Osmanlı'da birçok idam çeşidi vardı. Çengele geçirmek, iple boğmak, kafasını kesmek ve kurşuna dizmek bu çeşitlerden bazılarıydı.
Bu zorlu mesleği yapan kişilere "Üstâdân-ı Dîvân-ı Hümâyûn" veya "Meydân-ı siyâset ustaları" bizim bugün bildiğimiz isimle 'cellat' denilirdi.
Cellatlık müessesesinin icrasından sorumlu olan kişiler Bostancıbaşı ocağına bağlı olup Fatih Sultan Mehmet zamanında hakları güvence altına alınmıştı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Cellatlar yalnızca saraya hizmet etmezlerdi. Taşrada önemli görevler üstlenen paşaların maiyetinde de cellatlar bulunurdu.
Buna rağmen taşradaki idamların ifası da çoğunlukla İstanbul'dan gönderilen cellatlar tarafından gerçekleştirilirdi.
Cellatlar, resmi olarak Yeniçeri Ocağı'na bağlı olmakla beraber 1826 yılında Vakayı Hayriye'den sonra görevini sürdüren nadir birliklerden olmuştu.
Bu kişilerin görevi yalnızca can almak değildi, sorgulamalarda işkence görevi de cellatlara verilirdi.
1856 senesinde Islahat Fermanı ile işkence şu sözlerle yasaklanana kadar cellatlar işkence görevlerini sürdürecekti;
Her türlü mücâzât-ı cismaniyye ve eziyet ve işkenceye müşâbih kaffe-i muâmele tamamıyla ilga ve ibtâl edilmiştir. Buna rağmen işkence yapan ve yaptıran memurlar Ceza Kanunu'na konacak maddeler mucibince tecziye edilecektir.
Cellatların en yoğun kullanıldığı durumlar isyanlardı. Siyasi isyanlarda genellikle sembolik idamlar gerçekleştirilirdi; ama eşkıyalık suçuyla ortaya çıkan durumlarda idam kararları çok hızlı bir şekilde alınırdı.
Resmi evraklarda Kuyucu Murad Paşa'nın yirmi binden fazla idamı soğukkanlılıkla yerine getirdiğine rahatlıkla ulaşmak mümkün.
Siyasi idamlar ve cellatlar
Cellatlar yalnızca adi suçlardan hüküm giymiş kimseleri öldürmemişti. Saray içi mücadelelerde padişah dahi öldürmüşlerdi.
Bu vakaların içerisindeki en meşhuru 'Genç Osman'ın katlidir.
Bu idamdan sonra Erzurum beylerbeyi Abaza Paşa, Genç Osman'ın katillerini bulmak için binlerce Yeniçeriyi telef etmiş ve ocaklarını başlarını yıkmıştı.
Siyasi idamlar gerçekleştiren cellatlar genellikle kimliklerini gizlemeyi tercih ederdi; ama bu meslek her zaman utanılacak bir görev değildi.
Halk içinde efsaneleşen cellatlar bulunuyordu. Kara Ali bunlardan birisiydi.
Kara Ali, mesleğini şu sözlerle tanımlayacaktı;
Para almak için adam asmıyorum, adam astığım için para alıyorum.
Kara Ali, suçlu olduğuna inandığı mahkûmun canını almaktan tereddüt etmemesiyle bilinen ve herkesin çekindiği bir kimseydi.
Öte taraftan içine şüphe düştüğünde de bu görevi yerine getirmediği dilden dile dolaşırdı.
Sultan İbrahim tahttan indirildiğinde darbeciler meşruiyet kazandırmak için bu cinayeti Kara Ali'ye işletmek istedi.
Kara Ali bu cinayeti reddedince kendisi ve sevdiklerini öldürülmekle tehdit edildi.
Kara Ali, Sultan İbrahim'i katlettikten sonra nedamet getirdi ve bir daha bu mesleği yapmadı.
Kara Ali'nin öldürdüğü kişilerden biri de Şair Nefi idi.
Evliya Çelebi ise efsanelerin aksine Kara Ali'yi şu sözlerle tarif edecekti;
Neuzubillah, çehresinde nur kalmamış zehir gibi bir adamdı. Yaz-kış kolları sıvalı, göğsü bağrı açık gezer.
Suçlu, masum, genç, ihtiyar, haydut, vezir, âlim, Müslüman, Hristiyan, kadın, erkek fark etmez onun için. Yalnız kement geçirilecek boyun, satır çalınacak ense vardır.
Hatta birçok defa, idam ettiği adamın kim olduğunu bile sorup öğrenmez, merak etmez. Amiri olan Bostancıbaşı'nın 'Boğ' dediğini boğar, 'Vur' dediğinin başını uçururdu.
Yine cellatlarla ilgili diğer ayrıntılara seyyahımız Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinden ulaşabiliyoruz;
Pirleri Eyüb Basrî hazret huzurunda Selman-ı Pak belini bağladı. Şerr-i Resûl-i müberrâ nasr-ı kat'-i fermân-ı Rabbü'l-izzet huzur-Resûlde ibtida bunlar bir katili seyf-i Ali ile katl ettiği için cellatların piridir ve daima şer' ile katle müstehak olub pâk-ı gasl edip meydan-ı siyasete götürüp günagün teselli ile tecdîd-i imân getirdüb ve şehâdet-i kelime-i söz getirdüb yönünü kıbleye müteveccih edib bir kere sağ eliyle katlolunacak kimsenin başını sıvayıp herif mebhut oldukda besmele ile kılıcı iki eline alıp mücrimin kellesini teninden cüdâ eder deyü ruhu için Fatiha-i şerîf tilâvet edib cümle huzzâr-ı meclise maktulün yanında nasihat edib 'Bu adamdan ibret alın' deyü va'z-ı nasihat ederdi.
Yüz yetmiş beşinde merhum olub bizzat Muaviye hazretleri meytini getirdib Şam-ı Şerîf'de Paşa Sarayı'nın kapısı civarında defn edüb üzerine bir kubbe inşa ettiğini anlatmaktadır.
Reşat Ekrem Koçu'ya göre Osmanlılar; cellatları, Kıpti ve Hırvatlardan seçerlerdi.
En usta cellatlar, dilsizler arasından seçilirdi ya da zamanla dilleri kesilirdi.
Bugün Topkapı Sarayı'nın Balıkhane Kasrı ve Kapısı hakkında bu denli yoğun efsanelerin olmasının nedeni cellatların burada bulunuyor olmalarından ileri gelirdi.
Cellatlar, işkence görevini de yapıyor olmalarına rağmen, idamı kesinleşmiş birine asla zulmetmezdi. Ona büyük bir hürmet ve saygı göstererek güvenini kazanırdı.
Son fasılda idamlık mahkûma kızıl renkli bir şerbet ikram ederlerdi. Bu geleneğe göre şerbet biter bitmez mahkûm cellat tarafından boğazlanırdı.
Topkapı Sarayı'nda bulunan Cellatlar Çeşmesi'nin adı da tesadüfi değildir. Bu çeşmenin başında yüzlerce devlet adamı katledilmişti.
Cellatlar işlemlerden sonra temizlenmek ve su içmek için bu çeşmeyi kullanırdı.
Yeniçeri Solak Hüseyin, malum çeşmenin önünde gerçekleşen bir vakayı şöyle aktaracaktı;
Davud Paşa'yı Kapucular Odası'ndan (Kapuarasu) çıkarub çeşme önünde Siyaset Meyda'nda çökertdiler. Cellad ileri gelüb Davud Paşa'nın başından bin naz ve istiğna ile dülbendini çıkarub kâh kolunu sığayub kâh kılıcı çıkarub omzundaki peştemaline silüb oyalanırdı.
