Denizin keskin kokusu ve kentin ürkütücü uğultusuna rağmen, Galata Köprüsü, Eminönü, Karaköy ve Sirkeci her daim kalabalıktır.
Binlerce, on binlerce insan gün içinde buraya akar. Öylesine bir akış ki, bazen adım atacak yer kalmaz, kıpırdayamaz insan, ite kalka ilerler ancak.
Kimisi yolcudur; zamanı, akçesi azdır, kimisi seyyahtır; tarihin ayak izlerinde yürüyen. Kimi de tüccardır her türlü malı alan, satan, pazarlayan.
Kimisi berduştur, dünyayı şeş beş gören, bağrını lodosa açan, kimisi seyyar satıcıdır, simitçi, kestaneci, çaycı.
Kimisi aşıktır sırılsıklam.
Bin bir türlü insan yani.
Sığınacak bir yeri olmayan, kalabalıkların arasında, sırtında evi dolaşan yoksullar, evsizler gelir, rıhtımda tutunmaya çalışır, soğuk iliklerine işlemeye başlayınca, sığınacak yer arayışı başlar.
Bir karınca misali insanlar akar köprüye, her dinden, dilden, kültürden. Bütün yollar köprüye çıkar, akar delice.
Martılar çığlık çığlığa, deniz yüzeyinde balık arar, dalar mı derinlere, bilemem.
Kanadında şairler, yazarlar karışır güneşin menziline, dinler uzaktan uzağa, açılır yönleri, yürekleri.
Bir Garip Orhan Veli gelir akıllara;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı....*
Bir de olta balıkçıları vardır Galata Köprüsü'nde. Her daim oltalarıyla demir korkulukların arkasında dikilen, büyük bir sabırla balık bekleyen, sabahın 4’ünde uyanıp, uzak semtlerden gelen, köprünün sağında, solunda yer kapıp, oltasını Haliç’e atan, gün boyu her türden balık tutmaya çalışan insanlar vardır Galata Köprüsü'nde.
En çok istavrit yakalar balıkçılar, ara da bir çinekop ve belki lüfer.
Adını bilmediğim balıklar, çeşit çeşit balıklar takılır oltalarına.
Ama burası balığa pek elverişli değilmiş. Marmara’nın daha elverişli koyları varmış. Ben değil, balık tutanlar söylüyor, ama buranın bir albenisi var.
Hem kolay gelinen hem de istenilen saatte terk edilen bir yer olması, olta balıkçılarının yıllardır, belki bir asırdır uğrak yeri olmasına neden olmuş.
İlk defa 1875 yılında yapılan köprünün bu denli rağbet göreceği tahmin bile edilmemiş, iki asırdır insan seli akıyor köprüye ve bu nedenle oltacıların da tercih oluyor.
Oltacıların kimisi yoksuldur, kimisi asgari ücretli bir işçi. İşsiz olanı da var, kendi işine takılanı da. Sığınmacılar, mülteciler ve balık seven her kesimden insan buradadır.
Bir tek kadınlar görmedim balık tutarken, oysa duymuştum birkaç kez, Galata Köprüsü'nde kadınların da balık tuttuğunu.
Hayal meyal zihnimde kalmış, emin değilim yani. Belki de denk gelmedim, kadın oltacılara. Mutlak vardır, hatta kesin vardır.
Balık tutmak bir tutku işi olsa gerek. Yoksa kim çeker, bunca zahmet ve eziyeti. Bir yaşam biçimi demek belki daha doğru olur.
Galata Köprüsü'nde oltayı denize sallamak, sadece balık tutma anlamına gelmez, bir sosyal aktivite desem belki daha yerinde bir tanımlama olur.
Çoğu arkadaş çevresiyle gelir köprüye. Gecenin bir yarısında ya da sabahın köründe. Yoksa her yer tutulmuş olur, bu durumda eli boş döner insan.
Çay demlenir, sigara ikram edilir, koyu sohbetler yapılır; balığa, ülke gidişatına dair.
Yan yana, sırt sırta balık beklenir Galata Köprüsü'nde.
Kimisi gün boyu üç beş tane ile yetinir, kimisi daha fazla balık çeker. Canlı canlı satan da vardır, yakaladığını hemen oracıkta tavada kızartıp, afiyetle yiyen de.
Bu yolla geçinen var mıdır, bilemem. Zannetmem ama geçim derdinin insanları ne hale düşürdüğünü görünce, üç beş balık bile insana can simidi olur.
Galata Köprüsü'nde hır gır da çıkar bazen, kavga da. Bu insan kalabalığında başka hali mümkün müdür acaba?
Havalar soğuyunca balık çoğalır, çeşit çeşit balık takılır oltaya. Her balık için ayrı yem, ayrı olta gerekse de çoğu iki olta kullanır.
Yem olarak ya kurtçuklar ya da hamsi balığı takılır, sivri uçlu çelik iğneye.
Yani tuzağa yem olarak, yine balık takılır. Balık balığa gelince, kendisi yem olur artık.
Oltacıların en yaşlısı ya da en deneyimlisi Kafur İlmi, 69 yaşında olmasına rağmen, balık tutmaya gelir Galata Köprüsü'ne.
46 yıldır aynı alışkanlığı devam ettirerek, yaşama tutunmuş. 46 yıl dile kolay. Bir ömür demek daha doğru.
Kafur İlmi’nin elleri soğuktan donsa da, büyük bir ustalıkla yemi geçirir iğneye, 'rastgele' deyip atar Marmara’nın soğuk sularına.
İzmirlidir kendisi, balığı bilen yerden. Bazen deniz cömert davranır, bazen oldukça kıt verir balığı.
Sorun yapmaz İlmi. Bir daha, bir daha gelir balığa. Oltasını taşıyabilecek gücü buldukça geleceğini söyler.
Yakup Kalecik uzak diyarlardan, Mezopotamya kentlerinden gelmiş İstanbul’a.
Yabancısı olduğu kentte yerleşmiş, bir tekstil atölyesinde çalışarak yaşama tutunmuş. 20 yıldır İstanbul’da.
Balığı, balıkçılığı burada öğrenmiş ve son üç beş yıldır merak salmış olta balıkçılığına.
Hafta sonları takılıyor oltasıyla. Gece geldiği de oluyor, gündüz geldiği de.
Henüz çok balık yakalayamıyor, ama umudunu yitirmeden gelmeye devam ediyor;
Balık bağımlılık yaptı, bu nedenle her hafta geliyorum balığa.
Balıkçılara, etrafa, balık kokan denize ve yedi tepeli kentte dalıyor gözlerim.
Büyük bir uğultu, insanı yoran bir gürültünün ortasındayım. Gökyüzü akşam kızıllığında, herkeste bir telaş var. Bir yerlere yetişme telaşı.
Bir evsizler mecalsiz, bir de ben.
Yönümü Beyazıt’a çevirerek, dar ve dolambaçlı yokuşlara dalıyorum, yorgun ve argın…
Arkamda onlarca balıkçı, soğuk ve sert rüzgara, denize karşı sabırla, inatla balık beklemekte…
Köprü ise yaz kış oltacıları ağırlamaya devam eder.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish