Annem ve İstanbul

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Rahmetli annem okuma yazma bilmeyen, ama güncel olaylara, siyasete merakı olan birisiydi.

Gün boyu kulağı televizyonlardaki haber bültenlerinde olur, radyodaki ajans haberlerini dinler, günlük olayları takip ederdi. 

Hangi bakan ne demiş, nereye gitmiş, kiminle görüşmüş, ne olmuş öğrenmeye çalışırdı.

Dolayısıyla günceli takip etme konusunda birçoğumuzdan daha iyiydi, birçok olayı kendisinden duyardık dersem abartmamış olurum.

Dünya haberlerini bile yorumlar, görüşünü söylerdi. Mesela Filistinliler için şunu ifade ederdi, intifada döneminde:

Bunlar  taş atarak İsrail’i yıkacağını mı düşünüyor? İstediğin kadar taş at, kimin umurunda?

 


Politikacılar için de “Devleti yönetenler ne iş yapar, işleri çok konuşmak mı?” diyordu.

Türkiye’nin hangi bölgesinden olursa olsun, gelen ölümlü haberlere üzülür, etkilenir, acıları yüreğinde hissederdi.

Özellikle genç insanların ölümüne son derece üzülür, isyan ederdi adeta. Ağzından çıkan beddualarda bile sükûnet, barış ve merhamet vardı.

En çok da namaz kıldığında "Allah'ım bu ateşe bir su dök” diye dua ederdi.

Gerek toplumsal, gerekse de kişisel olaylarda insanlar öldüğünde en çok yaşıtlarını eleştirir, olayların tırmanmasında yaşlıların payına dikkat çekerdi.

“Her gün niye gençler ölüyor, bu yaşlılar ne diye bu ölümleri seyrediyor. Bunlar dünyaya çivi mi çakacaklar?” diye veryansın ederdi.

İyi bir çevreciydi, hayvanları sever, temizliğe olağanüstü önem verirdi.  

Beton blokları sevmez, doğaya bağlı yaşardı.

Son 25 yılını apartman dairesinde yaşamak zorunda kalsa da, her gün toprağa basmadan edemezdi.

Yürüyüşü sever, doğal ürünlerle beslenmeye çalışırdı.

En çok da kengeri severdi.
 


Çoğu yakın akrabalarımız, dayılarım, ablalarım ve sonra da amcalarım 1990’larda İstanbul'a taşınınca, ikimize misafir olarak İstanbul'a yol göründü.

İstanbul'a ilk indiğimizde çok bir şey söylemedi. Uzun yolculuk kendisini yormuş, takatsız bırakmıştı.

Otobüsten ilk indiğimizde, hani insan aşırı bir gürültü ve kalabalık karşısında afallar ya, aynen öyle bir anda sersemleşti, sendeledi.

Neyse ki kalabalık ortamda çok kalmadan, kısa sürede ablamlara vardık.

Hoş beşin ardından ertesi gün, kendine gelmelerden sonra çevredeki binalara, gökdelenlere bakıp bakıp içinden konuştu.

Kendisini İstanbul'u görsün diye birkaç yere gezmeye götürdük. Her gittiği yeri bayağı inceledikten sonra şöyle dedi:

Eyvallah bu İstanbul toprağına. Nasıl dayanıyor bu koca koca binalara. Akıl kârı mı bu kadar bina? Toprak ne yapsın, nasıl dayansın bu yüke? Her taraf dağ gibi binalarla kaplı.

İstanbul’da deprem de olur, su da biter. Bunca insana su mu dayanır, toprak mı yeter? Allah’ın onca yeri var, niye herkes burada?

Bu İstanbul bir gün batar, toprak taşımaz olur. Allah muhafaza bir gün, bu binalar toprağa gömülür.


Hepimiz gülüştük.

Sonra annem, 2017 yılında aramızdan sessizce ayrıldı, İstanbul batmadan.
 


Bugün annemin gördüğü İstanbul’dan eser yok. Daha çok beton, daha çok gökdelen var.

Yeni yollar, yeni devasa yapılar yapılmış. Kimisi buna gelişme der, kimisi de değişim. Oysa korkunç bir nüfus artışı ve giderek büyüyen bir megakent.

Hükümete sorsanız, İstanbul’un devasa büyümesi iktisadi yaşam açısından önemli ve gerekli. Yani iktidar açısından her şey yolunda, kapital merkezi rolünü iyi oynuyor.

Muhalefet ise daha farklı düşünüyor. İstanbul’un doğasına yapılacak müdahaleler, gelecek açısından kaygı verici bulunuyor.

"Yoksul bir İstanbul var" diyor. Köprü, üçüncü havaalanı ve son olarak Kanal İstanbul'u kabul edilir bulmuyor. Muhalefet tedirgin, İstanbul’un "SOS verdiğini" belirtiyor.

fazla oku

Kim haklı, kim haksız?

Bütün tartışma iki uç arasında yaşanıyor. İnsanlar da iki tartışma arasında kalmış durumda. Ortada bilimsel bir rapor yok ve Kanal İstanbul iktidar ve muhalefet açısında son hızla gündem olmaya devam ediyor.

Hükümet itirazlara kulak kapatmış görünüyor. Ne olursa olsun, Kanal İstanbul’u yapma kararlığında. Sanırım, bir süre sonra ilk kazma vurulur.


Peki, ne olacak?

İstanbul yeni bir trajediyle mi karşı karşıya kalacak, yoksa projeyle daha mı büyüyecek ve dışarıdan yeni göç alacak?

Kanal İstanbul inşaatı için, doğanın tahrip olması, fay hatlarının kırılması, canlıların habitatları kaybetmesi bir teferruat olarak görülüyor.

Neyse uzun lafın kısası, gerçekten İstanbul'un zemini ne kadar sağlam, bunca tahribatı ne kadar kaldırır, düşünen, bilen var mı?

Yok, sanırım, her şey paranın cazibesinde silikleşiyor, kayboluyor.

Annem ne demişti:

Bu İstanbul batar.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU