Dünya her yıl bugün, kanserin heybeti ve gücü karşısında korku ve şüpheyle duruyor.
Bu hastalık son üç yıl boyunca tahtından çekilmiş ve yeni bir tiran olan Kovid-19 salgını bu tahta çıkmıştı.
Bugün salgının etkisinin azalmasıyla kanser her zamanki konumuna, yani 'tüm hastalıkların imparatoru' olmaya geri döndü.
Ancak hiç şüphe yok ki bu imparator, her gün ilerleyen bilimin gücü karşısında etkisini kaybedip biraz daha geri çekiliyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Amerikan Kanser Derneği (ACS) bilimsel dergisinin bu yılki ilk sayısında, ABD'de kanserden ölme riskinin giderek azaldığı ve 1991 yılında zirve yaptığı dönemden 2019'a kadar kadın ve erkekler arasında hastalıktan ölüm oranının yüzde 32 oranında azaldığını kanıtlayan yeni çalışmalar yayımladı.
Bu, bilimin bu süre zarfında 3,5 milyon insanın ölümünü engellediği anlamına geliyor.
Ayrıca bu çalışmalar ölüm oranının 1990'larda yüzde 1 oranında azalırken, 2015'ten 2019'a kadar yüzde 2 oranında düştüğünü ortaya koyuyor.
ACS, ölüm oranındaki bu düşüşü sigara içen kişi sayısındaki düşüşe ve önleme, erken teşhis ve tedavi alanlarındaki ilerlemeye bağlıyor.
Bu çalışmalarda sigara kullanımı, aşırı alkol tüketimi ve obezite kaynaklı hastalıklar gibi tamamen önleyebileceğimiz kanser hastalıklarına değinildi. Bu hastalıklar tüm kanser vakalarının yüzde 42'sini oluşturuyor.
Bu çalışmaların en önemli bulguları arasında aşının kadınlarda rahim ağzı kanserini önlemedeki etkinliği yer alıyor.
Bilimsel araştırmalar, çoğu rahim ağzı kanserinin, bazı 'insan papilloma' virüslerinin neden olduğu bakteriyel enfeksiyonların sonucu olarak ortaya çıktığını kanıtlamıştır.
Bu enfeksiyonları önlediğimizde veya tedavi ettiğimizde kanseri de önlemiş oluruz. Virüse karşı aşı olan kadınlarda rahim ağzı kanseri görülme sıklığı yüzde 85'ten fazla azaldı.
Bu nedenle 10 ila 30 yaş arasındaki tüm kadınların bu aşıyı yaptırması gerekmektedir. Rahim ağzı kanseri, bakteriyel enfeksiyonlar nedeniyle ortaya çıkabilen tek kanser değil.
Mide, karaciğer ve mesane kanseri gibi başka hastalıklar da bu kategoriye girmektedir. Bu hastalıklar mikrop aşamasındayken tedavi edilirse kanserli aşamaya ilerlemelerini de engellemiş oluruz.
Şunu not etmeliyiz ki, Amerikan Kanser Derneği tarafından yapılan bu istatistikler, kanser hastalıklarının ileri evrelerindeyken tedavi edilmesinde kaydedilen büyük bilimsel ilerlemeleri kapsamıyor.
İmmünoterapi ve hedefe yönelik tedavinin gelişimi sayesinde artık tedavi daha etkili bir hale geldi ve tam iyileşme oranı yükseldi.
Çünkü klasik kemoterapi hem kanserli hem de sağlıklı tüm hücreleri hedeflerken, hedefe yönelik tedavi yalnızca kanser hücresini hedef alıyor.
İmmünoterapi ise vücudun bağışıklık sistemini hedef alıyor ve bu sistemin kanserli hücreyi tanıyıp yok etmesini sağlıyor.
Böylece kanser tedavisi, tek başına klasik kemoterapi evresini geride bırakarak daha etkili ve daha az olumsuz komplikasyonları olan başka tedavilere geçmiştir.
Ancak bu, kemoterapinin gereksizleştiği anlamına gelmez. Bizim görüşümüze göre, Houston'daki merkezimizde geliştirdiğimiz ve üç tedavinin birleşiminden oluşan tedavi, özellikle ileri evrede olan ve klasik tedavilere yanıt vermeyen kanser hastalıklarının tedavisinde ileriye yönelik bir adımı temsil etmektedir.
Şu herkesçe bilinen bir gerçek ki, bugün geçerli olan ve insanlığa hizmet eden bilimsel bilgi, bilimsel araştırmalardan elde ettiğimiz bilimsel bilginin sadece küçük bir parçasıdır.
İki bilgi arasındaki mesafe çok büyük olduğu için kansere karşı zafer yavaş kazanılıyor.
Ancak bugün bulunduğumuz yerden yarın olabileceğimiz yere geçmek istiyorsak bu geçişin önündeki büyük engellerin kaldırılması gerekir.
Bu engellerin başında şunlar geliyor:
1. Sağlık konusu: Bu konu, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere dünya ülkeleri için öncelikler listesinde ilk sırada yer almıyor. Bilakis bu listenin en altında yer alıyor.
Burada şunu sormak gerekir: Devletin vatandaş için güvence altına almak zorunda olduğu yaşama hakkından daha önemli bir hak var mıdır?
Yaşama hakkı mecburen sağlık hakkından geçer. Sağlık hakkı, kişi hasta olduğunda tedavi garanti etmekle sınırlı değildir. Bilakis daha da önemli bir şeyi, yani hastalıkların önlenmesini garanti etmeyi de kapsamaktadır.
Milyonlarca çocuk ve hasta insan, sağlık hakkına sahip olmadığı için ölüyor. Bu nedenle, İnsan Hakları Beyannamesi'nin güncellenmesi ve yaşama hakkının en öncelikli insan hakkı olması için çağrıda bulunuyoruz.
Ölümle karşı karşıya kalan hasta, özgürlük hakkını veya eğitim hakkını asla umursamaz. Yaşamak onun için önemlidir. Birleşmiş Milletler (BM) belgesinde yer alan hakları kullanabilmek için önce yaşamak gerekir.
Bir ülkeyi veya bir siyasi sistemi değerlendirirken, bu değerlendirme devletin vatandaşının yaşama hakkına gösterdiği saygıyı esas almalıdır. Bu hakka saygı göstermeyen bir devlet insana da saygı göstermez.
2- Sağlık ve siyasi sistem arasındaki bağ: Sağlık konusu diğer tüm konuların üzerindedir. Kim olursa olsun her insan için üst sıradadır.
Bu, bireysel olarak insanın kutsal varoluşsal mevcudiyeti ile ilgili bir konudur. Bu yüzden, sağlık ve siyaset arasındaki bağ kesilmelidir.
Sağlık politikası oluşturma sorumluluğu politikacılara değil bilim adamlarına; biraz bilgisi olan kişilere değil, uzmanlara verilmeli.
Başkan George H. W. Bush ve Başkan Clinton'un sağlık danışma komitesinde görev yaptım.
Bu deneyimden, sağlık ve siyaset arasındaki bağın verebileceği korkunç zararları öğrendim. Zira politikacı, sıradan insanların çıkarına bakmadan önce kendi şahsi çıkarına bakar.
3- Sağlık sigortası şirketlerinin doktor kararı üzerindeki baskısı: Bir hastanın, özellikle de bir kanser hastasının en iyi tedavileri alması maddi açıdan maliyetli olduğu için epey zorlaştı.
Doktorun amacı ile şirketlerin amacı aynı noktada birleşmeyen iki çizgi gibi. Doktor, hastasını en iyi şekilde tedavi etmek isterken, sigorta şirketleri hastanın mümkün olan en düşük maliyetle tedavi edilmesi için baskı yapıyor.
Bu hedeflerin çatışması, tıp uygulamaları ve tedavi kalitesi için büyük bir sıkıntı oluşturmaktadır.
Sağlık, Tanrı'nın bahşettiği bir armağandır. Tanrı'yı yüceltmek ve insana saygı göstermek için bu armağan korunmalı ve bunu imanımızın bir parçası yapmalıyız. Böylece Tanrı bu dünyayı kutsar ve bizi korur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia