Mars'ın bir zamanlar üçüncü bir uydusu olabileceği öne sürüldü. Yeni araştırmaya göre böyle bir cismin varlığı, gezegenin ilginç özelliklerini açıklayabilir.
Kızıl Gezegen'in Phobos ve Deimos adlı iki küçük uydusu ve bu cisimlerin nasıl oluştuğuna dair hiçbiri kanıtlanmamış birkaç teori var.
Birine göre uydular, Mars'la Jüpiter arasındaki Asteroit Kuşağı'ndan gelmiş olabilir.
Bir diğer teoride uyduların, gezegenden kopan parçalar olduğu öne sürülüyor. Ay'ın da bu şekilde oluştuğu tahmin ediliyor. Ancak Phobos'un kimyasal açıdan Mars'a benzememesi nedeniyle bu teori Dünya'nın uydusuyla ilgili teori kadar kuvvetli değil.
Yakın zamanda yapılan bir çalışmada da Phobos'un kuyrukluyıldız olabileceği ihtimali ortaya atılmıştı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Uydularının yanı sıra Mars'ın da bazı açıklanamayan ilginç özellikleri var. Bunların başında gezegenin üç eksenli olması geliyor.
Ayrıca Kızıl Gezegen devasa yüzey şekillerine ev sahipliği yapıyor. Güneş Sistemi'ndeki en yüksek plato olan Tharsis, yaklaşık 5 bin kilometre alana yayılıyor ve yüksekliği 7 kilometreyi buluyor. Üstündeki yanardağlar ise çok daha yükseğe çıkıyor.
ABD Deniz Gözlemevi'nden gökbilimci Michael Efroimsky'ye göre, Mars'ın bir zamanlar daha büyük bir uydusu olması, bu tuhaf özellikleri açıklayabilir.
Journal of Geophysical Research: Planets adlı hakemli derginin değerlendirmesine sunulan ve ön baskı sunucusu arXiv'de çıkan araştırmada "devasa bir uydunun" Mars'ın üç eksenliliğini başlattığı öne sürülüyor.
Roma mitolojisindeki savaş tanrıçasına ithafen Nerio adı verilen bu uydunun başlattığı üç eksenliliğin daha sonra jeolojik süreçlerle devam ettirildiği savunuluyor.
Efroimsky, Mars'ın neredeyse üçte biri büyüklüğünde bir uydunun, Güneş Sistemi'nin ilk oluşum döneminde ortaya çıktığını ya da kısa bir süre sonra gezegen tarafından ele geçirilmiş olabileceğini düşünüyor.
Araştırmacıya göre uydunun kütlesinin yarattığı gelgitler, Kızıl Gezegen tamamen katılaşmadan önce devasa yüzey şekillerinin temelini atmış olabilir. Tıpkı eksendeki tuhaflık gibi bu şekiller de jeolojik süreçlerle bugünkü halini almış olabilir.
Peki Nerio'ya ne oldu? Efroimsky, bir çarpışma sonucu parçalanıp arkasında Phobos ve Deimos'u bırakmış olabileceğini düşünüyor. Bir diğer ihtimal de Güneş Sistemi'nin ilk dönemlerinde uydunun başka bir gökcisminin yörüngesine takılıp gitmesi.
Öte yandan uydunun parçalanması halinde gezegende böyle bir olayın yaratacağı kraterler olması beklenirdi. Fakat bu izlerin başka çarpışmalar ve jeolojik faaliyetler sonucu ortadan kalkmış olması da muhtemel.
Efroimsky, bu ilginç teorinin henüz bir hipotezden ibaret olduğunu da belirtiyor. Araştırmacı, diğer bilim insanlarına bu ihtimali değerlendirme ve kayıp uydunun izlerini arama çağırısı yapıyor.
Independent Türkçe, Live Science, IFL Science, arXiv
Derleyen: Büşra Ağaç