Bu mahalde Sadrazam muzhzır ağayı gönderib 'Tiz padişahın emri yerüne gelsün boynu urulsun!' diye muhzır gelüb cellâdı yerinde bulamadı, cellâdı bekledi.
Cellâd geldiğinde 'Nerede idin?' deyince 'Diğer kılıcı getürmeğe gitdim!' dedi. Muhzır ağa 'Tiz imdi maslahatın gör!' dedi.
Cellâd 'Emir padişahın' deyüb kılıcı kınından çıkarub Davud Paşa'nın başı üzerinde döndürüb, Davud Paşa'nın başına indirmek üzere iken ihsan - dîdeler 'Sakın urma!' diye çağışırışub diğer cumhur 'Elbette ur' diye çağrışdılar.
Osmanlı tarihinde uzun iktidarına rağmen en az idam cezası uygulayan Sultan Abdülhamid, halk arasında kötü bir üne sahip bu çeşmeyi söktürerek yerine yeni bir çeşme taktırmıştı.
Osmanlı dönemindeki en tartışmalı idam cezası hiç şüphesiz Fatih Sultan Mehmet döneminde yasalaştırılan 'Kardeş Katli' kanunudur.
Bu uygulama hiçbir günahı yokken ve daha kundakta bebek olmasına rağmen bazı şehzadelerin idam edilmesine neden olmuştur.
Fatih, bu kanunu şu sözlerle yasalaştıracaktı;
Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katl etmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmişdir. Anınla âmil olalar.
Osmanlı'da idamlar çoğunlukla 'salb'; yani iple boğmak şeklinde gerçekleştirilse de recm, kafa kesmek, denize atmak, vücudu çengellere geçirmek (çoğunlukla Müslüman öldüren gayrimüslimlere uygulanan acı verici bir yöntemdi), kazığa oturtmak (çok nadir uygulanmış ve genellikle eşkıyalık cürmüne isnaden uç bölgelerde tatbik edilmiştir) ve son dönemde kurşuna dizmek yöntemleri kullanılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet'in Hurifileri ve Hurifi liderini yakarak idam ettirdiğine dair iddialar olmakla beraber, bu yöntem İslam hukukunca kesinlikle men edilmiştir.
Yine Fatih döneminde bir kalpazanın derisi yüzülerek idam edildiğine dair bazı görüşler mevcutsa da bu iddia da zayıf delillere dayanmaktadır.
Denize atmak suretiyle idam cezası Osmanlı'da bulunmazdı. Bu yöntem daha çok sarayda ortadan kaldırılacak biri varsa uygulanan bir yöntemdi.
Başka bir deyişle esasen bu idamdan çok cinayet olarak ele alınacak bir hadisedir ki elimizde bu konudaki kaynaklar yetersizdir.
Yine 'topa koyup ateşlemek' şeklindeki idam iddiaları da güçlü delillere dayanmaz.
Bu türden iddialar çoğunlukla seyyahların hayal güçlerine dayanmaktadır.
Ve ok taliminde idamlık suçluların canlı hedef olarak kullanıldığı iddiaları bu kez yerli seyyahımız Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sine dayanmaktadır.
Evliya Çelebi, Reşat Ekrem Koçu ve yabancı seyyahların iddiaları birbirinden ilgi çekici olsa da ciddi delillere dayanmaz.
Doğru olsalar bile bu ve benzeri iddialar ciddi kaynaklarda yer almamaktadır. Bu sebeple kurumsal bir uygulama alanına sahip olduğunu söyleyemeyeceğiz.
İdamı uygulayan cellatların hikâyesi ise bir başka dosyanın konusu olduğu için burada değinmeyeceğiz; ama bu işi Osmanlı'da eskiden beri Çingenelerin yaptığı bilinmektedir.
Bu görevi ifa eden kişiler yalnızca cellatlar değildi. Özellikle subaşı ve asesbaşları cellatlık görevini yerine getirirlerdi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish