Piyasa faizi yüzde 14'lerdeyken politika faizinin yüzde 15'e çıkarılması ne kadar etkili oldu? Merkez Bankası hangi kavramları ilk kez kullandı? Uzmanlar yorumladı…

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın son iki yıldır yaptığı en yüksek faiz artışını uzmanlar yorumladı. Ekonomistlere göre faiz artırımı yerinde bir karar. Metindeki değişiklikler olumlu. Ancak "bağımsızlık" yolunda atılmış kalıcı bir adım değil

Fotoğraf: tcmb.gov.tr

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) yeni Başkanı Naci Ağbal yönetiminde gerçekleşen Para Politikası Kurulu sonrası politika faizini yüzde 10,25'ten yüzde 15'e yükseltti. 

Eylül 2018'den bu yana gerçekleşen en büyük faiz artırımının, piyasalardaki ilk etkisi güne 7,70 lira seviyesinde başlayan Dolar/TL kurunun 7 lira 50 kuruş seviyesine kadar çekilmesi olarak görüldü. 

Faiz oranının ne olduğu kadar Merkez Bankası'nın konuyla ilgili yayımladığı basın açıklamasında kullandığı dil de çok konuşuldu. 

Zira daha önce geç likidite penceresi, gecelik fonlama faizi gibi politika araçları için de kapıyı açık bırakan Merkez Bankası, metninde "bir hafta vadeli repo faiz oranı"nın temel politika aracı ve parasal duruş için tek gösterge olduğunu vurguladı. 

Bunun yanı sıra uzun süre sonra "enflasyon görünümünün olumsuz" olduğunu söyleyen Merkez Bankası, döviz rezervlerindeki azalmayı da dolarizasyondaki artışı da ülke risk priminin yükselmesini de ilk defa faiz kararı metninin içine koymuş oldu. 

Merkez Bankası'nın kararı ve açıklamaları pek çok ekonomist tarafından olumlu karşılanırken bazı ekonomistler de faiz kararının etkisinin kısa vadeli olacağını, ekonomideki sorunların yalnızca faizle çözülemeyeceğini açıkladı. 

"Finansal krizi engelleyebilmek amacı ile hükümetten çıkan bir izin" 

Koç Üniversitesi Ekonomi Profesörü Selva Demiralp, Yetkin Report için kaleme aldığı yazıda, Merkez Bankası'nın kararının bir dönüm noktası olsa bile "bağımsızlık" yolunda atılmış kalıcı bir adım olmadığını düşündüğünü belirtti. 

"Bu adımı daha ziyade finansal krizi engelleyebilmek amacı ile hükümetten çıkan bir izin olarak yorumluyorum" diyen Demiralp, "Yine de uzunca bir süredir para politikası kararları ile makroekonomik dengeler birbirinden o kadar ayrışmıştı ki bu zoraki izin bile piyasalar tarafından olumlu algılandı" açıklamasını yaptı. 

Selva Demiralp, para politikasının bundan sonraki gidişatının muhtemelen 2018 krizinde görüldüğü gibi "kurda bir istikrar sağlanana kadar yüksek faiz politikası ve akabinde gelecek faiz indirimleri olacağını" söyledi ve ekledi: 
 

Maalesef enflasyon beklentilerinde kalıcı bir düşüş sağlanmadan gelen bu tür sabırsız faiz indirimleri fiyat istikrarı için yeterli olmuyor. Enflasyon düşmeden gelen faiz indirimleri bir noktadan sonra dolarizasyonu, sermaye çıkışını tetikliyor ve bugün başladığımız noktaya geri geldiğimiz bir süreci yaşıyoruz.

Bunun yerine yapılması gereken uygulanacak politikalarda günü kurtaracak kısa vadeli çözümler yerine fiyat istikrarı gibi uzun vadeli çözümlere odaklanmak ve enflasyon beklentilerini kalıcı olarak düşürebilmektir. Bu şekilde bir güven oluşturmak ve yatırımlar için uygun bir zemin hazırlamaktır.


"Bir haftalık repo faizi" tek politika aracı olacak 

Merkez Bankası'nın fonlamayı "temel politika aracı olan bir hafta vadeli repo faiz oranı üzerinden yapacağını ve bu faiz oranının parasal duruş için tek gösterge niteliğinde olacağını" açıklaması ekonomi dünyasında "sadeleşme" olarak açıklandı. 

Zira TCMB'nin uluslararası piyasanın da takip ettiği politika faizini (bir haftalık repo faizi) artırmayıp diğer fonlama yöntemlerine başvurması, geçtiğimiz aylarda en fazla eleştirilen konular arasındaydı. 

Merkez Bankası, bankalara dolayısıyla piyasaya kaynak (fon) sağlarken dört farklı yol kullanıyor: Bir haftalık repo faizi, "Piyasa Yapıcı Bankalar için Politika Faizi", "Gecelik Fonlama Faizi"  ve "Geç Likidite Penceresi (GLP) Faizi". Bunlardan son ikisi için durum şöyle: 

Bankalar için gün, Borsa kapandıktan sonra bitmiyor. Bir gece boyunca para kazanmaya devam etmek isteyen bankalar, paralarını Merkez Bankası'na yatırarak faiz geliri elde edebiliyor. Yani Merkez Bankası, bankalardan borç almış oluyor. Benzer şekilde hesabını kapatmak isteyen bankalar, gecelik olarak Merkez Bankası'nın parasını borç olarak alabiliyor. Bu işleme "gecelik fonlama" deniyor.

Bu fonlamada kullanılan iki tür faiz oranı var.  Merkez Bankası'nın borç aldığı borç alma faizi ve borç verdiği borç verme faiz oranı. Hâlihazırda yüzde 8,75 ve yüzde 11,75 seviyelerinde olan borç alma ve verme faiz oranları arasındaki fark da faiz koridorunu oluşturuyor. 
 
Saat 16:00'a kadar hesaplarını denkleştirememiş bankaların açıklarını kapatmak üzere başvuracağı adres yine Merkez Bankası. TCMB, son borç veren makam olarak, gün sonu ödeme sistemlerinde oluşabilecek sorunların önüne geçmek amacıyla bankalara  limitsiz vadeli TL borçlanma imkanı sunabiliyor. Ya da aynı koşullarda TL borç verme imkânı da olabiliyor. İşte bu işleme "Geç Likidite Penceresi" (GLP) deniyor. Mevcut durumda GLP faizi yüzde 14,75. 

Hem piyasa yapıcı hem normal bankalar için politika faizleri, gecelik fonlama faizleri ve GLP faizinin ortalamasına ise "Ağırlıklı Ortalama Fonlama Faizi" deniyor. Hatta piyasaları etkileyen faiz, politika faizinden çok "fonlama faizi." Ağustosta yüzde 8,38'e ulaşan ağırlıklı ortalama faizi yüzde 14,80'e ulaşmış durumda. 

Bu şekilde birden fazla faizin Merkez Bankası metninde yer almaması olumlu olarak değerlendirilirken, diğer yandan da ağırlıklı ortalama fonlama faizinin yüzde 14,80'e yaklaştığı bir durumda politika faizinin yüzde 15 olası "çok da fazla artırılmadı" yorumlarına neden oldu. 

"TL harap olduktan sonra izin verilmiş olması çok geç"

Ekonomist Uğur Gürses ise "Ekonomi Alla Turca" adlı blogunda kaleme aldığı makalesinde "Ekim ayında yüzde 10,25'lik faizi yüzde 2 puan arttırmasına izin verilemeyen Merkez Bankası'na TL harap olduktan sonra 4,75 puan izin verilmiş olması çok geç" değerlendirmesinde bulundu. 

Gürses, "Karar öncesinde Merkez Bankası, aylık repo ihaleleri düzenleyerek faizin borç alanların belirlediği yüzde 15'le, gecelik ve geç likidite penceresinden olmak üzere yüzde 14.75'le olmak üzere ortalama yüzde 14,80'le para veriyordu zaten piyasaya.  Bugünkü toplantıda bu, "tek faiz" olarak resmileştirildi. Karmaşık bir görünümden tek faize geçilmesi gecikmiş ve yerinde bir karar. Bunun mevcut halde bir sıkılaştırma olduğu söylenemez" ifadelerini kullandı. 

"Net bir sıkılaşma var ancak güçlü bir sıkılaşma yok"

İş Portföy Genel Müdür Yardımcısı Nilüfer Sezgin, Bloomberg HT'ye yaptığı açıklamada Merkez Bankası'nın çerçevesinde bir değişiklik olmadığını vurgulayarak "Bir haftalık repo faizi, geç likidite penceresi ve gecelik fonlama faizi hayatımızda olmaya devam ediyor. ‘Faiz koridoru' ortadan kalktı demek doğru olmaz. TCMB'nin verdiği mesaj, teknik olarak bir koridor olmakla birlikte bu koridorun aktif bir politika aracı olarak kullanılmayacağı anlamına geliyor" değerlendirmesini yaptı. 

