Fransa'nın orta kesimlerinde yer alan ve dünya genelinde en önemli kısa film etkinliğiyle ünlü olan Clermont-Ferrand şehrinde cumartesi akşamı sona eren 46. Clermont-Ferrand Film Festivali'nde (2-10 Şubat) kadın sorunları ve meseleleri ele alındı.
9 gün boyunca her yerde, her alanda, kamera önünde ve arkasındaki kadınlara dikkat çekildi.
Söz konusu durum, son yıllarda yeni neslin dizginleri eline almasından ve bu önemli sinema etkinliğinde değişim rüzgârlarının esmesinden sonra yaşandı.
Filmler birçok konuyu içeriyordu ama bu döngüde yeni olan şey kadınlara mutlak güç verilmesi ve onların kutlanması, hatta ‘intikamlarının alınması' oldu zira seçilen bazı filmlerden vurgulanan ana duygu bunlardı.
Festival yönetimi, tarih boyunca (festivalde değil küresel düzeyde) kadınlara yapılan haksızlıkları telafi etmek amacıyla sembolik bir girişimle resmi jüri üyelerinin tamamının kadın olmasına karar verdi.
Programda ise kadın haklarına çağrı yapan ve bu hakları keyfi ve bazen kötü düşünülmüş bir şekilde savunan, istenenin tersi şekilde sonuçlar doğurabilecek, yabancılaşma yaratabilecek pek çok bölüm yer alıyordu.
Bütün bunlar Fransa'nın bugünlerde yaşadığı cinsel skandal ve taciz suçlamaları ile ahlaki sorunların gündeme geldiği bir dönemde yaşanıyor.
Söz konusu durum 77 yaşındaki Benoit Jacot ve 80 yaşındaki Jacques Doyon gibi tanınan film yapımcılarından bazılarını etkiledi.
Aktrist Judith Goodrich, Isild Le Besco ve Anna Mouglalis, iki yapımcıyı yıllar önce beraber çalıştıkları sırada kendilerini taciz etmekle suçladı.
Bu olayların bazıları 1980'lere kadar uzanıyordu. Ünlü yönetmen Philippe Garrel de çekimler sırasında uygunsuz davranış suçlamaları ile karşı karşıya kaldı.
Bu durumla birlikte "Me Too" dalgasının Fransa'ya ulaştığı ve şu anda zirve noktasında olduğu net bir şekilde görünüyor.
Dolayısıyla festival, sinema ile oluşmasına neden olduğu kadın imajı arasındaki ilişki üzerine düşünmek için bir platform haline geldi.
Festivalin "Günümüzde kadınları nasıl tasvir ediyoruz? Kadınları nesneleştirmekten nasıl kaçınabiliriz ve kadın hikayelerini aktarırken özellikle de kameranın arkasındaki kişi erkekse, ataerkil anlatıya ve erkek bakışına düşmekten kaçınmanın yolları nelerdir?" gibi sorulardan hareketle, kadının sinemadaki varlığını kendince öne çıkarmayı başardığı söylenebilir.
Sinemanın isyancı kadınları
Kısa bir süre önce sona eren oturumun kadınlara yönelik en önemli programı, dört oturumda sunulan "İsyancı kadınlar" adlı programdı.
Her oturumun başında Fransız-Alman ‘ARTE'nin yapımcılığını üstlendiği feminist bir film yer aldı.
Bu etkinlik, Sanat Fakültesi'nde sunuldu ve etkinliğin büyük amfisi, zamanla erkeklerin oluşturduğu toplumsal standartları ve gelenekleri reddeden kadınların kahramanları olduğu "isyankar kadın" filmlerin gösterimi için bir salona dönüştü.
Ayrıca bazı filmlerin gerçekten pedagojik ruhun hakim olduğu, farkındalık ve uyarı sağlayarak, hak ihlallerinde karşı sesini yükselterek değişim sağlamaya çalışan bir ders niteliğinde olduğu dikkat çekti.
Festivalin bu atmosferde yapıldığı göz önüne alındığında, Katalogda, bir kuruluş tarafından düzenlenen ve yalnızca kadınlara yönelik, bir saldırıya maruz kaldıklarında kendilerini savunmaları sağlamak amacıyla Krav Maga (dövüş sanatı) öğrenme derslerine yönelik bir reklamın yayınlanması şaşırtıcı olmadı.
Fransız-Yunan Ariane Labed'in (yönetmenliğe geçen oyuncu) yazdığı Olla'da (27 dakika), flört uygulamaları aracılığıyla tanıştığı bir adamın evinde kalmak için Fransa'ya gelen Doğu Avrupalı bir genç kadının hikayesi anlatılıyor.
Genç kadın ekonomik koşulları zor olan ülkelerdeki birçok kadından biri, kendisini neyin beklediğini ya da ülkesinde olmayan bir lüksün tadını çıkarmanın karşılığında ne kadar bedel ödemesi gerektiğini bilmiyor ve Fransa gibi bir ülkede tutunacak bir yer bulmaya çalışıyor.
Kadının Fransa'ya gelmesinin ardından, Adam, ölümün eşiğindeki hasta annesiyle birlikte yaşadığı ücra kasaba sakinlerinin dikkatini çekmemesi ve gereksiz ilgiye maruz kalmaması için adını Olla'dan Lola'ya değiştirmeyi öneriyor.
Her karede, onu getiren adamın, kızdan annesine bakmasını, evi idare etmesini, sonra da istediği zaman onunla yatmasını istediği anlaşılıyor.
Kısacası normal bir hizmetçiden sağlamayacağı bazı ayrıcalıklarla onun hizmetçisi olmasını istiyor.
Ancak Olla bunları kendi yöntemiyle reddiyor ve sonuç felaket ve beklenmedik oluyor.
Film, modern kadının arzularını ön plana çıkaran, dünyayı onun bakış açısıyla, pek fazla komplikasyon olmadan tasvir eden feminist bir filmin çarpıcı bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
İsyan burada bedenle başlıyor ve gerek Olla'nın mutfakta kendini tatmin ettiği, gerek yaşlı annenin önünde dans ettiği, gerekse birine para karşılığında cinsel hizmet sunduğu sahnede olsun, filmde de birçok noktada karşımıza çıkıyor.
Zira kadın vücudunu, ona sahip olmak ve onu kendi arzu ve ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmak isteyen adam dışında herkese veriyor.
Filmin güzel yanı ciddiyet ve dram içermemesi. Arka planda beliren trajediye komedi ve alaycı bir gözle bakılıyor.
Olla, kendisini sürekli olarak fiziksel olarak sömürmeye çalışan bir dünyada hayatta kalmaya çalışan karakterlerden biri ama tepkisi her türlü sömürüden daha korkunç oluyor.
Bu da filmi tartışmalı bir konuya dönüştürüyor zira onun tarih boyunca kadınlara yapılan haksızlıkların gidişatını düzeltme çerçevesinde yer alan bir karakter olduğu varsayılıyor.
Filmin feminist iddialarda bulunmayan bir programda gösterilmesinde bir sakınca yok ancak bu özel bağlamda, adaletin anlamına yaklaşımda bir karışıklık olduğu görülüyor.
Sinema tarihinin erkek katiller ve hırsızlarla dolu olduğu, onları hep yücelttiği, vicdanlarda yüksek bir imaj çizdiği, bazılarının ikon haline geldiği doğru ama bütün bunların gidişatı düzeltmekle alakası olmuyor hatta daha ziyade yeni bir farkındalık taşıyan bazı filmlerdeki ahlaki derslerden olabildiğince uzak bir imaj çiziyor.
Her halükarda film alkışlarla izlendi ve seyircilerin bazıları salonu yüzlerinde şaşkınlıkla karışık onaylamama ifadeleriyle terk etti.
İsyancı kadınlar programı ise katılımcıları bugün ile geçmiş arasında gezdirdi. İsviçreli yönetmen Carole Roussopoulos'un 1971 yılında tamamladığı 17 dakikalık "Cinsel ilişkiye girme yeter" adlı film gösterildi.
Film gösterime başlamadan önce festivalden bir yetkili, filmin sarsıcı sahneler içerdiğini ve bunlara dayanamayanların salonu terk etmesi gerektiği konusunda izleyicileri uyardı.
Zira filmde bir kadının, fetüsü doğurmamak için yaptırmaya karar verdiği kürtajın ayrıntılarını gösteren sahneler yer alıyordu.
Bu sahneler bugün bir filmde yer alsaydı kimsenin dikkatini çekmez ancak 1970'li yılların başlarında yayımlandığı sırada, Fransa'da kürtaj kanunen cezalandırılan bir suçtu.
Film bizi bazılarının iddia ettiği gibi günümüzde yeni olmayan kadın mücadelesinin tam ortasına getiriyor.
Yine, meselenin can alıcı noktası beden ve kadınların ona nasıl davrandığına dayanıyor.
Bu bağlamda, Fransa'nın 1970'li yılların başında tanık olduğu, bedenlerini kontrol etme hakkını talep eden kadınlar ve yoldan geçenlerin çoğunun onları dikkatle ve ihtiyatla izlediği ilk sahne ile başlıyor.
Roussopoulos'un kamerası onların destekleyen veya karşı çıkan tepkilerini gösteriyor.
Bazı yaşlı kadınlar da destek veriyor, kendi ifadelerine göre böyle bir gösteriye katılmak için treni kaçırdıklarını belirtiyor.
Bir kadın rahminden doğan yeni dünyaya pek hevesli görünmüyor.
Kendi isteği olmadan hamile kaldığı fetüsün alınmasını talep edenlere, "Cinsel ilişkiye girmeyin yeter" diyor.
Film de adını bu etkili ifadeden alıyor. Söz konusu kısa film, yönetmenin feminist sinema alanındaki liderliğini doğruluyor.
Independent Arabia