1908 Jön Türk devriminin itici gücü Genelkurmaydı.
Anadolu’da İngiliz ve itilaf devletleriyle Osmanlı devleti arasında imzalanan 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi sonucu büyük oranda terhis edilip silahsızlandırılan ordu dağınık, kendi başına kalmış, özerk bir hal görüntüsü veriyordu.
Mütarekenin bütün ağır koşullarına karşın, işgale karşı kaçınılmaz bir Kurtuluş Savaşı'nın itici gücü de Genelkurmay olacaktı.
Mustafa Kemal Samsun’a, Rauf Orbay İzmir’e gidiyor
İşgalciler, genelkurmayın üstünde durmasının da etkisiyle olmalı, ‘personeli ve donatımı azaltılan Üçüncü Ordu'nun, Sivas'ta üslenmesine ve jandarma amaçlarında kullanmak için iskelet yapısını korunmasına izin vermişlerdi.
Kazım Karabekir’in komutasındaki Dokuzuncu Kolordu'nun da benzer nedenlerle Erzurum’da iskelet yapısının korunmasına izin verilmişti.’
Kazım Karabekir, Mondros Mütarekesi'ne rağmen, hatırı sayılır miktarda silah ve mühimmatı işgalcilerden koruyabilmişti.
Genelkurmay türlü gerekçelerle iskelet yapısında ısrar edilen ordularla ilişkiyi canlı tutmaya çalışıyor, ortaya çıkan yerel tepkileri ‘savunma güçlerinin’ organizasyonu için Anadolu’ya güvenilir siviller yanı sıra, sivil görüntülü, zaten silahsızlandırılmış askeri elemanları yönlendiriyordu.
Kurtuluşun genel liderliği için de Mustafa Kemal Samsun’a, ayrıca Rauf Orbay İzmir’e gidecek, akabinde Mustafa Kemal ve Rauf Orbay Sivas’ta buluşacaktı.
Genelkurmayın amacı halk tepkisini, savunma güçleri üzerinden ‘Damat Ferit Paşa Hükümetini Meclisi yeniden toplamaya zorlamak ve ülkenin geleceğini güvenceye almak için’ yeni bir milli gücün, savunma güçleri temeli üzerinden kuruluşunu sağlamaktı. Bu yönlü ilişkiler ağı İstanbul’da da vardı. Ne var ki tasarlandığı gibi Mustafa Kemal Anadolu'da bunun işaretini vermeden harekete geçmeyeceklerdi.
‘Mustafa Kemal üst rütbeli bir subaydı. Osmanlı Harbiye Nezareti'nin (Savaş Bakanlığı) emri altındaydı.
Mustafa Kemal gönderilirken, Damat Ferit Paşa hükümetinin 'kulağına su kaçırmayacak' bir gerekçe gösterilecekti.
Bu gerekçe, Mondros Mütarekesi sonrası işgal komutanı İngiliz ‘General Milne’nin Sivas ve Erzurum'da jandarma ihtiyaçları için kullanılmasına izin verdiği İskelet halinde kalmış ordular üzerinde kumandanlık yetkisine sahip bir genel müfettişlik görevi için gönderilmesi, olacaktı.
Gerekli talimatlar hazırlanıp Mustafa Kemal'e verildi.
‘Mustafa Kemal bu talimatlar üzerinde Harbiye Nezareti'nde saatlerce çalıştı.
Akla gelebilecek her türlü yetkinin kendine tanındığı şekilde düzenlediği talimatlar, Damat Ferit Paşa Hükümeti Harbiye Nazırının önüne getirildi.
O da çalışma yoğunluğu içinde, çok sayıda sayfayı içeren talimatları okumadan imzaladı. Akabinde bu talimatların bir kopyası Genelkurmay'daki üst düzeyde komutanlar tarafından imzalandıktan sonra, bunun çok sayıda kopyası da Genelkurmay tarafından Anadolu’daki iskelet halinde kalmış ordulara ve ast rütbelerdeki komutanlarına gönderildi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Mustafa Kemal Sivas’ta, Rauf Orbay İzmir’de…
Genelkurmay tarafından böylesine geniş kapsamlı yetkilerle donatılan Mustafa Kemal, Samsun’a gitmek için İstanbul'dan ayrıldı.
Genelkurmay, Rauf Orbay’ı ise başka bir yöntem kullanarak bir gün önce İstanbul'dan İzmir'e göndermişti.
‘Mustafa Kemal, kısa bir süre sonra Albay Refet Belen’in kumandanlığını yaptığı Üçüncü Kolordu'nun bulunduğu Sivas'a gelecekti.
Mustafa Kemal tarafından ya da onu takip eden Genelkurmay ajanları tarafından İngilizlerin İzmir'i Yunanlılara verdiği, ‘İzmir’de Yunan katliamlarının başını alıp gittiği’ şayiaları Sivas’a yayılacaktı.
Başlangıçta bir biçimde yalanlansa da, Yunanlılar gerçekten İzmir’i işgal edecek, İzmir’e yeni gelmiş olan Rauf Orbay şehirden erken ayrılmak zorunda kalacaktı. Rauf Orbay tasarlandığı gibi Mustafa Kemal’le Sivas'ta buluşmak için düştüğü yollarda, Yunan işgalini ve yapılan kötülüklerle ilgili haberleri yayacaktı.
Yunanistan'ın İzmir'i işgali dünya ölçeğinde ‘şaşkınlık’ yaratacaktı. Damat Ferit Paşa Hükümeti ise işgale karşı duyulur, bilinir bir tepki göstermeyecekti. Denebilir ki işgal kuvvetlerinin kuklasıydı Hükümet…
Mustafa Kemal güvenlik kaygısıyla, ‘Yunanistan’ın Samsun’a çıkarma yapabileceğini’, dolayısıyla Üçüncü Kolordu'nun Amasya’ya taşınmasını sağlayacaktı.
Samsun’a inerken limandaki bir İngiliz gemisinden karaya çıkarılan Rumların kent merkezinin yakınlarındaki köylere yerleştirildiğini gözlemlemişti.
İngiltere’nin genişletilmiş Ortadoğu planı
‘İngiliz Başbakanı Lloyd George, siyasi programını İzmir’de ilan edecekti. Sovyet Rusya’ya karşı çıkan Trans-Kafkasya, İran, Afganistan-Buhara’ya kadar uzanan geniş kapsamlı bir Ortadoğu planı söz konusuydu.
1907 yılında İngiltere ile Rusya arasında yapılan Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalama ve paylaşma anlaşmasını, yeni zamanlarda İngiltere itilaf devletleri ilişkilerini de değerlendirerek tek başına uygulayacaktı.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi, aslında bir askeri anlaşma olmakla birlikte anlamı buydu. Osmanlı’nın, Kısmen Kürdistani toprakların, Anadolu’nun, Boğazların ve Trakya'nın bölüşümünü getiren 10 Ağustos 1920’de imzalanacak olan Sevr anlaşmasının anlamı çok daha buydu.
Sovyet Rusya-yeni Türkiye yardımlaşması
Sovyet Rusya 1907 İngiltere-Çarlık Rusya arasındaki bu gizli anlaşmayı deşifre etmiş, bu anlaşmanın sonuçlarını ortadan kaldırma çerçevesinde Rusya'nın işgal ettiği topraklardan Rus askerleri geri çekmiş, bu emperyalist plana karşı savaşıyordu.
Sovyet Rusya-yeni Türkiye yardımlaşması bu somut gerçekliğin dayattığı ihtiyaçlar siyaseti üzerinden oluşacaktı.
Yeni Türkiye’nin var olma ihtiyacı ile Sovyet Rusya'nın emperyalist kuşatmayı yarma ihtiyacının üst üste düşmesi yardımlaşmayı getirecekti.
Kuvayı Milliye
Emperyalist işgale ve planlara karşı verilen cevap Kürdistani, Anadolu ve Trakya halklarının ve inanç gruplarının Milli Kurtuluş Savaşı oldu.
Çok sürmeyecek yola çıkarken tasarlandığı gibi yeni bir milli gücün inşası başlayacaktı.
Kuvayı Milliye idi bu.
Yani milli güç, milli kuvvet…
Kuvayı Milliye içinde Türkler, Çerkesler, Gürcüler, Lazlar, Kürtler ve başkaca halklar yer alıyordu.
Halklar için meselenin esası, varlıklarını asıl tehlikeye atan işgal kuvvetlerinin defedilmesiydi.
Kuvayı Milliye’nin işgale karşı farklılıklarıyla beraber bütün bir milletin milli direnişi olduğu düşüncesi, ötesini tartışmaya mahal vermiyordu.
Kuvayı Milliye, düzenli bir ordunun olmadığı koşullarda yer yer dağınık ve birbirinden kopuk da olsa, ülke sathında işgale karşı halk tepkilerinin örgütlü hale getirilmesi yanı sıra, alternatif idari merkezler rolünü de oynuyordu.
‘Kuvayı Milliye üzerinden yürütülen direnişin politik hedefi, İstanbul'daki Damat Ferit Paşa hükümetini Meclisi toplamaya zorlamak, askeri hedefi ise vatan topraklarının daha fazla parçalanmasını engellemek, mümkün olduğunca toparlamaktı.
Osmanlı il ve ilçe yetkililerini tutuklama ve kimisini gerisin İstanbul’a gönderme sayısı gözle görülür şekilde artınca,
İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal'i İstanbul’a çağıracaktı.
Umursamayınca, 11 Temmuz 1919 tarihinde ordu görevlerine son verilecek, ihraç edilecekti.
Ancak bu olay onun halk nezdinde itibarını daha bir yükseltecekti.
“Misak-ı Milli” ya da “Ulusal Ant”
‘Kuvayı Milliye büyüyordu.
Bu arada, Sivas’ta buluşmaları tasarlanan Mustafa Kemal ve Rauf Orbay buluşması Erzurum’da gerçekleşti.
Erzurum’da Kuvayı Milliye’nin programı kaleme alındı. Erzurum'da Kongresi'nde yazılan program daha sonra “Misak-ı Milli” ya da “Ulusal Ant” olarak bilinecekti.
Aslında son derece akıllıca hazırlanmış politik bir belgeydi, dersek yanılmış olmayız. Memleketin ahvali, güçler ilişkisi, batının hassasiyetleri, müktesep kazanımlar, mümkün olanın sınırları gibi konular üzerinde iyi düşünülmüştü.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü kabul edilirken, Mustafa Kemal eski geriliklerin, bağnazlıkların, yükümlülüklerin yükünden kurtulmak ve elini rahatlatmak istiyordu.
Batının ulusçu-milliyetçi, kültürel gelenekleri prensip olarak tasvip edilirken, batıya karşı yararlı hale getirme düşüncesi çerçevesinde politika geliştiriliyordu.
Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı sonrası yenilgi koşullarında memleketi batıya karşı zayıf düşüren dinsel retoriğe dayalı siyaset yerine, batının değerlerine dayalı bir siyasi anlayışla hareket edecekti.
Batı kendi azınlıklarına karşı hangi uygulama içindeyse, Mustafa Kemal bunu yeni Türkiye koşularına yaşanmış deneyimleri göz önüne alarak uyarlama düşüncesindeydi.
Nitekim kurtuluştan sonra Rumlar ve Ermeniler kendi sosyal ve dinsel yaşam ilişkilerini sürdürebilecek ama kimlik üzerinden siyaset yapamayacaklardı.
İtilaf devletleriyle ittifaka kadar varan ilişkileri bir yana, Yunanistan vb. ülkelerin Türk azınlığa dönük uygulamaları buna gerekçe gösterilecekti.
Aslında asıl sorun Kürtlerdi... Kurtuluş Savaşı da dahil, Osmanlı'yla olsun, İttihatçılarla olsun yaşanmış olumsuz bir deneyimleri yoktu, aksine hep sağlam bir duruş göstermişlerdi.
Başka azınlıklara ve halklara bir şekilde batının değerleri üzerinden ilişki geliştirilecekse, nispetler kurularak Kürtlerin haklarını tanıma tutarlılığı gösterilecek miydi?
…
Yeni Türkiye’nin uluslararası toplumdaki yeri, Rauf Orbay’ın 1918 Mondros Mütarekesi'nde yaptığı konuşmadan bir aktarımla açıklanıyordu:
Bizim de her ülke gibi ulusal ve ekonomik kalkınmamızı sağlamak ve kamu işlerimizin daha çağdaş ve düzgün bir yönetim biçimiyle yürütülmesini olanaklı kılmak bakımından kalkınma araçlarının sağlanması konusunda tam bağımsızlık ve özgürlük hakkından yararlanmamız, yaşamımızı ve varlığımızı sürdürmemizin temel koşuludur.
Erzurum’da ortaya çıkan bu belge, yani Misak-ı Milli ya da Ulusal Ant programı bu cümlelerle bitiyordu.
Ancak Erzurum Kongresi, Sivas’ta yapılmak üzere ertelendi.
Kongre Eylül 1919'da Sivas'ta yapıldı.
Sivas Kongresi'nde seçilen 12 kişilik Daimî Heyet’in haberleşme ve ilişki ağlarının daha elverişli olmasından dolayı Ankara'ya yerleşmesi kararı alındı.
‘Aynı zaman diliminde Misak-ı Milli programının bir nüshası Londra'da Dışişleri Bakanlığı'nda Lord Curzon’un önündeydi.
Lord Curzon, Mustafa Kemal’in ne istediğini doğrudan öğrenmek için Hindistan Başkomutanının kardeşi Albay Lord Rawlinson’u Erzurum'a gönderecekti.
'Bu gelişmeler karşısında Damat Ferit Paşa Hükümeti 5 Ekim 1919’da düşecek, yerine Ali Rıza Paşa hükümeti kurulacaktı.
Sultan, Ali Rıza Paşa Hükümetine seçim yapma ile ilgili de yetki vermişti.
Mustafa Kemal, yeni hükümete barış koşulu ve seçimlere katılma bakımından Misak-ı Milli programını telgrafla gönderecekti.
Her şey iyi gidiyor gibiydi.
Öyle miydi gerçekten?
Belki de birçok şey yeni başlıyordu…
(Devam edecek)
*Kaynak:
Türkiye'nin Yeniden Doğuşu, Clair Perice, 1923
Türkiye basımı, Yeni Hayat Kütüphanesi,2003
*vd. kaynaklar…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish