Türkiye, son yıllarda Doğu Afrika'da bulunan Somali ve Sudan gibi ülkelerle yakın ilişkiler geliştirmeye çalışıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) ikili anlaşmalar kapsamında Somali'de bir üssü bulunuyor ve bu ülkenin silahlı kuvvetlerine eğitim desteği veriliyor.
Yine Sudan'a bağlı Sevakin adası burada bulunan Osmanlı eserlerinin restorasyonu amacıyla geçici süre Türkiye'ye tahsis edildi.
Türkiye'nin Doğu Afrika'ya ilgisi yeni değil.
Osmanlı döneminde Sudan, Habeşistan olarak bilinen Etiyopya, Eritre ve Somali'de ciddi etkinlik ve ilişkiler geliştirilmiş, Sudan'ın belli bölgelerinde ve Eritre'de geçici sürelerle de olsa hakimiyet sağlanmıştı.
Ancak gerileme döneminde Osmanlı devletinin fiziki varlığı buralarda son bulsa bile ilişkileri sürmeye devam etti.
Bunun sonucunda I. Dünya Savaşı'nda özellikle Osmanlı'nın istihbarat servisi "Teşkilat-ı Mahsusa" bu bölgelerde o günün koşulları içinde azami faaliyet göstererek, yöre halkını ve devletlerini yanına çekmeye, İngilizler başta olmak üzere İtilaf devletlerine karşı harekete geçirmeye çalıştı.
Tarihçi Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, Teşkilat-ı Mahsusa'nın I. Dünya Savaşı'nda pek az bilinen Doğu Afrika faaliyetlerini Ötüken Yayınları'ndan çıkan "Teşkilat-ı Mahsusa'nın Doğu Afrika Faaliyetleri" kitabında anlattı.
Yılmaz'ın kitabı Teşkilat-ı Mahsusa'nın daha çok Sudan, Habeşistan ve Somali'deki faaliyetlerini irdeliyor.
En çok Sudan üzerinde faaliyet gösterildi
Teşkilat'ı Mahsusa'nın kitapta da anlatılan üç ülke içerisinde en çok yoğunlaştığı yeri ise Sudan.
Afrika Grup Komutanı Nuri Killigil Paşa, Sudanlıları ayaklandırmak ve Osmanlı yandaşı Darfur Sultanı Ali Dinar'a siyasi, askeri destek sağlamak için savaş boyunca Sudan'a pek çok Teşkilat-ı Mahsusa ekibi gönderdi.
Bu ekiplerin çoğunun başındaki görevliler genellikle Afrika Grup Komutanlığı bünyesindeki subaylar olup en bilinenleri Binbaşı Almas Efendi, Teğmen Abdülcelil Efendi, Binbaşı Cafer el-Askeri Bey, Kurmay Binbaşı Mehmed Tarık Bey, Yüzbaşı Mehmet Ata Efendi, Piyade Üsteğmen Ali Rasim Efendi'ydi.
Bunların her birinin kendine göre oldukça ilginç yaşam öyküleri bulunuyor. Kitapta bunlara yer veriliyor.
Sudanlı Almas Efendi'nin İngiliz ordusundan Teşkilat-ı Mahsusa'ya uzanan heyecan dolu bir yaşamı var
Özellikle Sudan'a giden ekipte yer alan ve aslen Sudanlı olan Abdullah Almas Efendi'nin farklı bir yaşam hikayesi vardı.
1900 yılında Mısır'daki İngiliz ordusuna katılan, 1907'de yüzbaşı rütbesine kadar yükselen Almas Efendi, Osmanlılar ile İtalyanlar arasındaki Trablusgarp Savaşı sırasında Türk subaylarına yardım etmiş hatta iki topun Mısır'dan Libya'ya geçirilmesi sağlamıştı.
Bu nedenle hakkında İngilizlerce soruşturma bile başlatılmıştı. Almas Efendi, bir süre sonra firar ederek Libya Derne'de bulunan Osmanlı güçlerine katıldı.
Tobruk'ta Enver Bey'in eniştesi Yarbay Nazım Bey'in yanında komutan yardımcısı olan Almas Efendi, savaş sırasında gösterdiği büyük kahramanlıklar nedeniyle "Bütün Sudanlılar gibi çılgınca bir cesarete sahip ve her şeye dayanıklı bir yiğit" olarak tarif edilmişti.
Türk subaylarla İstanbul'a dönüp teşkilata katıldı, bir yelkenli ile Sudan'a görevli döndü
Savaş sırasında Libya'da bulunan Enver Paşa ile tanışan Almas Efendi, savaşın bitiminde Mısır'a dönmeyerek Türk subaylarıyla birlikte İstanbul'a geldi.
I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Teşkilat-ı Mahsusa'ya katıldı.
Teşkilat tarafından Sudan'a yönelik faaliyetler sürdürmekle görevlendirildi.
İstanbul'dan yola çıkan önce Bağdat'a, sonra Yafa'ya, ardından Bingazi'ye son olarak da Suudi Arabistan'daki Cidde'ye geçen Almas Efendi, burada aldığı gizli emir ile 7 Kasım 2014'te beraberinde olan altı Osmanlı casusu ile birlikte yelkenli bir tekne ile Kızıldeniz'e açılarak Sudan kıyılarına ulaştı.
Dilenci kılığında girdiği karargahta Mısırlı subayın karşısına Türk subayı kıyafetleriyle çıktı
12 Kasım 1914'te Takarna kabilesinin köyüne gelerek bir odaya yerleşen Almas Efendi, bir din adamı ve derviş gibi giyinerek faaliyetlerine başladı.
Sudanlı olması dikkat çekmesini engelliyordu. Yerel kıyafetlerle keşif faaliyetlerini sürdüren Almas Efendi, 16 Kasım'da dilenci kılığında Port Sudan'da bulunan İngiliz karargahına sızmayı başardı.
Derviş, dilenci veya bir meczup görünümünde karargaha giren Almas Efendi, Mısırlı askerleri ziyarete gelmiştir.
Nitekim dini kıyafetlere bürünmüş bir şekilde tabur komutanıyla görüşmek istediğini dile getirir.
Kendisine beklemesini söylerler.
Fakat üst düzey Mısırlı subay odaya girdiğinde kıyafetini çoktan değiştirmiş olan Almas Efendi, odada bir Türk subayı kıyafetiyle oturmaktadır.
Mısırlı subaya Enver Paşa'nın emriyle geldiğini bildiren Almas Efendi, cihat ilan edildiğini, Türklerin Mısır'a girmesi durumunda tavırlarının ne olacağını ve İngilizlere karşı mücadele edilmesi gerektiğini vurgular.
İhbar edilip yakalandı, akıbeti bilinmiyor
Bu konuşmanın ardından beklemesi gerektiğini söyleyerek odadan ayrılan Mısırlı subay, Almas Efendi'yi İngiliz general Wilson'a haber verir. Karargaha gelen Wilson, Almas Efendi'yi tutuklatır.
Almas Efendi'nin üzerinde yapılan aramalarda şifreli yazışmalar, bir kitap, Mevlid-i Şerif ele geçirildiği gibi kaldığı Takarna Köyü'ndeki odada da Enver Paşa ve Cidde mutasarrıfıyla yaptığı gizli yazışmalar ele geçirilir.
Almas Efendi'nin yakın çevrelerine kadar sızmış olması İngilizleri çok tedirgin etmiş ve emirlerindeki Müslüman askerlerin sadakatleri konusunda endişeye sevk ederek, onları olası yeni Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarına karşı önlem almaya yöneltmişti.
Almas Efendi'nin ise bundan sonra ki akıbeti tam olarak bilinmiyor.
Sadece İngilizler arasında yapılan bazı yazışmalarda idama mahkum edildiği ancak cezasının müebbet hapse çevrildiği anlaşılmıştı.
Kızıldeniz'de Türk-Alman ortak istihbarat heyetinin bulunduğu teknede gergin anlar
Sadece Türkler değil aynı zamanda Almanlar da aynı bölgeye ajanlar göndererek halkı İngilizlere karşı gelmeye teşvik ediyordu. Hatta bazen iki ülke ortak ekipler oluşturarak bölgeye gidip ortak istihbarat çalışması yürütüyordu.
Ancak Doğu Afrika'daki ve denizlerdeki İtilaf Devletleri'nin hakimiyeti bu çalışmaları hayli zorlaştırıyordu.
Bu ekiplerden biri de Abdülkerim Paşa adıyla da bilinen Alman Prof. Dr. Leo Frobenius'un öncülük ettiği heyetti.
2 Aralık 1914'te İstanbul'dan yola çıkan heyet farklı güzergahlardan sonra Kızıldeniz'de bir tekne ile seyahat ederken Fransızlar tarafından durdurulmuş, yapılan aramalar sırasında Almanlar ve İtalyan felsefeci Passarge, hayvan postlarıyla hurma yığınları altında gizlenmişti.
Teknede bulunan Kuzey Afrikalıların soğukkanlılıklarını koruyarak kendilerinin Mekke'ye hacca giden Faslılar olduğuna inandırmalarıyla Fransızlar yola devam etmelerine izin verdi.
Sudan sahilleri boyunca halkı cihada çağırdı, çağrısı Kassala'da ayaklanmaya dönüştü
Sudan'a sızmayı başaran heyetle birlikte faaliyet gösterenlerden biri de Trablusgarplı Teğmen Abdülcelil Efendi'ydi.
Sudan'a gönderilen Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarından biriydi.
Sudan'ın Kızıldeniz sahilleri boyunca Osmanlı devletinin İtilaf Devleti'ne karşı ilan ettiği cihat kararını duyurarak, Müslümanları İngilizlere karşı ayaklanmaya davet etti.
Propaganda bildirilerini bütün meydanlara ve camilere astı.
Çalışmaları halk arasında etki yaratmış Hartum ve Port Sudan arasında bulunan önemli bir ticaret merkezi olan Kassala'da ciddi bir ayaklanma çıkmıştı.
İngilizler isyanı şeyhe rüşvet vererek bastırdı
İngilizler, bunun üzerine Kassala'daki şeyhe rüşvet vererek onu sakinleştirici açıklamalar yapmaya yöneltmiş, böylece isyanı durdurmuşlardı.
Sudan'daki örtülü faaliyetlerle ilgili İstanbul'a rapor gönderen Abdülcelil, ülkedeki Müslümanların Türkler ve Almanlardan memnun olduğunu söylemişti.
Eritre'de Pan-İslamist propaganda
Abdülcelil ve ekibi Sudan'da faaliyet gösterirken yine onlara bağlı olan Cezayirli Emir Muhammed Said de Eritre'de eş zamanlı Pan-İslamist propaganda yapmaktaydı. Ancak bir süre sonra Şam'a dönecektir. Bu arada bölgeye gönderilen ortak heyette yer alan Türk ve Almanlar ciddi anlaşmazlıklar da çıkmış, istenilen sonuçların elde edilememesi heyete komutan eden Alman profesör Frobenius'ün zayıf liderliğine bağlanmıştı.
Geri dönüş yolunda kullandıkları teknenin parası bile Medine'de ödenebildi
İstihbari çalışmaların ardından Teğmen Abdülcelil, Hüseyin Bey'den oluşan 16 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa ekibi de 1915 yılının içerisinde küçük bir yelkenli ile Kızıldeniz'i aşarak önce Yemen'e oradan da yine bu ülkede bulunan Osmanlı güçlerinin merkezlerinden Konfuda Limanı'na ulaşmayı başardı.
Kayıtlardan Abdülcelil Bey ve ekibinin Kızıldeniz'i geçmekte kullandığı yelkenli geminin ücretinin de 19 Temmuz 1915'te Medine'de ödendiği, ekibin biriken maaşlarını da ancak burada aldıkları anlaşılıyor.
Alman – Türk heyetinin çalışmalarının devamlılığının sağlanamamasındaki en büyük nedenin ise lazım olan paraların gönderilememesi olduğu da o dönem de kayıtlara düşülmüş.
Teşkilat-ı Mahsusa ajanları İngilizlere savaş açan Darfur ile İstanbul bağlantısını sağladı
Teşkilat-ı Mahsusa'nın Sudan'daki faaliyetlerinin merkezinde Darfur Sultanı Ali Dinar'ın Osmanlı saffına çekilerek İngilizlere karşı savaş ilan etmesinin sağlanması olmuş, bu konuda da başarı sağlanmıştı.
Yine Libya'daki Senusiler aracılığıyla Mısır'ın batısındaki bazı İngiliz hedeflerine saldırılar düzenlenmişti.
Teşkilat-ı Mahsusa adına Darfur'a ilk ulaşan isim Hasan Arif Bey olmuştu.
Darfur'a ilk ulaşan Teşkilat-ı Mahsusa ajanı Hasan Arif Bey oldu.
Nisan 1915 gibi Darfur'a gelen Arif Bey, Darfur Ordusu'nu denetledi.
Yine Darfur'a gelen Giritli Hüseyin Bey ile Gheis Bey de Sultan Ali Dinar ile İstanbul'un haberleşmesinde önemli rol oynuyordu.
Her iki kişi de Sultan Ali Dinar'dan aldıkları mektupları bugünkü Libya sınırları içinde kalan Kurfa'ya götürüyorlar, oradan mektuplar İstanbul'a ulaştırılıyordu.
Ancak o günkü zor şartlarda bu haberleşme bazen kesintiye uğruyordu.
Çölde 3-4 bin km. yol alıp Darfur'a ulaşınca yüzbaşılıktan binbaşılığı terfi oldu
Yine Kurmay Binbaşı Mehmed Tarık Bey de Darfur'a ulaşmayı başaran teşkilat mensubu subaylardan biriydi.
Büyük Sahra çölünde 3-4 bin km'lik bir yolculuktan sonra 1916 içerisinde Darfur'a ulan Tarık Bey bu başarısından dolayı yüzbaşılıktan binbaşılığa terfi oldu.
Darfur Sultanı'nın Osmanlı lehine ayaklanması üzerine 12 Mart 1916'da İngilizlerce buraya başlatılan harekat büyük direniş gösteren Sultan Ali Dinar'ın 6 Kasım'daki şehadetine kadar sürdü.
Mesafenin uzaklığı, zorlu coğrafi koşullar, irtibatın düşman bölgelerden geçilerek yapılması gibi nedenlerle Ali Dinar'a gönderilen yardımlar yeterli olmamıştı.
Etiyopya'nın siyasetini etkiledi, Somali için çabaladı
Teşkilatı Mahsusa'nın Etiyopya ve Somali'deki faaliyetleri daha çok Osmanlı'nın Etiyopya konsolosu olan aynı zamanda bir teşkilat mensubu olan Ahmet Mazhar Bey üzerinden olmuştu.
Habeş İmparatoru Iyasu ile hayli yakın ilişki kuran Ahmet Mazhar Bey, onu Osmanlı ve Almanların yanında saf tutması noktasında hayli etkilemişti.
Bu gizli faaliyetlerini imkan oldukça İstanbul ile paylaşmış, gelen emirleri yerine getirmeye çalışmıştı.
Osmanlı'dan ve Almanlardan yardım geleceğine inanan Iyasu'nun siyasetinden rahatsız olan İtilaf Devletleri kendisine karşı bir darbe organize etmiş, uzun savaşların ardından Iyasu yenilmiş, tahtı kaybetmişti.
Yine Somali'de İngiliz karşıtı Dervişler adlı hareket ile temas kurmayı başaran Mazhar Bey onları da harekete geçmeye teşvik etmişse de yine yetersiz yardım, düşmanın olanaklarının daha güçlü olması Dervişler hareketinin başarısız kalmasına neden olmuştu.
Savaş süresince Hasib el-İdlibi de Osmanlı adına Etiyopya'da faaliyet gösteren ajanlardan biriydi.
Cubuti'de öldü, oğlu izinden giderek başarılı bir asker ve istihbaratçı oldu
Savaşın kaybedilmesi ile İstanbul ile bağlantısını kaybeden Mazhar Bey, bir süre İtilaf Devleti yanlısı yeni hükümete karşı Hararlı Müslümanlarca himaye edilmiş ardından 1919'da Cubuti'ye gitmişti.
13 Ocak 1920'de Cubuti'de vefat eden Mazhar Bey'in oğlu Yusuf Mazhar Bey de bir asker olarak 1. Dünya Savaşı'nda Atatürk'ün mahiyetindeki subaylardan biriydi.
O da babasının yolundan gitmişti.
Milli Mücadele sırasında "Karakol Cemiyeti" adlı istihbarat yapılanmasında "Bürhan 36" bünyesinde rumuzuyla çalışarak İngiliz işbirlikçisi Sarı Molla'nın ajan Rahip Frew'e gönderdiği mektupları ele geçirmişti.
Cubuti'de ölen babası Mazhar Bey'in mezarı bilinmemekle birlikte yıllar sonra 2015'te Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamada bu ülkede kendisi için bir anıt dikileceği duyurulmuştu.
Çabaların sonuca ulaşmamasının temel sebebi imkansızlıklar
Teşkilat-ı Mahsusa'nın o günkü imkanlar ölçüsünde sonuç alınamasa bile Doğu Afrika'da çabaladığı görülüyor.
Kitabıyla alakalı Tarihçi Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, sorularımızı cevapladı.
Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgili yapılan çalışmalarda bazı coğrafyalardaki faaliyetler hakkında bilgiler verilse de Doğu Afrika sahasının unutulduğunu ve fark edilmediğini gördüğünü belirten Yılmaz, bu konuda akademik bir eser ortaya koymak için kaynakların azlığından dolayı adeta iğneyle kuyu kazması gerektiğini söyledi.
Teşkilatın bölgede savaş boyunca ciddi çabalar gösterdiğini kaydeden Yılmaz, sonuca ulaşmamasıyla ilgili şunları söyledi:
Söz konusu çabaların kesin sonuca ulaşamamasının temel sebeplerinden biri ise öncelikli olarak imkansızlıklar. Bir kere Osmanlı Devleti savaşın kilit ülkelerinden biri olarak kabul görüyor. Aynı zamanda savaşın tarafları arasında en çok cephede savaşan devlet. Kaldı ki Doğu Afrika'da bir Osmanlı hakimiyet ve idaresinden söz edemeyeceğimiz gibi burası coğrafi açıdan da merkeze çok uzak bir bölge. Dolayısıyla lojistik ve ikmal sorunları buradaki faaliyetleri doğrudan etkiliyor. Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki burada kazanılacak başarılar savaşın genel seyrini değiştirmeye yetmeyecekti. Çünkü Birinci Dünya Savaşı'nın Avrupa merkezli bir savaş olması sebebiyle Osmanlı Devleti açısından kesin sonuca ulaşabilmek için Avrupa'daki müttefiklerimizin İtilaf Devletleri'ne ağır bir darbe vurmaları şarttı. Osmanlı Devleti savaş boyunca tıpkı Doğu Afrika'da da olduğu gibi bütün cephelerde üzerine düşeni fazlasıyla yaptıysa da Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan, kesin sonuca ulaşabilmek için İtilaf Devletlerine ağır bir darbe indiremedi.
"İtilaf Devletleri'nin arka bahçesinde karışıklıklar çıkarmayı başardı"
Buna rağmen Teşkilat-ı Mahsusa'nın İtilaf Devletleri'nin Doğu Afrika'daki "arka bahçeleri" olarak nitelenebilecek sömürge idarelerinde karışıklıklar çıkarmayı başardığını söyleyen Yılmaz, "Belki iddialı olacak ama ilerleyen yıllarda burada kurulacak bağımsız devletlerin de bir bakıma temelini attı. Bunu Teşkilat-ı Mahsusa'nın temas halinde olduğu kişilerin kendi ülkelerinin milli kahramanları olmasından hareketle ifade etmemiz mümkün" diye konuştu.
"En çok etkilendiğim isim Mazhar Bey oldu ama bir kabri bile yok"
Yılmaz'ın kitabında birçok karakter anlatılıyor. "Peki sizi en çok hangi karakter etkiledi?" sorusuna şu cevabı verdi:
Ama en çok etkilendiğim ismi sorarsanız kesinlikle Mazhar Bey diyebilirim. Savaş yıllarında Osmanlı Devleti'nin Habeşistan'daki Başşehbenderliği görevini yürüten Mazhar Bey bir kere çok iyi bir eğitim almış. Sıkı bir ittihatçı ve tam bir görev adamı. Hiç şüphesiz Osmanlı'nın son idealist kuşağının neredeyse tamamı zaten Mazhar Bey gibi fedakar ve vatansever. Mazhar Bey savaş boyunca çok büyük mücadeleler veriyor. Bir kere keskin zekasının yanı sıra olayları analiz edebilme yeteneği ve adımlarını hesaplayarak hareket etmesi çok yerinde tespitler yapmasını ve kararlar almasını sağlamış. Zaten yazışmalarında da bunu görebiliyoruz. Yani günümüzde dahi Mazhar gibi diplomatlara ihtiyacımız olduğunu ifade edebilirim. En çok üzüldüğüm nokta ise bugün neredeyse hemen hiç kimse tarafından hatırlanmaması. Adamcağızın mezarı dahi kayıp. Zaten Mithat Cemal Kuntay demiyor mu 'Kabrin, o da yok, varsa, kırık bir taşı yoktur; naaşın gibidir, gövdesi yoktur, başı yoktur' diye. Mazhar Bey de böyle bir kahraman işte. Oğlu Yusuf Mazhar Bey de babasının izinden gitmiş. Atatürk'ün emrinde refakat subayı olarak görev yaptıktan sonra Milli Mücadele sırasında Karakol Cemiyeti için çalışmış. Daha başka etkilendiğim birçok karakter de var tabi: Sudanlı Kurmay Binbaşı Mehmed Tarık Bey, Sudanlı Binbaşı Abdullah Almas, Trablusgarplı Teğmen Abdülcelil, Suriyeli Hasib el-Idlibi, Harar Valisi Somalili Abdullah Ali Sadık Paşa gibi isimler bunlardan bazıları olarak sıralayabilirim.
© The Independentturkish