Biden ya da başkasının ABD’nin Ortadoğu liderliğini geri getirmesi için artık çok geç

Ülkenin imajına darbe vuruldu. Küresel çapta kararlılığına duyulan güven azalırken, içerideyse polis, sağlık ve ekonomi reformları tüm Amerikalılar için acil öncelikler haline geldi

Joe Biden, Obama'nın yardımcısı olduğu dönemde Ortadoğu'daki askeri birliklere ziyaretlerde bulunmuştu (AP)

ABD'nin son 30 yılda Ortadoğu'ya dair yaklaşımını bilhassa iki askeri hadise özetliyor: Irak'ın 1990'da Kuveyt'i işgal etmesi, ABD'nin Körfez'deki askeri mevcudiyetinin ve bölgeyle ilgili daha iddialı bir siyaset geliştirmesinin başlangıcına işaret etmişti. ABD'nin geçen yıl eylül ayında Suudi Arabistan'ı Abkayk ve Hureys petrol tesislerine yönelik saldırılar karşısında savunmada kayıtsız kalmasıysa inzivaya çekilmesine işaret ediyor.

Başkan George H. W. Bush, 1990'da Amerika'nın uluslararası normları zorla uygulatmaya dair yeni rolünü sürdürme heveslisi olduğu kadar güç dengesini, petrolü ve İsrail'in güvenliğini korumaya da düşkündü. Gel gör ki Donald Trump son üç yılda bu önemli güvenlik ve strateji hedeflerine sırt çevirmeye hazır bir imaj çizdi.

Başkan olması halinde Joe Biden, bir zamanlar Bush'un yaptığı gibi bölgeye 100 bin asker göndermeye kalkışmayacak. O günler mazide kaldı. Biden, Trump'ın lakaytlığını da benimsemeyecek.

Birkaç hafta önce yazdığım gibi, Biden çok ihtiyaç duyulan yeni bir liderlik tarzı sunacak.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ancak otorite denen şey tek başına başkanın dilemesiyle sağlanamayacağına göre sadece liderlik vaat etmekle olmuyor. Liderlik çıkarların çakışmasından, politika yapıcıların, uzmanların ve devlet kurumlarının kolektif düşüncesinden ve bunu yurtdışına yansıtacak yeterli kaynaklardan zuhur eder. Biden muhtemelen şiddetli bir direnişle karşı karşıya kalacak: Kendisinin Ortadoğu planı karşısında Amerikan siyasi elitinin artık aynı fikirde olmadığını görebilir.

Birincisi, ABD'nin kendini tecrit etme politikasına geçmesinin müsebbibi Trump değil. O, büyümekte olan bir eğilimin sadece yan ürünü. İroniktir ki ABD'nin inzivaya çekilmesi, Biden'ın başkan yardımcılığı yaptığı Barack Obama yönetimi döneminde başlamıştı. Mesela Obama, Libya ve Suriye'de geri planda kalmayı seçerken, Yemen'de savaşın patlak vermesine de engel olamadı. Dahası, 2013'te Rusya'nın Beşar Esad'ın kimyasal silah cephaneliğini imha edeceğine dair söz vermesinin ardından Esad güçleri masum sivillere karşı kimyasal silahları kullanıp bin 300'den fazla insanı öldürdüğünde Obama-Biden yönetimi Esad'ın geçtiği o "kırmızı çizgiyi" görmezden geliverdi.

ABD aslına bakılırsa George W. Bush'tan sonra Suriye, Irak, Yemen ve Libya'da sivillere karşı konvansiyonel silahlarla gerçekleşen vahşetlere nükleer silahlarla işlenmedikleri sürece göz yumdu.

Bu durum her şeyden önce strateji yoksunluğu, kaynak yetersizliği ve daha fazla müdahil olmaya dair siyasi irade eksikliğinden kaynaklanıyor. Amerikalıların çoğunluğu da yönetimlerinin meseleleri üstlenmesindense yurtdışındaki çatışmalara müdahaleyi azaltmasını istiyor.

Ayrıca Trump başkanlığının üç yılı geride kalmışken, onun yönetimi öncesi Ortadoğu'ya gönderilmiş ABD birliklerinin çoğu hâlâ yerlerinde duruyor. Ama varlıkları artık bir amaç taşımıyor. ABD neyi istemediğini biliyor olabilir: IŞİD'in dirilmesi, İsrail'e karşı geniş çaplı bir saldırı, Çin'in petrol akışını kontrol etmesi ve nükleer bir İran gibi. Ancak bölgede gerçekten ne istediğini artık bilmiyor.

İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD bugün ilk kez hegemonyacı konumunu diğer güçlerle paylaşmaya hazır görünüyor. ABD'nin inzivaya çekilmesi, Ortadoğu'yu herkese açık bir bölge haline getirdi. Rusya, Suriye ve Libya'da NATO'nun hemen yanıbaşında cesur askeri operasyonlar yürüttü. Çin borç tuzağı diplomasisi üzerinden birçok ülkeye baskı uyguluyor. İran, Türkiye ve Suudi Arabistan askeri müdahalecilikte altın çağlarını yaşıyor, Mısır ise Libya'da büyük çaplı bir askeri saldırı gerçekleştirme tehdidi savuruyor.

Petrol akışını korumak ve Çin'in bunu silah haline getirmesine mani olmak ABD'nin ve müttefiklerinin çıkarları açısından hâlâ hayati önem taşısa da petrol artık ne ABD güvenliğinin merkezinde yer alıyor ne de eskiden olduğu gibi stratejik bir emtia görevi görüyor. Dahası, İsrail-Filistin çatışması Ortadoğu barışı açısından artık kilit bir konumda değil. Şimdilerde İsrail kısa tarihinde hiç olmadığı kadar Arap-Sünni müttefike sahip ve paylaştıkları ortak bir hedef var: İran'ı zaptetmek ya da haklamak. Arap ülkelerinin çoğu, İsrail için artık herhangi bir tehdit teşkil etmiyor.
 


ABD'nin bölge genelindeki çatışmalara dair giriştiği diplomatik arabuluculuklar, net bir plan olmaksızın diğer ülkelerin eylemlerine tezahürat yapmaya indirgendiği için artık yetersiz ve içerikten yoksun. Bu durum bölgesel güçleri, ülkelerinin güvenliğini ABD'nin güvenliğine eklemlemenin kaos reçetesi anlamına geldiğine ve ulusal çıkarlarının sorumluluğunu kendilerinin üstlenmesi gerektiğine ikna etti.

Peki bilin bakalım ne oldu? Sonuç, elbette daha fazla kaos oldu.

Biden seçim kampanyasının internet sitesinde, Körfez devriyesi için az sayıda asker tutma ve IŞİD'in tekrar filizlenmesini engelleme sözü veriyor. Bu, Trump'ın statükosunun muhafaza edilmesi anlamına geliyor.

Eğer Biden, Ortadoğu diplomasisi söz konusu olduğunda ABD'yi yeniden sürücü koltuğuna geçirmek istiyorsa, yardımcılarının şu soruları cevaplaması gerekecek: İsrail-Filistin çatışmasının geleceği ne olacak? Biden, Körfez'in güvenliği için ne planlıyor? Biden yönetimi Suriye, Yemen ve Libya'daki savaşları nasıl sona erdirecek? ABD'nin hem kontrolsüz müttefiklerini hem de düşmanlarını hizaya girmeye nasıl ikna edecek (ya da zorlayacak)? Ve Avrupa göçmen akışını kendi başına halledebilir mi?

Irak ve Libya'daki savaşlar, Amerikalılara devletleri yeniden kurup demokrasi yaratamayacaklarını öğretti. Dahası Trump yönetimi Ortadoğu halklarına Amerika'nın savaşları durduramayacağını, haydut liderleri hesap verebilir kılamayacağını ve en son Suudi petrol tesisleri meselesinde yaşandığı üzere müttefiklerini koruyamayacağını göstermiş oldu.

Bu, Çin'in saldırgan yükselişine paralel olarak ve ABD'yi vuran şu üç krizden önce gerçekleşmişti: Koronavirüs pandemisi, sonrasında yaşanan ekonomik kriz ve dünya genelinde Siyahilerin Hayatı Önemlidir gösterileriyle ortaya konan ırksal adalet krizi. Amerika'nın imajına darbe vuruldu. Küresel çapta kararlılığına duyulan güven azalırken, içerideyse polis, sağlık ve ekonomi reformları tüm Amerikalılar için acil öncelikler haline geldi.

Biden şayet tüm bunlardan sonra Ortadoğu'da bir liderlik göstermek istiyorsa ya yukarıdaki dikenli soruları yanıtlamaya hazır olmalı ya da toparlanıp eve dönmeli.

 

 

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU