Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi geçtiğimiz hafta itibarıyla 25 Ekim 2018’de geldiği görevinde dokuzuncu ayını tamamladı.
Hükümet kabinesinin eksik kalması nedeniyle göreve "topal" olarak başladı. Siyasi partiler daha sonra hükümetin kurulması için yasada belirtilen 14 bakanlık üzerinde ittifak sağlasa da, Irak’ın içinden geçtiği hassas döneme ve IŞİD zaferiyle birlikte yeni bir güvenlik durumunu ele alma zaruretine rağmen, içişleri ve savunma bakanlıkları noktasında anlaşmazlıklar sürdü.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Abdulmehdi göreve geldiği günden bu yana, hükümet içinde kendi iradesini karşı tarafa dayatmak isteyen siyasi partiler arasındaki çatışmalar o derece şiddetlendi ki, bazı dönemlerde sokağa yansımaları dahi oldu. Ayrıca Abdulmehdi’nin idaresi için istediği bağımsız karar alma iradesine, içişleri ve savunma bakanlığı üzerinde hak iddia eden gruplar tarafından haciz konuldu.
Sünni cephesinde savunma bakanlığı için partilerin kendi aralarında giriştiği rekabet ve çatışma ortamına Vataniyye Koalisyonu lideri İyad Allavi dahil olmuş, içişleri koltuğu için de Şii cephe adeta ikiye bölünmüştü. İran ekseninde dönen grup koltuk üzerinde hak iddiasında bulunurken, ikinci grup “reform ve değişim” sloganlarıyla bu talebe karşı çıkıyordu. Ancak ikinci grup bu söylemlere rağmen hükümet içindeki koltuk kapma yarışından da geri durmuyordu.
ABD geri planda durdu
Bu iki Şii grup arasındaki çatışmalarda bölgedeki gerilimin rolü olduğu da bilinen bir gerçekti. İran eksenli grubun, içişleri bakanlığı koltuğuna oturacak ismin kendi saflarından olmayan bir isimi reddedeceklerini yüksek sesle dillendirmesiyle iki taraf arasındaki şiddetli çatışmalar iyice gün yüzüne çıktı.
İran eksenli grup, Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin de desteğiyle Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Haşdi Şabi Heyeti Başkanı Falih Feyyad’ı tek aday olarak sundu. Ancak karşı tarafta İran’ın bu yöndeki iradesinin kırılmasında başarılı olan Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr, daha önce bu bakanlığın Şii grupların üstlenmesinden hareketle, grubuna sıra geldiğini ve kendilerine yakın bir ismin sunulması gerektiğini ifade etti.
Sadr’ın açıklamaları içişleri koltuğunun uzunca bir süre boş kalmasına yol açtı. Tüm bu çatışmalar karşısında seyirci kalan ABD yönetimi ise doğrudan bir müdahaleden kaçınarak geri planda durmayı tercih etti. Hatta Bağdat Büyükelçiliği vasıtasıyla, Şii gruplar arasında uzlaşı sağlanması halinde Feyyad’ın bakanlık koltuğuna oturmasını saygıyla karşılayacaklarını beyan etti.
Sünni cephesinde de daha çok savunma bakanlığı üzerinde yaşanan tartışmaların dozu günden güne arttı. Bu cephedeki çatışmalar Milletvekili Muhammed Kerbuli ile Hamis el-Hancer arasında gerçekleşti. Daha sonra bu çatışmaya, Sünni siyasetin bir parçası olması hasebiyle koltuk üzerinde kendisinin de payı olduğunu belirten İyad el-Allavi dahil oldu.
Kabinenin tamamlanması
Bu iki bakanlık üzerinde yaklaşık 9 ay süren tartışmalara rağmen, çözüm hamlesi, söz konusu çatışmalardan tamamen bağımsız, dikkat çekici ölçüde hızlı ve arkasında bazı soru işaretleri bırakarak geldi. Özellikle bu noktada geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen ve sürpriz bir şekilde kamuoyuna duyurulan görüşmeye dikkat çekmek gerekir. Söz konusu görüşmede İran’ın Bağdat Büyükelçisi, Kudüs Gücü Komutanı Başdanışmanı General İrek Mescidi ve İyad Allavi kapalı kapılar ardında bir araya geldi. Allavi, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, İran’ın Irak’ın içişlerine müdahalesine değinmeksizin, ABD’nin İran’ı kuşatmasını kabul etmediklerini ifade etti.
Bu görüşme daha sonra Allavi tarafından önerilen Necah eş-Şamarri isminin savunma bakanlığı koltuğuna oturmasına zemin hazırlayacaktı.
Karşı cephede ise Şii grup ve partiler Yasin Yasiri’nin İçişleri Bakanlığı'na seçilmesi karşısında sessiz kaldı. Özellikle de bu grupların içişleri koltuğu için kopardığı onca gürültüye rağmen hep birden sessizliğe gömülmeleri dikkat çekti.
İlk bakışta bu iki ismin kabinedeki eksik koltuklara seçilmesinde asker kökenli olmalarının etkili olduğu düşünülebilir. Ancak bununla birlikte ikisinin de ABD’nin razı olduğu isimler olduğunu söylemek mümkün. Şöyle ki, Şamarri 2003 sonrası ABD askeri üslerinde çalışmış ve Amerikan askerlerinin gözetiminde eğitim almıştır. Ayrıca icra ettiği görevler arasında Özel Kuvvet Tugay Komutanlığı, Özel Harekat Görev Gücü Komutanlığı ve Terörle Mücadele Kuvvetleri Komutan Yardımcılığı bulunuyor. Dolayısıyla Şamarri, ABD’nin isteğiyle uyuşan ve kendisine karşı provokatif bir eyleme girişmeyecek en uygun isim olarak beliriyor.
Diğer taraftan savunma bakanlığı koltuğuna oturan Yasiri de askeri gelenekten gelen ve ABD üslerinde eğitim almış bir isim.
Iraklı siyasi partilerden hiçbiri veya bu ülkedeki gelişmeleri yakından takip eden hiç kimse, İran’ın Irak’ta alınan kararlar üzerinde etkisi olmadığını söyleyemez. Özellikle de hükümetin kurulması ve siyasi partiler arasında bölüştürülen makam koltukları hususunda. Bu nedenle Irak’taki İran eksenli güçlerin, özellikle de Haşdi Şabi’nin, iki bakanlığa seçilen isimlere itiraz etmemesi, rahatsızlık belirtisi göstermemesi ve Tahran’ın adayı Falih el-Feyyad adını rafa kaldırması oldukça dikkat çekici gelişmelerdi.
Haşdi Şabi’nin kapatılması
İran’ın “iyi niyet gösterisi” sadece iki ismin seçilmesine yeşil ışık yakmakla kalmadı, bunun da ötesine geçerek, Abdulmehdi’nin birkaç gün önce imzaladığı 237 numaralı kararname ile zirveye ulaştı. Kararname uyarınca Haşdi Şabi’nin Irak Silahlı Kuvvetleri’ne dahil olması ve Başkomutan sıfatıyla Abdulmehdi’nin emirleri doğrultusunda hareket etmesi gerekiyor.
Abdulmehdi’nin yayınladığı kararnamede, ordu dışında silah taşımakta ısrar eden grupların yasadışı sayılacağı ve arzu etmeleri halinde siyasi sürece katılabilecekleri kaydediliyor. Kararnamede, Haşdi Şabi’ye bağlı grupların ekonomik büroları ve askeri kontrol noktalarının kapatılması talimatı veriliyor. Görünüşe göre burada ‘gruplar’la doğrudan İran’a bağlı bulunan 3 silahlı örgüt kastediliyor. Bunlar Asayib Ehli Hak, Nuceba Hareketi ve Hizbullah örgütleridir.
Bu talimata uyarak fesih kararı alan, askeri faaliyetlerine son verdiğini duyuran ilk grup Mukteda es-Sadr’ın liderliğindeki Saraya es-Selam adlı milis gücü oldu. Sadr daha önce de benzer bir adım atarak kurucusu olduğu Mehdi Ordusu’nu feshetmişti.
Zamanlama
Irak’ta kabinenin tamamlanması ve silahlı örgütlere ‘çeki düzen’ verilmesi bölgede hassas gelişmelerin olduğu bir dönemde geldi. Sözgelimi bu iki konu, Irak’ın geleceğini tayin etmeyi arzulayan İran ve ABD arasındaki gerilimin merkezini teşkil ediyordu.
İran isteseydi şayet, 25 Ekim 2018’den bu yana süren tartışmaları noktalayıp çözüme kavuşturabilirdi. Ancak özellikle bu zaman diliminin seçilmesi, hiç de boşuna değil. Zira bu zamanlama, İran’ın ABD yönetimine, başta bölgedeki çıkarları ve müttefiklerini korumak üzere çeşitli dosyalarda olumlu işbirliği yapabileceği yönünde mesajlar ilettiği bir döneme tekabül ediyor. Bu nedenle İran, ABD ve müttefiklerinin bölgedeki çıkarlarını sağlama ve bölge ülkeleri üzerindeki etkisini sınırlama yoluyla, Irak özelinde attığı olumlu adımları Yemen, Suriye, Lübnan ve Filistin dosyalarına da genelleştirebilir. Yani Tahran, kazanan ve kaybedenin olmadığı, iki tarafın da çıkarlarının korunacağı bir çerçevede Washington ile olumlu işbirliği dönemini başlatmaya hazırlanıyor. Böylece İran, ABD ile çatışmanın temelini oluşturan 3 meseleden birinde daha Washington yönetiminin endişelerinin giderilmesine yardımcı oldu. Ziran İran rejimi, ABD’nin endişeleri arasında ilk sırada yer alan nükleer silah konusunda daha önceki açıklamalarında, bu silahları edinme niyetinde olmadığını vurgulamıştı.
ABD-İran çatışmasının üçüncü maddesi olan balistik füze programı hususunda ise Tahran, Amerikalıların ve bölgedeki müttefiklerinin endişelerinin giderilmesi ve kendi ihtiyaçlarının karşılanması hedefiyle müzakere masasını göstermişti.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independentarabia.com/node/37841
Independent Türkçe için çeviren: Halil Erdoğan