze bir yorumla türü yeniden şekillendiren Thee Marloes, Perak albümüyle büyüleyici bir iş ortaya koyarken dinleyicisinin içine işlemeye geldi.
Endonezya'nın Surabaya kentinden yükselen bu trio, sinematik tınılar, retro soul dokunuşları ve caz esintilerini harmanlayarak kendilerine özgü bir ses yaratmayı başarıyor. Albümün açılış parçasından itibaren grup, dinleyiciyi zamansız bir müzikal yolculuğa çıkarıyor. Özellikle Summer ve favorilerimden True Love gibi şarkılarda duyulan surf rock'a ait gitar dokunuşları, klasik soul'la beklenmedik ama etkileyici bir şekilde el ele yürüyor.
Motown ezgilerine öykünen Midnight Hotline, albümün en dikkat çekici parçalarından biri olarak öne çıkıyor. Natassya Sianturi'nin zarif vokalleri her şarkıya duygusal bir derinlik kazandırırken üçlünün henüz ilk albümü olan Perak, hem müzikal kompozisyon hem de lirik içerik açısından çeşitlilik sunuyor. Albüm, aşk ve ilişkiler etrafında dönse de kırık kalplerden coşkulu tutkulara kadar geniş bir duygusal yelpaze sunmayı başarıyor. Perak, İngilizce ve Endonezce parçalar arasında geçiş yaparken, hiçbir noktada monotonlaşmıyor.
Nostaljik hissettirdiği kadar çağdaş olmayı da başaran Perak, hem romantik bir atmosfer yaratma konusunda uzman hem de dinleyiciye derin bir müzikal deneyim sunuyor.
Thee Marloes, ilk albümle sadece Endonezya'nın değil, küresel sahnenin de dikkatini çekecek potansiyele sahip bir başyapıt. Spotify'da karşıma çıktığı günü çoktan bayram ilan ettim bile...
© The Independentturkish