ABD ile İran arasındaki gerginlik, aylardır içten içte kaynıyor. Washington, müttefiklerini Tahran’la iş yapmamaları için sıkıştırırken, İran’ın müttefikleri ya da onun adına vekalet savaşı verenler de ABD ve ortaklarına saldırılar düzenliyor. Bu saldırılara, pazartesi günü Cidde ve Mekke’ye fırlatıldığı söylenen 2 balistik füze de dahil.
Dahası, tarafların savaş yanlısı söylemlerinde de artış görülüyor. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, geçen haftaki konuşmasında “Bu çarpışmada geri adım atmak zorunda kalacak taraf ABD’dir” demişti.
ABD Başkanı Donald Trump ise pazar günü ülkesinin Bağdat Büyükelçiliği yerleşkesinin 1,6 kilometre kadar yakınına roket düşmesinin ardından Twitter hesabından “İran savaşmak istiyorsa, bu, İran’ın resmen sonu olur” paylaşımında bulundu.
ABD ile İran arasında gerçek bir savaş yaşanabileceğine dair korku son günlerde arttı. Ne var ki iki ülke, onlarca yıldır yavaş yavaş kaynayan bir çatışmaya zaten kilitlenmiş durumda.
Ortada pek de keyif veren bir ilişki yok. Bunda, tehditler, rehin almalar, ekonomik şantajlar, bombalamalar ve suikastler nedeniyle ciddi fikir ayrılıklarının üstesinden gelmekte çoğu kez başarısız olmalarının etkisi bulunuyor.
Taraflar arasındaki çatışma, İran İslam Devrimi’nden kısa süre sonra başladı: 1979’da Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği’ni basan öğrenciler, rehin aldıkları Amerikalıları 444 gün boyunca esir tuttu. Bu eylem, CIA’nın rol oynadığı 1953’teki darbeyle kurulan diktatörlüğe ABD’nin çeyrek asırdır verdiği desteğe duyulan öfkenin bir ifadesiydi.
Düşmanlık, Tahran’ın müttefiklerinin ABD’ye ait büyükelçilikleri ve askeri kışlaları bombaladığı, ABD’nin de Basra Körfezi’nde İran gemilerini torpille vurduğu 1980’ler boyunca devam etti. ABD, 1990’larda İran’ı yaptırımlarla boğmaya ve yalnızlaştırmaya çalışırken, Tahran da Ortadoğu’da yeni bir dönemin müjdeleyicisi olan İsrail-Filistin barış anlaşmasını bozarak üzerine düşeni yaptı.
2000’li yıllara gelindiğindeyse, George W. Bush yönetimi İran’a yaptırımları yoğunlaştırdı. ABD, Irak üzerinden Ortadoğu’ya demokrasi getirmek gibi daha başlamadan biten bir projenin peşinde koşarken, Tahran’ı da nükleer programı nedeniyle askeri harekat düzenlemekle tehdit etti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İran’ın bu gözdağına cevabıysa, Bağdat’taki “vekil” savaşçılarına, delip geçme özelliğine sahip patlayıcı dağıtmak oldu. ABD’nin zırhlı araçları bu patlayıcılarla enkaz yığınına döndü. Her iki taraf da karşılıklı siber saldırılar düzenledi. ABD’nin muhtemelen göz yummasıyla İsrailliler, Tahran sokaklarında nükleer bilimcileri ya silahla öldürdü ya da bombayla havaya uçurdu.
Aralıksız patlayan bombaların sesine eşlik eden keskin söylemler, her iki taraftan gelen tehditler ve maskaralık derecesine varan çirkin davranışlar, ABD ve İran’da katı siyasetçilerin güç kazanmasını sağladı. Bununla birlikte eski ABD Başkanı Barack Obama, ilişkileri iyileştirmede bir dönüm noktası olarak görülen nükleer anlaşmayla bu döngüyü sona erdirmek için ekibiyle birlikte gayret gösterdi.
Nükleer anlaşmadan bir yıl önce çekilen Başkan Trump ise Tahran’ın füze programını ve militan gruplara verdiği desteği kuşatacak, “daha iyi bir anlaşma”ya boyun eğmesi için İran’a baskı yapmaya ant içti.
Trump’ın nükleer anlaşmayı yırtıp yaptırımları sürdürmesiyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler de fabrika ayarlarına döndü: Baskıyı artıran ABD, İran’ı ekonomik açıdan boğmaya çabalarken, Tahran da bu hamleye karşılık vermeye başladı.
