Batı, Çin'le çalışmanın bir yolunu bulmalı: Uygurlar için bağırmak işe yaramayacak

Sincan'daki insan hakları ihlali iddiaları karşısında anlaşılabilir bir öfke var fakat Çin Komünist Partisi'yle ilişki kurmamız gerektiğine dair ikna edici gerekçeler bulunuyor

Birleşik Krallık'ın başkenti Londra'da, 22 Nisan 2021'de Çin'in Uygurlara dair faaliyetleri protesto edildi (Reuters)

Çin Komünist Partisi'nin 100. yıldönümü 1 Temmuz'daydı. Bu özel gün bize Çin şehirlerinin göz alıcı modernliğinin, ultra-modern altyapısının, varlıklı yurtdışı turistleri ordusu ve milyarderler tugayının altında Marx, Lenin ve Mao adına yönetilen bir ülke olduğunu hatırlatıyor. Kaderinin Sovyetler Birliği gibi olacağına dair eski varsayımsa yaşananlarca çürütüldü.

Çin şimdi bazı kıstaslara göre ABD'den daha büyük bir ekonomik süper güç. Teknolojik olarak gelişkin durumda ve bazı temel teknolojilerde ABD'yle denkliğe yaklaşıyor. Şimdiye kadar Çin “devlet kapitalizmi” ekonomik kalkınmada, yaşam standartlarını yükseltmede ve yoksulluğun azaltılmasını hızlandırmada hayli etkili olduğunu kanıtladı. Eski Sovyetler Birliği'nden farklı olarak Çin devleti ve Komünist Parti müthiş derecede yetkin.

Başkan Trump gümrük tarifeleri ve Çinli teknoloji şirketlerinin dışlanması yoluyla Çin'e ekonomik savaş ilan etmişti. Başkan Biden, Trump'ın bıraktığı yerden devam etti fakat mücadeleye siyasi ve ahlaki bir boyut ekledi: Çin'deki insan hakları ihlallerine karşı "ses çıkarmak", Başkan Şi'nin otokratik rejimine karşı bir demokrasiler ittifakı yaratmaya çalışmak.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Batı'nın insan hakları saldırısının merkezi ögesi Sincan'da Müslüman Uygur nüfusa karşı insan hakkı ihlalleri. ABD yönetimi soykırım yapıldığı iddiasını benimsedi ve bu, müttefikleri tarafından da onaylanarak Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasına ve aralarında Britanyalıların, politikacıların ve akademisyenlerin de olduğu Batılılara karşı-yaptırımlar getirilmesine önayak oldu.

Çin'in geri kalanında olduğu gibi Sincan'da da ciddi insan hakları ihlalleri gerçekleştiğinden pek kuşku duyulmuyor. Ne var ki soykırım iddiaları Çin rejiminin davranışını Yahudi Soykırımı, Ruanda soykırımı ve Pol Pot'un kanlı Ölüm Tarlaları'yla aynı ahlaki düzleme koyduğu için özellikle korkunç.

Bu tür faaliyetler karşısında anlaşılabilir bir öfke var ve Çin'le daha yakın ilişki kurmayı savunanlar kendilerini Nazilerin modern muadili için tavizci olmak veya mazaret yaratmakla suçlanırken buluyor. Çin'e karşı bir düşmanlık atmosferinin oluşturulması ve Çin “tehdidine” karşı ortak bir cephenin seferber edilmesi için soykırım iddialarının kullanılması “Çin virüsü" karşısındaki öfkeyi epey etkili şekilde pekiştirmiş oldu.

Bir miktar şüphecilik de gerekiyor. İşlendiği iddia edilen “soykırım”, azınlıkların toptan “etnik temizliği” (Myanmar'da Rohingya Müslümanları'nda olduğu gibi başka yerlerde gerçekleştiği makul bir şekilde ortaya atılabilir) bir yana, toplu katliamlara dair kanıtlar içermiyor. Soykırım suçlamasını haklı çıkarmak için çok daha geniş bir yasal yapı kullanılıyor. Avukat olmayan bizler için bu biraz sanığa uyan bir suç tasarlamaya çalışmak gibi görünüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Trump yönetimine danışmanlık yapan avukatlarının, yönetime suçlamalar yöneltildiğinde, davaya ilişkin ciddi şüpheleri olduğunun bilindiğini söylemek yeterli olacaktır.

Ayrıca, Batılı hükümetler Amerikan liderliğini takip ederek suçlamaları tekrarlarken Batılı olmayan hükümetlerin aynı yolu takip etmemesi de çarpıcı. Endonezya, Malezya, Bangladeş ve Pakistan gibi çoğunluğu Müslüman ülkelerde demokratik olarak seçilmiş hükümetlerin hemen bu yola katılmaları beklenirdi. Ne var ki reddettiler ve bazı durumlarda şu anda Batı eğilimli olan ülkelerde daha kötü suiistimaller gördüklerine dikkat çektiler.

Bir de temel bir motivasyon sorusu var. Suçlamalar, Çin'in etnik grupların kimliğini yok etmeye çalıştığı yönünde. Çin'de, Uygurların yanı sıra Moğollar ve Tibetliler gibi azınlıklar arasında ayrı, çok kültürlü bir kimlik duygusunun ne denli teşvik edilmesi gerektiği veya bunları örneğin ortak dil ve karma evlilik yoluyla asimile etmek için ne kadar çaba gösterilmesi gerektiği konusunda uzun zamandır süren bir tartışma var. Çin asimilasyonu, Tibet'te olduğu gibi, baskıcı oldu. Fakat Çin, Sincan'daki mevcut eylemlerinin arkasındaki amacın hayli farklı olduğunu savunuyor: “Teröre Karşı Savaş”.

Çin, 10 yıl önce bombalı terör eylemlerine bizzat tanıklık etmişti ve Birleşik Devletler tarafından Eylül 2002'den Ekim 2020'ye kadar terör örgütü olarak kabul edilen Doğu Türkistan İslam Hareketi aracılığıyla Ortadoğu ve Güneydoğu Asya'da faaliyet gösteren kayda değer miktarda Uygur var, çoğu tahmine göre birkaç bin civarında. Batı'nın bu tür gruplara bir dereceye kadar baskıyla (Guantanamo, gizlice iade ve işkencenin yanı sıra Irak ve Afganistan'a müdahale) karşılık vermesi gibi, Çinliler de “terörizm” olarak gördükleri şeylere karşı sert bir baskı uyguladı. Kirli bir iş: Evet. Ters etikler: Mümkün. Soykırım: Pek değil.

Soykırım suçlamalarının dayandırıldığı olgusal deliller de ciddi şekilde sorgulanmaya başladı. Sincan'a hiç gitmedim ve konuyla ilgili yorum yapan çoğu insan gibi sadece çelişkili iddialar gördüm. Mültecilerin anlattıkları ikna edici ve çoğu zaman yürek parçalayıcı, tıpkı, ne yazık ki birçok rejimden ve çatışma bölgesinden gelen mültecilerin anlattıkları gibi.

Fakat "soykırıma" dair kanıt temeli büyük ölçüde, makul akademik araştırmacıların kaleme aldığı bir avuç rapordan oluşuyor. Bunlar, diğer makul akademik araştırmacıların yazdıklarıyla çelişiyor. Endişe verici bir şekilde, şüpheciler gözdağı korkusuyla (üniversitelerdeki görevlerini kaybetme tehlikesi gibi) kimliklerini açıklamayı reddetti. Görüşlerini ayrıntılı bir belgede çevrimiçi olarak yayımladılar. Yazarları tanımıyorum ve onlara kefil olamam fakat okuyucular motivasyonları ve güvenilirlikleri hakkında kendi yargılarına varabilir.
 


Tartışmanın omurgasını "bir milyon" veya "milyonlarca" Uygur'un süresiz şekilde toplama kamplarında (veya resmi adıyla "mesleki eğitim merkezlerinde") tutulduğu iddiası oluşturuyor. Rakamlar çok su götürür. Daha da önemlisi, Batılı suçlayıcıların dayandığı ana kaynak aslında kamplarda/merkezlerde ortalama 4 ila 20 günlük bir kalış süresinden bahsediyor. Bu kısa tutukluluk sürelerinin (Çinlilerin "sert çekirdek" olarak gördüğü kişiler haricinde) pek de süresiz söylenemez.

“Soykırım” suçlamasının bir diğer temel parçası Çin'in doğum kontrol politikaları uyarınca kadınlara kısırlaştırmayı kabul etmeleri için baskı uygulandığına dair kanıtlar. Bu tür suiistimaller kuşkusuz yaşandı fakat bu Uygurlara özgü değil: Aslında Uygurlar çok yakın zamana kadar ulusal programdan muaf tutuldu, bu yüzden bölgedeki nüfus artışı özellikle hızlıydı. Son yıllarda ulusal politika bölgeye doğru genişletildi ve bunun sonucunda doğum oranları keskin bir şekilde düştü. Kürtaj karşıtı gruplar ve diğerleri, 1979'da uygulamaya konan tek çocuk politikasının en çirkin özelliklerinden birinin kürtajı veya kısırlaştırmayı kabul etmeleri için kadınlara yapılan baskı olduğuna uzun zamandır dikkat çekiyor. Fakat bu, Çin genelindeki bir sorundu ve her halükarda terk edildi (şu an üç çocuk politikası yürürlükte).

İngiliz firmalarını Sincan'a yatırım veya Sincan'la ticaret yapmaktan caydırmak için kullanılan bir suçlama olan “zorla çalıştırma” konusunda da hemen hemen aynı noktaya değinilebilir. Çin'de ülke genelinde büyük sayılarla hareket eden ve yerleşik ve kentsel işçilerin haklarından yoksun yaklaşık 250 milyon göçmen işçi var. Çin genelinde istismarcı çalışma uygulamaları var (fakat bu daha sıkı işgücü piyasası düzenlenmeleriyle iyileşiyor olabilir). Hükümet, kuşkusuz, ekonomik büyümeyi teşvik etmek için ülke genelinde büyük ölçekli hareketleri kolaylaştırdı. Fakat bunun bilhassa Sincan'a özgü bir olay olduğuna dair kanıtlar hayli zayıf görünüyor.

Çin'in kayda değer başarıları arasında Batı'da kabul edilebilir olarak görülen insan hakları standartlarını karşılamak kesinlikle yer almıyor. Freedom House sivil toplum örgütü tarafından hazırlanan bir sıralamada Çin en alt sıralarda yer alıyor (gerçi mutlu bir şekilde ticaret yaptığımız ve büyük miktarlarda silah sattığımız Suudi Arabistan kadar altta değil).

Fakat iklim krizi, nükleer silahsızlanma, pandemi kontrolü, aşılama ve ticaret sisteminin kuralları gibi ortak sorunlarla başa çıkmak adına Çin'le ilişki kurmak için yine de ikna edici gerekçeler var. Şüpheli kanıtlara dayanarak Çinlileri Nazilerinkine benzer suçlarla suçlamak bu sürece yardımcı olmayacaktır. Bunun yerine Çin Komünist Partisi'nin içinde bir 100 yıl daha yaşayabileceği bir gerçeklikte çalışmak durumundayız: Çin Komünist Partisi'ne bağırıp çağırarak muhtemelen pek fazla yol katedemeyiz.



Vince Cable'ın makalesinin tasarımdan kaynaklanan nedenlerle kısalttığımız başlığının tamamı şöyledir: Uygur soykırımı iddiasıyla Çin'e bağırmak işe yaramayacak, Batı onlarla çalışmanın bir yolunu bulmalı

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren:  Noyan Öztürk

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU