Washington'daki ABD Kongre binasına anarşistler tarafından geçtiğimiz hafta düzenlenen saldırı dünya çapında 'Amerika'nın Sonu' olarak bilinen seferberliğe yeni bir ivme kazandırdı.
Çin ve Rusya'daki konuşmalar, ABD demokrasisinin artık 'parlayan bir küresel imaja sahip olmak isteyen ülkeler' için bir model olmadığı iddiasına odaklanıyor.
İran İslam Cumhuriyeti'ndeki Humeynici grup ve Venezuela'daki Chavez için bu olay, "Büyük Şeytan'ın" sonunun başlangıcı oldu.
Avrupa'daki bazı dedikoducu çevreler ise ABD'nin uluslararası sahnede bir lider olarak sonunun geldiği yönündeki spekülasyonları yeniden başlattılar.
ABD'deki bazı yorumcular, bu olayı tarihi bir dönüm noktası olarak gündeme getirdiler. ABD'nin Dış İlişkiler Konseyi (CFR) Başkanı Richard N. Haass -ki kendisi Tahran merkezli günlük Kayhan gazetesi tarafından 'Amerika'nın en büyük stratejisti' olarak övüldü- bu şiddet olaylarını 'Amerika sonrası' dünya düzeninin başlangıcı olarak değerlendirdi.
Amerika'nın bir şekilde sonunun geleceği veya liderlik konumunu kaybedeceği fikri yeni değil.
Meşhur dil bilimci Noam Chomsky ve 'İslam'ın Kissinger'ı' olarak bilinen Dr. Hasan Abbasi yıllardır bunu dile getiriyorlar.
Hint-Amerikan televizyon yıldızı Ferid Zekeriya bile ölüm döşeğinde 'Amerikan Rüyası' hakkında bir kitap yazdı.
'Amerika'nın sonu' ve 'Amerikan rüyasının ölümü' hakkındaki bu konuşmalar, Washington'daki küçük çaplı şiddet eylemlerinin kısmen veya bütünüyle yanlış okunmasına dayanıyor olabilir mi?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
British Broadcasting Corporation (BBC), Başkan seçilen Joe Biden'ın ifadelerinin yer aldığı bir manşet yayımlandı.
Manşette, Joe Biden'ın Washington'daki ayaklanmaları 'tarihimizin en karanlık günü' olarak nitelendirdiği sözlerine yer verildi. Ancak haberleri okuduğunuzda Biden'ın 'en karanlık günlerden biri' dediğini görürsünüz.
Londra'daki gazetelerin manşetlerinde şu ifadeler yer aldı:
Biden, Washington'daki şiddet eylemlerine ve 'Black Lives Matter' hareketindeki göstericilere yönelik farklı muameleyi kınıyor!
Bazı gazeteler ise isim vermeden Black Lives Matter hareketindeki bazı aktivistlerden şu sözleri aktardı:
Bunu yapanlar biz olsaydık, hepimizi öldürürlerdi.
2020'de ABD'nin 20'den fazla şehrinde çok sayıda ayaklanmanın gerçekleştiği ve protestocuların zarar görmediği gerçeği göz ardı edildi.
Biden, Trump yanlısı ayaklanmalar ile Black Lives Matter hareketi kapsamında gerçekleştirilen eylemlere polisin farklı şekillerde müdahale etmesini 'kabul edilemez' diye nitelendirdi.
Biden'ın bu ifadesi, bir olay karşısında takınılacak aksi tutumlar arasındaki zayıf sözlerden biridir.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, söz konusu isyanları 'demokraside eşi benzer görülmemiş ayaklanmalar' olarak nitelendirdi ve bunun Amerikan düşüşünün bir göstergesi olduğunu varsaydı.
Borrell'in Avrupa tarihi hakkındaki bilgilerini yenilemesi gerekebilir. 1968'de Batı Almanya'daki Fransız güçlerine sığınmak için Paris'ten kaçmak zorunda kalan eski Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle'ü hatırlamıyor olabilir.
Madrid'deki İspanya Parlamentosu'nun 1980 yılında Antonio Tejero çetesi tarafından ele geçirilmesinden bahsetmiyorum bile.
Bazı yorumcular Washington'da olanları Mussolini'nin 1922'de Roma'daki yürüyüşüyle karşılaştırdılar ve tam bir darbe değilse de darbe girişiminden söz ettiler.
Ancak Donald Trump'ı yeni Mussolini olarak görmek, Joseph Biden'ı yeni Stalin olarak tanımlamak kadar komik.
Ancak ABD'deki nefret tutkunları, görünen o ki daha dramatik hadiselerin yaşanmasını umuyorlardı.
ABD Kongre Polis Şefi Steven Sund, Kongre oturumundan iki gün önce 'Trump yanlısı kalabalığın büyüklüğü' karşısındaki endişesini ifade etti.
Sund ayrıca henüz açığa kavuşturulmayan nedenlerden ötürü bin 900 kadar polisten, Kongre üyeleri ve senatörlerle birlikte gün boyunca evlerinde kalmalarını istedi.
Kongre'de ayaklanmalar baş gösterdiği zaman burada yalnızca 400 kadar polis memuru vardı. Bu Trump'ın bir komplosu muydu?
Başkentteki polislerin belediye başkanın emri altında olduğu ve onun Trump'ın tutkulu bir rakibi olduğu göz önünde bulundurulduğunda Trump'ın güvenlik görevlileri ve Kongre üyeleri için bir 'evde kalma' senaryosunu nasıl planladığını anlamak zor.
O vakitte bile başkent polisi tarafından ilk etapta 8 bin kadar oldukları düşünülen Trump yanlısı kalabalık, 1 Milyon Adam Yürüyüşü'den biraz küçüktü.
Protestonun sonunda Kongre binasına düzenlenen bu saldırıya yaklaşık 2 bin 500 kişi katıldı ve binaya da yaklaşık 150 kişi girdi.
Bunlardan 53'ü tutuklandı, 13'ü ise 'mülke tecavüz' ile itham edildi. Görünen o ki başkent polisi bu ayaklanmaları iktidarı ele geçirmeye yönelik bir girişim olarak değerlendirmiyor.
'Trump destekçileri' ifadesi, ayaklanmaları başlatanlar için kullanılan bir kısaltma olması itibarıyla bir nefret içeriyor.
Trump'a seçimlerde 74 milyon kişi oy verdi. Çoğunluğun Washington'daki isyancıların kullandığı taktiklere tamamen katıldığını söylemek için elde delil yok.
Geçen yıl mağazaları yağmalayan ve mahalleleri ateşe veren Trump karşıtı kalabalığın Demokrat seçmenlerin çoğunluğunu temsil ettiğini iddia etmek nasıl haksızlıksa bu da aynı şekilde bir haksızlıktır.
Kongre binasına gerçekleştirilen saldırı, Roma'ya yapılan yürüyüş değildi. Pekin'de 15 binden fazla insanın ölümüne sebep olan Tiananmen'deki protestolar gibi bir halk ayaklanması da değildi.
Ayrıca bu ayaklanma, Tahran'da, Karakas'ta ve diğer yerlerde geçtiğimiz birkaç yıl içinde binlerce insanın sokaklara döküldüğü 'diktatörlere karşı bir isyan' da değildi.
Yaşanan olaylar, Biden'ın zaferini resmileştirme sürecini sadece birkaç saat kesintiye uğrattı. Ardından ülkenin yasama organı sessizce çalışmalarına devam etti.
Ne yazık ki yaşananlar 5 kişinin ölümüne yol açtı. Olaylar sırasında yaralanan bir polis de aldığı yaralardan dolayı yaşamını yitirdi.
Burada sorulması gereken asıl soru, Trump'ın bu şiddet olaylarını kışkırtmaktan sorumlu olup olmadığıdır.
Bu suçlama ise ABD Başkanı bir kenara, herhangi bir insana yöneltilebilecek oldukça tehlikeli bir suçlamadır.
Burada yapılacak en iyi şey, Kongre polisinin başkentteki savcıdan bir soruşturma açmasını, kanıt toplamasını, tanıkları dinlemesini ve sonra da görev süresi sona eren başkana karşı dava açmasını istemektir.
Diğer bir değişle Amerikan demokrasisi halen nefes almaktadır ve herhangi bir siyasi krizi anayasal bir çerçeve içinde ele alabilecek güçlü kurumlara sahiptir.
ABD'yi gerek bir demokrasi gerekse de dünya lideri olarak dünyadan silme meselesi ise sadece bir takıntıdır. En iyisi bunu Chomsky'ye ve Abbasi'ye bırakmak olur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz
© The Independentturkish