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler Konseyi’nin İran uzmanlarından Ellie Geranmayeh’e göre, ABD’nin İran’la uluslararası petrol ticaretinde muafiyetleri kaldırması ve Devrim Muhafızları’nı terör örgütü listesine alması, “İran yönetiminde ABD’nin tutumuna sert karşılık verme veya birtakım bedeller ödetme konusunda fikir birliği oluşmasını sağladı.”
Geranmayeh, “ABD, İran’ı belli bir mesafeye kadar köşeye sıkıştırdı. Ekonomideki manzarasına bakıldığında İran, halihazırda bir savaş halinde” dedi.
ABD’nin Arap Yarımadası’nda, Irak’ta, Afganistan’da ve Kafkaslar’daki askeri donanımı ve personeliyle kuşatılan İran, zaten kendisini saldırı altında ve yaptırımlara boğulmuş algılıyor.
İran’ı dünyadaki birçok sorunun kaynağı olarak tanımlayan Trump yönetimi, Tahran’ı dünyanın bir numaralı terör destekçisi olarak nitelendiriyor ve bu ülkeyi, Taliban’ın arkasında durmaktan, Venezuela’da Nicolas Maduro’yu güçlendirmeye varıncaya kadar her konuda suçluyor.
Gerek Ayetullah Hamaney gerekse Trump, topyekün bir savaşa kalkışmak istemediklerini söylese de ABD, olası bir saldırı hazırlığı için donanım ve personel konumlandırmaya çoktan başladı.
Devrim Muhafızları’nın yeni atanan Genel Komutanı General Hüseyin Selami’nin de aralarında bulunduğu İranlı yetkililer, son günlerde yaptıkları açıklamalarda, ABD’nin ve müttefiklerinin yürüttüğü baskı kampanyasına karşı İran’ın bölgenin her yerinde ağlar, ittifaklar ve altyapı kurduğundan övgüyle bahsetti.
Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’ne yönelik pazar günkü roket saldırısı Amerikalılara bir mesaj olarak yorumlanmıştı. Ancak roketin doğrudan büyükelçiliği hedef aldığına dair ortada somut bir kanıt olmadığı gibi, şimdiye dek saldırıyı üstlenen de çıkmadı.
İran konusuyla ilgilenen Avrupalı bir diplomat, “gelecek haftalarda vekiller aracılığıyla mesajların artmasını” beklediklerini ifade etti.
Avrupalı yetkililer, Trump’ın, İran’da uzun süredir rejim değişikliği isteyen ve bu ülkeye hava saldırısı düzenlenmesi kampanyasının açıkça savunuculuğunu yapan ‘şahin’ Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton gibi daha sert aktörleri etrafında tutacağına kesin gözüyle bakıyor.
Konuyu değerlendiren Avrupalı yetkili, Trump’ın İran halkını tamamen yok etmekle tehdit eden son tweetiyle ilgili soruya da şakayla karışık “Hangisi? Böyle günde 10 tweet atıyor” yanıtını verdi.
Öte yandan bazı yetkililer, Trump ve Bolton’la, bildiğinden şaşmaz diğer siyasetçiler arasında İran konusunda mesafe olduğuna pek ikna olmuş değil. ABD nükleer anlaşmadan çekilerek baskı yolunu seçtiğinde, Obama’nın ortadan kaldırmaya çalıştığı, uzun zamandır devam eden tehlikeli gidişat da kaçınılmaz oldu.
ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi’nin Demokrat Başkanı Adam Schiff, pazar günü CBS News’e yaptığı açıklamada, yönetimin nükleer anlaşmadan çekilmesi, İran Devrim Muhafızları'nı terör örgütü olarak sınıflandırması ve söylemini şiddetlendirmesine atıfta bulunarak, “Şu an gerçekleşmekte olanların hepsi, öngörülebilir şeylerdi. Bu politika kararlarının tümü, bizi çatışmanın çok daha ihtimal dahilinde olduğu bir duruma taşıdı. Tansiyonu artıran bir dizi adımlar attığınızda, istihbaratçılarınız ‘Hey, tansiyon yükseldi’ derse buna şaşırmamalısınız” diye konuştu.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/news/world/middle-east
Independent Türkçe için çeviren: Cenk Korkmazer
© The Independent