İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) düzenlediği 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında vals gösterisinin yer alması törenlerle ilgili en çok konuşulan konuydu.
Valsın sosyal medyada paylaşılması sonrası birçok kişi sekülerizmin simgesi kabul edilen dans gösterisi üzerinden siyasi ve sosyolojik analizler yaptı.
Çoğu kişiye göre iktidarın el değiştirmesiyle birlikte toplum da dans ritimleri üzerinden değiştirilecek, "AK Parti'nin aşındırdığı çağdaş Türkiye tablosu" yeniden yerli yerine oturtulacaktı.
Madalyonun öbür tarafında ise tam tersi bir istikamet vardı.
20 yıllık AK Parti iktidarında birçok kazanım elde etmiş mütedeyyin ve muhafazakar kitlelerin "kazanımlarımızı kaybedeceğiz" korkusu üzerinden yapılan analizler, "olası CHP iktidarında sizi kötü günler bekliyor" kabulü üzerinden bitiyordu.
Ara ara, 28 Şubat sürecinin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 1997 yılında Ankara Müzik Festivali'nin açılış konserinde sarf ettiği şu sözler gündeme getiriliyordu: Değerli sanatçılar, müzikseverler, sanatseverler, hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Bu muhteşem tablo, 'Çağdaş Türkiye tablosudur.'
Cumhurbaşkanı Demirel'in sözleri festivale katılan yüzlerce kişinin "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganlarıyla kesilmiş, konser öncesi Refah Partili Kültür Bakanı İsmail Kahraman ıslık ve yuhalamalarla protesto edilmişti.
Bu olay, Türkiye'nin muhafazakar kitlelerinin hafızasında kaldı.
Çünkü çok kısa süre sonra Refah-Yol hükümeti bitmiş, imam-hatiplerin orta kısımları kapatılmış, lise kısmında okuyanların üniversite eğitimlerinin önüne engeller getirilmiş, başörtüsü yasağı çok sert bir şekilde uygulanmaya başlanmıştı.
Bütün bunlardan 5 yıl sonra AK Parti iktidarı başladı ve muhafazakarlar çeyrek asırdan fazla bir süredir ülkeyi tek başına yönetiyor.
Bu süreçte benzer yakınmalar sekülerlerden duyuldu. Hayat tarzlarına müdahale edildiğini düşünen seküler kitleler rahatsızlıklarını hep dışa vurdu.
İktidarın kan kaybettiği iddialarının daha sık konuşulmaya başlandığı bu günlerde muhafazakarlar yeniden bir "rövanş korkusu" yaşıyor mu?
Bu korku yerli-yerinde bir korku mu?
Seçmen eğilimlerinde belirleyici mi?
"Muhafazakarlar, 'endişeli modernlerin' yıllar önce yaşadığı korkuyu yaşıyor"
Siyaset Bilimci Prof. Dr. Şakir Dinçşahin'e göre bu "dikkate değer bir kaygı."
Dinçşahin, "'Eski Türkiye' olarak bilinen dönemde muhafazakarların yaşadıkları haksızlıklar toplumsal hafızda çok da unutulmuş unsurlar değil. Zaman zaman tazeleniyor, akla geliyor. Bunun seküler kesimdeki karşılığını Binaz Toprak yıllar önce 'endişeli modernler' diyerek nitelemişti. O dönem sekülerlerin yaşadığı kaygının benzerini şimdi dindar kesimler yaşıyor. Benzer bir halet-i ruhiye. Bu durum da toplumsal kutuplaşmayı ve güvensizliği arttırıyor. Demokratik pekişmenin önünde bir engel. Bu, Türk demokrasisinin bir kamburu" dedi.
"'İnançlarım uğruna fedakarlık yapmalıyım' diyen toplum kesimleri var"
Türk seçmenin, seçimden önce ekonomisini kontrol ettiğini, cebindeki paraya baktığını ve 'Acaba muhalefet iktidarda olsaydı cebimdeki para artar mıydı, daha mı iyi olurdu, daha mı kötüye giderdik' diye düşünerek ona göre karar verdiğini ifade eden Dinçşahin, "Bir de duygusal yaklaşım var. Mutfağındaki hesaba bakmaksızın 'Fikirlerim iktidarda, mutluyum, gururluyum, daha güzel günler gelecek ben de bu fedakarlığı inancım adına yapmalıyım' diye düşünen bir toplum kesimi vardır. Bunun örneğine sokak röportajlarında rastlıyoruz. Ekonomiden yakınan insanlar 'kime oy vereceksiniz' sorusu sorulduğunda yine AK Parti diyor. Tabii bunun yoğunluğunu tespit etmek için sahada ciddi araştırmalar yapmak gerekiyor" ifadelerini kullandı.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, vals gösterisinden sonra kişisel Twitter hesabından şunları yazmıştı:
"Kurucu değerlerimiziz, hiçbir grubun aleyhine kullanılmasına geçit vermeyeceğiz. Baskıya dayalı bu çağdışı bakışa dimdik karşı duracağız. Türkiye'de hiç kimse kendisini üvey evlat hissetmeyecek. Bu memleket bizim, hepimizin."
Kurucu değerlerimizin, hiçbir grubun aleyhine kullanılmasına geçit vermeyeceğiz. Baskıya dayalı bu çağdışı bakışa dimdik karşı duracağız.
— Ali Babacan (@alibabacan) September 5, 2021
Türkiye’de hiç kimse kendisini üvey evlat hissetmeyecek. Bu memleket bizim, hepimizin.
"Rasyonel bir strateji değil"
Siyaset bilimi profesörü Tanju Tosun, İBB'nin vals gösterisi üzerinden özellikle DEVA Partisi'nin sosyolojisini genişletmek için bir hamle yaptığına değiniyor.
DEVA Partisi'nin şimdiye kadar muhafazakar kitlelerle bütünleşme noktasında sorunlar yaşadığı iddia ediliyordu.
Prof. Dr. Tosun, partinin bu konuda "muhafazakarlara daha çok açılmak için" bir hamle yaptığı görüşünde ama bu tür hamlelerin başarılı olup olmayacağı konusunda çekinceleri var:
"İnanç referansıyla birtakım siyasi stratejiler geliştirmek anlaşılabilir bir durumdu. Ama özellikle AKP iktidarında inanç temelli kazanımlarda ciddi bir konsensüs oluştu. Son yapılan bir araştırmaya göre CHP'lilerin bile yüzde 80'inin başörtüsü yasağına karşı olduğunu beyan ettiklerini görüyoruz. İktidar, iktidar çevresi ve muhafazakarlardan oy almak isteyenler ‘acaba tutar mı' diyerek böyle bir stratejiye yönelmiş durumda. Ama bunun üzerinden gitmek rasyonel bir strateji değil. Türkiye'de muhafazakarlık da rasyonelleşiyor. Hesap-kitap işine dönüyor. Muhafazakar eğer fakirse daha da aç kalmak istemiyor, zenginse daha zengin olmak istiyor. Bu koşullar altında böyle bir stratejinin tutması mümkün değil."
Siyasi parti temsilcileri ise muhafazakarların kazanımları ve yaşadıkları korkuyla ilgili Independent Türkçe'ye şu değerlendirmelerde bulundu:
CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu: Yersiz bir korku değil, Kılıçdaroğlu bunun farkında
Bu korkunun iki nedeni var. Önceki dönemlerde dindar insanlar rahatsız edildi. Sıkıntılar yaşadılar. Şimdi haklı olarak "tekrar bunları yaşar mıyız" diye soruyorlar. İkinci neden ise dindarların destekliği siyasi parti iktidara geldiğinde bir rövanş algısı içinde oldu. "Geçmişte devlet imkanlarını kullanarak bizim yaşam tarzımıza müdahale edildi, şimdi biz onların yaşam tarzına müdahale edeceğiz" dediler ve böyle davrandılar. Dindarlar gerçek bir soru soruyorlar, duydukları korku ezbere değil, bir temeli var. Tabii ki CHP'nin tamamı için söylemiyorum ama Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi bunun farkında. İmamoğlu zaten farkında. Bu, Türkiye'nin en büyük problemlerinden biri ve aşmamız gerekiyor. İktidar gücünü kullanarak hiçbir inanç, din ve mezhebe farklı davranılmaması, laikliğin de bu olmadığı kanaatindeler. Son tahlilde seçim davranışını temelde etkileyecek olan da bu değildir. Asıl etkili olan geçim sıkıntısıdır, adaletsizliktir. Bunlara karşı oy kullanacaklar. Bu konuda hükümete karşı bir tepki oluşmuş durumda.
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya: Kazanımlardan dönüş olacağına ihtimal vermiyorum
Türkiye'nin kutuplaştığı bu süreçte iki tür muhalefet olduğunu görüyoruz. Birincisi örgütlü siyasi yapıların yaptığı muhalefet diğeri ise bazı sosyal medya hesaplarının yürüttüğü muhalefet. Aslolan ve dikkate alınması gereken siyasi örgütlü yapıların toplum kesimlerine hassasiyet gösterip göstermeyeceği meselesidir. Bireysel muhalefet yapan sosyal medya hesapları üzerinden bir analiz yapılmamalı. Aklıselim sahibi siyasetçilerin bir arada yaşama kültürü oluşturacağına ilişkin bir güven sağlanmalı. Türkiye'de 20 yıllık süreçte önemli gelişmeler yaşandı. 367 krizi, Ergenekon- Balyoz davaları, Çözüm Süreci… Bir ülkenin neredeyse yaşayabileceği her şeyi kısa bir sürede yaşadık. Herkesin bu süreçten gereken dersi aldığını umut ediyorum. Ülkeyi yönetmeye talip kişilerin dar bir grubun etkisine girerek bunu yapamayacağı artık kesinleşti. Kazanımlardan dönüş olacağına ihtimal vermiyorum.
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selim Temurci: Kazanımlarımızı, haramlarını meşrulaştırmaya çalışanlar koruyamaz
Demokratik toplumun vazgeçilmezi, hak ve özgürlüklere duyulan saygıdır. Gelecek Partisi programının ilk maddesine insan ve insan onurunu koyduk. AK Parti döneminde yapılan doğru işleri inkar etmiyoruz. Katsayı ve başörtüsü meselesi sadece muhafazakar kesimin değil Türkiye'nin demokratikleşme problemleriydi. Türkiye'de bir 367 krizi olmasaydı belki de Cumhurbaşkanlığı Sistemi gelemeyecekti. "411 el kaosa kalktı" başlıkları atılmasaydı çok daha farklı bir demokratik iklime sahip olacaktı. Türkiye'de mazinin getirdiği vesayet makamlarının muhafazakar kesimler üzerinde oluşturduğu bir baskının olduğunu unutamayız. AK Parti'ye oy vermiş muhafazakar-mütedeyyin kesim, kazanımlarını kaybetme korkusunu 2 yıl önce daha çok duyuyordu. AK Parti bir siyasi hareket olarak önce adalet, özgürlükler ve insan diyerek yola çıkmıştı. Şimdi kendi ilkelerin de sattı, Doğu Perinçek ile iş tutan, rotasını onların belirlediği bir harekete dönüştü. Hatta AK Parti, mütedeyyinlerin değerlerini kullandığı için bu değerleri toplum, özellikle gençler tarafından sorgulatır bir hale getirdi. "Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele edeceğim" diyerek işe başlayanlar şimdi yolsuzlukların içinde debeleniyor. Kazanımlarımız çok önemli ama kazanımlarımızı, değerlerimizi kullanarak kendi haramlarını meşrulaştırmaya çalışanlar koruyamaz. Kazanımlarımız, değerlerimize ihanet edenlerle makes bulamaz. İdeallerini unutup iktidar için yaşayanlar değerlerimizi koruyamaz. Onun için Gelecek Partisi var. Vesayet unsurlarının hükümetler üzerinden baskı kuramayacakları, laikliği bir sopa olarak mütedeyyinlerin karşı kullanamayacakları ama aynı zamanda FETÖ benzeri yapıların kutsallarımızı kullanarak devlete musallat olamayacakları özgürlükçü laikliği savunuyoruz. Şimdi bırakın kazanımlarımızı korumayı, konuşmaktan korkan bir Türkiye ile karşı karşıyayız.
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Elif Esen: Köpürtülen kaygı yersiz
DEVA Partisi’nin kuruluşlundan bu yana durduğu çizgi belli. Hak ve özgürlüklere saygılı, hayat tarzlarına müdahalelerin olmadığı bir tarz oluşturulması için belli bir noktada duruyoruz. Köpürtülen kaygının yersiz bir kaygı olduğunu düşünüyorum ama Türkiye bundan çok zarar görüyor. Ülkemizin geleceğe ilerleyebilmesi için demokratik platformda, ortak kesişim noktalarında buluşmamız gerekiyor. Demokrasi, kimsenin kimseye baskı kurmadığı, herkesin birbirinin yaşam tarzına saygı duyduğu bir zemin. Bu zemin üzerindeki aksaklıkları aşabilmemiz için ise liyakatli kadrolara ihtiyaç var. Seçmen eğilimleri yersiz korkular üzerinden değil ekonomi, ekonominin de sağlam bir şekilde işleyebilmesi için de adalet ve hukuk üzerinde yükselecek. Biz, liyakatli kadrolarda bir sistem ve zihniyet dönüşümünden bahsediyoruz.
© The Independentturkish