Faiz koridorunun ne ölçüde kullanılacağının ancak uygulamada görülebileceğini aktaran Sezgin şöyle devam etti: 
 

Bir haftalık repo faizi ile verilen paranın yetmediği durumlar olabileceği için ihtiyaç halinde gecelikten de borçlanabilsin. Fazla para oluşursa da Merkez, gecelik faizden geri çekebilir. 

Bu, ilk kez hayatımıza girdiğinde teknik bir koridordu. Şu anda da teknik koridora dönme eğilimi olduğunu görüyoruz. Ancak bu, uygulamayla görülebilecek bir şey. Yoksa Merkez Bankası günün birinde buradan ek sıkılaşma yapmak isterse kullanmasına yasal olarak bir engel yok. 


TCMB metninde geçen "Enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınması için, net ve güçlü bir parasal sıkılaştırma yapılmasına karar verilmiştir" açıklamasını değerlendiren Sezgin, net bir sıkılaşmanın görüldüğünü ancak güçlü bir sıkılaşma olduğundan emin olmadığını anlattı. 

Merkez Bankası'nın politika faizinin yüzde 10,25 olmasına rağmen piyasanın kullandığı faizin yüzde 14,75 olduğunu hatırlatan Nilüfer Sezgin, "Şu anda 15'e yükseldi. Yani hayatımızda 25 baz puanlık bir değişiklikten bahsediyoruz. Bunun mevduat fiyatlamasına yüksek artış olarak yansıyacağını düşünmemek lazım" dedi. 

"Merkez'in son kararı, reel faizin tescilidir"

KRT TV'ye konuşan ekonomi Profesörü Erinç Yeldan da Sezgin gibi Türkiye'de efektif faizinin yüzde 14,75 olduğunu hatırlatarak "Merkez'in son kararı, reel faizin tescilidir. Ortada faiz yükseltme diye bir işlem yok. Zaten var olan durumun teyidi oldu. Merkez Bankası'nın güvenilirliği, şeffaflığı üzerine olumlu sinyal olarak algılanacaktır" dedi. 

Türkiye ekonomisinin para piyasaları ve para politikalarından ibaret olmadığını ifade eden Yeldan, "Son derece tahrip edilmiş bir para politikası ve bütçe performansımız var. Son alınan kapanma tedbirleriyle, daha da daralan bir reel ekonomi ile karşı karşıya kalacağız. Merkez Bankası'nın bu para politikasıyla, pandemiyle mücadele etmenin olanağı yok" diye konuştu. 

Yeldan, "Finans sermayesinin bu coşkulu gündeminin ne yazık ki yanına güçlü bir maliye politikası eklenmediği sürece Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıkmasının mümkün olamayacağı görüşündeyim" değerlendirmesini yaptı. 

"Büyümeden adaletli şekilde pay alabilmemiz için enflasyon, kalıcı olarak yüzde 5-6 seviyesine çekilmeli"

Merkez Bankası'nın faiz kararı metninde göz çarpan bir başka ifade ise şuydu: 
 

Türk lirasındaki değer kaybının gecikmeli etkileri, uluslararası gıda fiyatlarındaki yükseliş ve enflasyon beklentilerindeki bozulma enflasyon görünümünü olumsuz etkilemektedir. 

Kasım ayına ilişkin takip edilen veriler, enflasyonda yakın dönemdeki döviz kuru oynaklığı kaynaklı bir yükselişe işaret etmekle birlikte, para politikasındaki kararlı duruşla beraber bu artışın geçici olacağı değerlendirilmektedir. 

Önümüzdeki dönemde parasal duruşun sıkılığı, enflasyonu etkileyen tüm unsurlar dikkate alınarak, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar kararlılıkla sürdürülecektir.


Merkez Bankası'ndan en az 550 baz puan faiz artırımı beklediğini söyleyen Prof. Dr. Burak Arzova, TCMB'nin enflasyon görünümündeki bozulmayı artık kabul ettiğini vurguladı. 

Kendi YouTube kanalından açıklama yapan Arzova, "‘Türkiye'de enflasyon mu önemli yoksa ne pahasına olursa olsun büyüme mi?' mi sorusunun cevabı verilmiş gibi görünüyor. En az iki kere enflasyon ve enflasyonla mücadele vurgusu yapılmış. Umarım Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın programlarıyla da uyumlu gider. Türkiye'nin bir büyüme sağlayabilmesi, bunu sürdürebilmesi ve bu büyümeden hakça pay alabilmemizin en önemli şartlarından bir tanesi Türkiye'de enflasyonun kalıcı olarak yüzde 5-6 seviyesine çekebilmek" dedi. 

Faiz artışı normal şartlar altında sevilmeyen bir durum olduğunu aktaran Arzova, "Türkiye'nin geleceğini kurtarabilme, risk pirimini düşürebilme, uzun dönemli faizleri aşağı çekmek için bu faiz artışı gerekliydi. Bundan sonraki toplantılarda, gerektiği durumlarda merkez bankasının faiz artırım sürecinin devam edeceğini düşünüyorum" ifadelerini kullandı. 

"Merkez Bankası, enflasyon ivmesini hafife alıyor"

Ekonomist Uğur Gürses ise Merkez Bankası'nın enflasyon ivmesini hafife aldığını söyleyerek, "TÜFE bazlı enflasyonun son 3 aydaki ortalaması yüzde 17'lik bir ivme gösterirken, üretici fiyatları bazlı enflasyonun ise son 3 aydaki ortalaması yüzde 30'un üzerinde Bu enflasyon ivmesinin en son ekim enflasyonu da hesaba katılarak hesaplandığı, Kasım ayında da kur artışının devam ettiği, yükseldiği ve yeniden Ekim seviyelerine geri döndüğü dikkate alınırsa geçmişteki maliyet etkisinin ortadan kalkmadığı, yüzde 15'lik faizin de frenlemeye yetmeyeceği açık" dedi. 

"İleride ilave bir sıkılaştırılması olabileceğinin hissettirilmesi çok önemliydi"

Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara da Merkez Bankası'nı "enflasyonla ilgili ise ‘bir tık' iyimser" gördüğünü söyledi. 

Kara, Bloomberg HT'ye yaptığı açıklamada "Kasım ayına ilişkin enflasyonda geçici bir yükseliş olacak ama para politikasının kararlı duruşuyla bu artış geçecek diyorlar. Belki bu olacak ancak Merkez Bankası'nın biraz daha enflasyonla ilgili yukarı yönlü risklere dikkat çeken bir ifade koyması daha şahince algılanırdı. Bu artışın, bir defalık olmadığını, gerekirse ileride de ilave bir sıkılaştırılması olabileceğinin hissettirilmesi çok önemliydi ancak o henüz gerçekleşmemiş görünüyor" dedi. 

"İki ay sonra GLP'ye dönülürse piyasa ciddi oranda olumsuz etkilenir"

"Mesel Ekonomi" adlı YouTube kanalında konuşan Ekonomist Doç. Dr. Evren Bolgün ise "Parasal duruşun sıkılığı, tüm unsurlar dikkate alınarak, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar sürdürülecektir" açıklamasıyla ilgili olarak "Merkez Bankası'nın gelecek dönemlerde hareket edebilmek için kapısını açık bıraktığının sinyali. Ancak bunu iki ay sonra geç likidite penceresini kullanarak yaparsa sadeleştirme adımıyla çelişmiş olur. Piyasayı ciddi oranda olumsuz etkiler" dedi. 

Türk Lirası'nın kasım ayı itibarıyla son 25 yılın en ucuz seviyesini gördüğünü hatırlatan Evren Bolgün, "Bu yılın bitmesine 5 hafta kaldı. Likidite, aralık ayının ikinci yarısından itibaren azaltılacak. Pozisyonlar kapanacak. Bence bir aya yakın sürede piyasalarda sakinlik sürecektir. Bir aylık sürede çok zorlayacak bir şey olacağını düşünmüyorum" dedi. 

"Bu kadar güçlü faiz artışının nedenlerinden biri rezerv biriktirmek için elverişli ortamın oluşması"

Merkez Bankası'nın metnini "klasik bir merkez bankacısının olması gerektiği gibi iletişim yapması" olarak yorumlayan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara ise TCMB'nin hem güçlü bir parasal tepki gösterdiğini hem de önemsedikleri göstergelerden bahsettiğini açıkladı. 

Merkez Bankası'ndan bir dönem başekonomistlik görevinde bulunan Hakan Kara, eski kurumunun, "Düşük enflasyon ortamının kalıcı olarak tesisinin, ülke risk primlerinin düşmesi, dolarizasyon eğiliminin tersine dönmesi, döviz rezervlerinin artış eğilimine girmesi ve finansman maliyetlerinin kalıcı olarak gerilemesi yoluyla, makroekonomik ve finansal istikrarı olumlu etkileyeceği değerlendirilmiştir" şeklindeki açıklamasını şöyle değerlendirdi: 
 

Bu kadar güçlü bir faiz artışı yapmanın sebeplerinden bir tanesi rezerv biriktirmek için elverişli ortamın oluşması. Enflasyon beklentilerini bir şekilde çevirmemiz gerekiyor ki küresel likiditeden biraz pay alabilelim. Diğer türlü rezerv biriktirmek mümkün olmayacak. 

Merkez Bankası kararını verirken aynı zamanda dolarizasyonu, rezervlerdeki durumu göz ettiğini ifade etmiş oluyor. Bu yönden olumlu. Farkındalığı yüksek bir metin olarak değerlendiriyorum. 


Açıklamadaki "salgın döneminde sağlanan güçlü kredi ivmesinin gecikmeli etkileriyle artan iç talep, ithalat kanalıyla cari işlemler dengesini olumsuz etkilemektedir" ifadesini de değerlendiren Hakan Kara, Bloomberg HT'ya yaptığı açıklamada şunları söyledi: 
 

Cari işlemler dengesini önceki metinlerde çok iyimser yaklaşıyorlardı. Şimdi bir ton daha temkinliye dönmüş durumda. 

Merkez Bankası hâlâ burada cari denge konusunda da tam olarak istenilen patikaya girilmediğini bunun da hem döviz rezervlerini artırmada engel olduğunu, hem de döviz kuru üzerinde baskı yaparak enflasyonu olumsuz etkilediğini ima ediyor.

Bu yorumun gerçekçi olması anlamında olumlu karşılıyorum. Merkez Bankası'nın yalnızca yaptığı değil aynı zamanda resmi nasıl okuduğu, ayağının yere ne kadar bastığı da çok önemli. Dolayısıyla cari açıkla ilgili verilen sinyal olumludur. 


2018'de olduğu gibi çok yüksek faiz artırımının olduğu dönemlerde ileriye yönelik bir yönlendirme olmadığını hatırlatan Hakan Kara, "İnsanlar o dönem de ‘Bu bir defaya mahsus alınmış bir izin galiba' şeklinde anlamıştı. Bundan sonra Merkez Bankası artıramaz diye düşündüler. İletişim ile bunun önüne geçmek lazım. Bu faizi artırdık ama gerekirse daha da artırırız'ı iletişimle göstermek lazım" diye konuştu. 

"Gelecek ay bakarız, bozulma devam ediyorsa yeniden izin alırız" duruşuyla kılavuzluk yapılamaz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "faizlerin enflasyon seviyesinde tutulması gereğini" söyleyerek faiz artışına yol verdiğini zımnen ilan ettiğini belirten ekonomist Uğur Gürses, "Bir merkez bankasını sözlü yönlendirme ya da kılavuzluktaki etkililiği, geleceğe dair ışık tutmasındadır; ‘sisteki çan' olabilmesindedir" ifadesini kullandı ve blogundaki açıklamasına şöyle devam etti: 
 

Tepki fonksiyonu bilinmeyen, tepki fonksiyonunun ne olduğu bilinmeyen bir merkez bankası bu kılavuzluğu yerine getiremez. Hiçbir ışık tutmadan, ‘gelecek ay bakarız, hâlâ bozulma devam ediyorsa yeniden izin alırız' temalı bir duruşla bu kılavuzluk yapılamaz.

Temel sorun, zaten Merkez Bankası'nın aşırı biçimde siyasi direktif altına girmiş olmasında. Faiz kararlarında artış da duruş da siyasi direktif altında yapıldığında bu kararların sonuçları da istenen sonucu getirmiyor.

Atanan Merkez Bankası Başkanı Ağbal'a fırsat ve belli bir kredibilite oluşturma olanağı verilmeden dahi yapılan siyasi açıklamayla, faiz artırma izni verildiği ima edilmişti. Ağbal'ın potansiyel kredibilite oluşturma alanı böylelikle daraltıldı.

 

 

Independent Türkçe 

DAHA FAZLA HABER OKU