Dava, 100 yaşında: Felsefeciler Kafka’yı nasıl okudu?

20. yüzyılın en etkili yazarlarından Franz Kafka, gerek hayatı gerek yapıtlarıyla birçok büyük düşünürü sonsuz bir yorumlama yolculuğuna çıkardı

Franz Kafka, verem hastalığı nedeniyle 1924’te 40 yaşında hayatını kaybetti (@franceculture/Twitter)

Minerva’nın Baykuşu’nda bu hafta, Franz Kafka’nın Dava romanının 100. yılı vesilesiyle çeşitli felsefecilerin, modern edebiyatın en önemli yazarlarından birinin eserlerine getirdiği yorumları takip edeceğiz. 

Biri Josef K.’ya iftira atmış olmalıydı, çünkü bir sabah, kötü bir şey yapmış olmaksızın tutuklandı.

Bu cümleler ilk kez 100 yıl önce okurla buluştuğunda Avrupa, üzerinden 7 yıl geçmiş olan I. Dünya Savaşı’nın dehşetinden kurtulmaya çalışıyordu. Kafka, savaş patlak verdikten kısa süre sonra Ağustos 1914’te romanın taslağı üzerinde çalışmaya başladı fakat bu tempoyu sürdüremeyerek Ocak 1915’te metni yarım bıraktı. Taslağı da dostu Max Brod’a yok etmesi için verdiği eserlerin arasına dahil etti. Brod ise bu talimata uymadı ve edebiyat tarihinin yönünü değiştirecek hamleyi yaparak 26 Nisan 1925’te Dava’nın basılmasını sağladı. 1926’da Şato’yu, bir sonraki yıl da Amerika’yı yayımlattı. Bu sırada Avrupa daha ilk savaşın yaralarını saramamışken başka bir felakete, İtalya ve Almanya’da kurulan faşist rejimlerin etkisiyle tarihin en ölümcül savaşına doğru hızla sürükleniyordu. Dava böyle bir coğrafyada, 20. yüzyılın en büyük iki felaketinin gölgesinde doğdu.
 

dava ilk basım
Dava'nın (Der Prozess) 1925'te yayımlanan ilk baskısı (biblio.co.uk)


Önceden sınırları belirlenmiş, anlamı sabitlenmiş, yörüngesi çizilmiş bir kurmacadan söz edemeyiz. Her yazar bir anlamda edebiyatı yeniden bulmak, kurmacayı baştan yaratmak zorunda kalır. Stéphane Mallarmé edebiyat için “delice bir yazma oyunu” demişti. Yazının ayartıcılığıyla işe koyulan için bahisler yüksektir zira yapıtı ararken kendisi de kaybolabilir. Bu arayışın nasıl karşılaşmalara gebe olduğunu kestirmek güç. “Bir zar atımı asla ortadan kaldırmayacak rastlantıyı” diyen de Mallarmé’ydi. Yazının radikal belirsizliği içinde yapıtın açılmasını sağlayacak ilk cümle yazara her an görünebilir. Eser de belki bu dolanıp durma halinde karşılaşılan uğurlu bir rastlantıdır. Kafka, Dava’yı yazmaya başlamadan kısa süre önce günlüğüne aldığı bir notta şöyle diyor: 

Her şeye karşın yazacağım, mutlaka yapacağım bunu; benim için bir ölüm kalım savaşı.

Çabalarıyla ilgili tüm şüphe ve çekincelerine rağmen bu belirsizlikte, bir karşılaşma ve rastlaşma umuduyla ilerlemeye kararlıydı. 

“Sonsuz umut var ama bizim için yok”

Hem günlükleri ve mektuplarından hem de eserlerinden görülebileceği gibi arayış, umut, kurtuluş, günah ve suçluluk, Kafka’nın hayatında ve yapıtlarında saplantı derecesinde kafa yorduğu meseleler. Walter Benjamin, Kafka’nın ölümünün 10. yıldönümü için kaleme aldığı denemede, Brod’un yazarla yaptığı şu sohbeti aktarır: 

Kafka’yla yaptığım bir konuşmayı hatırlıyorum, çıkış noktamız bugünkü Avrupa ve insanlığın çöküşüydü. ‘Bizler,’ demişti Kafka, ‘Tanrı’nın zihnine üşüşen nihilist düşünceler, intihar fikirleriyiz.’ Bu bana önce Gnostik dünya görüşünü hatırlattı: Kötü bir demiurgos olarak tanrı, dünyaysa onun Düşüş’ü. ‘Hayır,’ dedi Kafka, ‘bizim dünyamız Tanrı’nın kötü bir ruh haline, kötü bir gününe rastlamış.’ ‘Öyleyse bu bildiğimiz dünya dışında umut olabilir mi?’ diye sordum. Gülümsedi: ‘Elbette yeterince var, hatta sonsuz umut var ama bizim için yok.’

Umut kimin için var öyleyse? Benjamin, umudun Kafka’nın “aile kucağından kaçmış en tuhaf yaratıkları” için mümkün olabileceğini belirtir. Bu yaratıklarla aile fertleri arasında her zaman rahatsız edici bir gerilim görülür: Dönüşüm’de Gregor Samsa’nın böcek olarak ailesinin evinde uyanması, “Melezlemeler” öyküsündeki yarı kedi yarı koyun tuhaf varlığın babadan miras kalması ya da “Evin Beyinin Tasası” hikayesindeki “yıldızımsı makaraya” benzeyen deforme yaratık Odradek’in evin babasını tedirgin etmesi gibi. Benjamin, Kafka’da “tamamlanmamışlar ve sakarlar” için umut olduğunu söyler. Aile evlerinin ortasında bitiveren bu ve benzeri yaratıklar hiçbir kalıba girmediğinden, aileden başlayıp toplumu, hiyerarşiyi, bürokrasiyi ve tüm kurumları belirleyen dizgeleri darmadağın edebilecek serseri mayınlara dönüşür.

“Majör edebiyata” karşı Kafka

Gilles Deleuze ve Félix Guattari, Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin’de Kafka’nın bu tuhaf yaratıklarının, mitolojik arka plana yaslanmayan, herhangi bir tarihsel-kültürel yapıyla kolayca ilişkilendirilemeyecek varlıklar olduğuna dikkat çeker. Kafka’nın eserlerini karşıtlıklardan hareketle basit çıkarımlar yapmadan heterojen yapılarını gözeterek okuyan ikili, bu yaratıkları “yoğunluk bölgeleri” diye adlandırır. Başka bir deyişle bunlar kolayca katmanlarına ayrılamayan ve sürekli bambaşka şekilde yorumlanmaya açık bölgelerdir. 
 

deleuze ve guattari
Deleuze ve Guattari, edebiyat, felsefe, sanat ve politika üzerine sıradışı eserler kaleme aldı (@snnomade/Twitter)


Bu pekala eserlerin kendi içine kapalı, dışarıyla temassız kaldığı anlamına gelmiyor. Onların okumasında Kafka’nın yapılarında sıkça rastlanan aile ilişkileri ve baba-oğul çatışmaları Ödipal üçgenlere açılmaz, daha çok toplumsal yapıların sınırlarını yoklayan politik bir hatta çalışır. Deleuze ve Guattari için “minör edebiyatın” alanındaki Kafka’nın yapıtlarının gücü, “majör edebiyatı” oluşturan önceden belirlenmiş biçim ve kategorilerin sürekli olarak aşındırılmasından ileri gelir. Ehlileştirilemeyen, hızlıca kavramların içine çekilemeyen bu metinler her seferinde yoruma direnirken farklı etkiler üretir. 

Kafka’nın “şifresi”

Theodor Adorno, bu etkileri Kafka’nın yazısını “gizlenmiş tahakkümün ürünlerine, kendini durmaksızın yeniden üreten kör güç mitine” karşı konumlandırarak okur. Özellikle Dava ve Şato’da her şeyi tektipleştiren “devasa bir tekelci aygıtın” maskesinin düşürüldüğünü söyler. 
 

adorno
Adorno, Max Horkheimer'la yazdığı Aydınlanmanın Diyalektiği'yle eleştirel teorinin yapı taşlarından birine imza attı (@edebiyatladunya/Twitter)


Adorno için Kafka’nın eserleri, modern kapitalizmin “şeyleştirme” süreçlerini kurmaca alanında işe koşarak, bunun boğucu ve ölümcül etkilerini gösterir. Kapitalizmin piyasada satışa sürülen ürünleri, insan emeğini ve zaman deneyimini kendi araçsallaştırma mantığıyla “eşdeğerli” kıldığını, yani tek düzlemde kullanılabilir ve birörnek hale getirdiğini belirtir. Böylelikle her şey evrensel değer konumundaki “parayla” değiş tokuş edilebilir. Adorno için bu tahakküm şeklinin insanı insandışılaştıran özellikleri Kafka’nın eserlerinde “çürüyen kapitalist toplumsal düzenin bir şifresi” olarak sunulur. 

Kim kimi suçluyor?

Dava’da Joseph K.’yı kimin itham ettiğini ve suçlamanın ne olduğunu bilmiyoruz. Agamben, romanın asla bizimle paylaşmadığı bu bilgileri, Roma hukukuyla (Kafka da hukuk eğitiminde bu alana yoğunlaşmıştı) bağlantılar kurarak okur. Antik Roma’da iftiranın çok ağır bir suç olduğuna dikkat çekerek, sahte ithamda bulunan kişilerin alnına Latince “iftiracı” anlamına gelen “kalumniator” kelimesini temsilen “K” harfi çizildiğini belirtir. Agamben, burada ilginç bir hattan ilerleyerek K.’ya dava açan “birinin” aslında karakterin kendisi olduğunu söyler. Roman, başkaları tarafından asılsız şekilde suçlanan birinin değil, kendi kendine iftira davası açan bir karakterin hikayesine dönüşüverir.
 

Agamben
Modern Batı demokrasisinin temelini Antik Yunan'ın şehir devletleri yerine toplama kamplarında gören Agamben, yaşayan en önemli felsefecilerden (AFP)


K., kendine iftira atar ama tam da bu sebeple suçsuz olduğunu bilir. Ancak masum olmasına rağmen kendine iftira atması sebebiyle de suçlu konumuna düşer. Bu "öz-iftira" durumunda suçlananla suçlayan iç içe geçer, sınırların aşınmaya başlamasıyla yasanın istikrarlılığı da sorgulanır. Agamben, yine Roma hukukunda sınırlara kutsal bir önem atfedildiğine işaret ederek, hudutları ihlal edenlerin öldürüldüğünü hatırlatır. Sınır ihlali temasının Kafka’nın birçok eserinde üzerine düşünülen bir mesele olduğunu belirterek, Şato’nun başkahramanı Bay K.’nın kadastrocu olduğunu da vurgular. 
 


Dava, 100 yıllık serüveni boyunca onlarca dile çevrildi, milyonlarca kez okundu. Kafka’nın eserlerine açılan belki de sonsuz sayıda kapı var.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Burada değindiğimiz düşünürlerin okuma biçimleri birbirlerinden farklı olsa da hepsi, eserleri basit karşıtlıklar üzerinden yorumlamak yerine metinlerin kendisini işe koşarak onların aksak hareketlerini, dolambaçlı yollarını takip eden, potansiyellerini yoklayan yaklaşımlarıyla ortak bir noktada buluşuyor. 

Brod’un “bitimsiz” diye nitelediği Dava, gerek yarım kalmışlığı gerek de karmaşık yapısıyla kendi sonuna varamayan bir metin. Ancak bir kesintiyle, en büyük kesinti olan ölümle anlatı kopuveriyor. Romanın sonunda iki kişi K.’yı bir gece terk edilmiş bir taş ocağına götürür. Adamlardan biri K.’nın gırtlağını tutarken öteki de kalbine bıçağı saplar. K., “bir köpek gibi” öldüğünü söyler ve son cümleler gelir: 

Sanki utanç o öldükten sonra da yaşamaya devam edecekti.

Adorno, Kafka’nın eserlerinin sırrını açığa çıkaracak anahtarın “çalındığını” söyler. Onun yapıtları okuru her seferinde bir çözümlemeye davet eder ama eserlerin biçimsel özellikleri ve labirentvari yapısı, bunun bütünlüklü şekilde gerçekleştirilmesini imkansız kılar. Bir 100 yıl daha geçince dünya ne halde olacak, gelecek nesiller Kafka’yı nasıl okuyacak bilinmez. Ama Dava çoktan o bilinmeze doğru yeni bir yolculuğa çıktı.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU