Cumhuriyet, harf devrimi ve düşünce dünyamız

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Wikipedia

Malum cumhuriyet devrimlerinden biri de harf devrimidir. Söz konusu devrim düşünce dünyamızda gerilemeye neden olduğu teziyle öteden beri belirli bir kesim tarafından eleştirilmektedir.

Her şeyden önce her ne kadar harf devrimini eleştirenlerle aynı düşünceyi paylaşmasam da kategorik olarak eleştiri kültürünün kendisini değerli buluyorum. 

Harf devrimini eleştirenlerin ortaya koyduğu görüşlerden biri olan düşünce biçimimizi yok ettiği iddiası da eleştiriye tabi tutulmalı tabii ki. 

Düşünme denilince ilk akla gelen alan hiç kuşkusuz felsefedir. O halde harf devrimini eleştirenlerin görüşlerini felsefe perspektifinden değerlendirmek yerinde olacaktır.

Türklerin Anadolu'yu yurt edinmeye başladıkları ve siyasal örgütlenmelerini kurdukları dönemden kısa bir süre önce (1192-1256) İslam felsefesinin son büyük filozofu olarak kabul edilen İbn Rüşd yaşama veda etmişti (1198).

İbn Rüşd'ün ölümünün ardından Kindî, Farabi, İbn Sina, Gazzâlî ve İbn Tufeyl gibi büyük filozofların yetiştiği bu düşünce geleneği maalesef canlılığını ve yaratıcılığını yitirdi.

Buna göre, İbn Rüşd'ün ölümünden neredeyse bir yüzyıl sonra, 1299 yılında kurulan Osmanlı devleti, İslam felsefe geleneğinin katılaşıp donuklaştığı bir dönemde tarih sahnesine girmiş ve on sekizinci yüzyıl ortalarına kadar işte bu katılaşıp donuklaşmış, eskiyi yineleyip duran bir kültür çevresi içine kapanıp kalmıştır.

Örneğin Macit Gökberk, İslam düşüncesinde mantık çalışmaları bağlamında yakın zamanlara kadar bu biliminin kurucusu olan Aristoteles'in kitabı Organon'un temel alındığına dikkat çeker.

Türkiye'de Aristoteles mantığının aşılması ancak on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İtalyancadan çevrilmiş olan Miftah-al-Fünûn (1860) ve Ali Sedat'ın Mizan-ül-ukûl, filmantık ve'l usûl'ünde (1885) başlıklı eserleriyle mümkün olabilmiştir.

Demek ki, Aristoteles mantığının karşısına yeni bir mantık yaklaşımı ortaya koyan, bilimsel yöntemin gelişmesinin önünü açan Francis Bacon'un Novum Organum'undan (Yeni Mantık) ancak 240-265 yıl sonra aynı yöntem Türkiye'de kendisine yer bulabilmiştir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Osmanlı düşünce dünyasında tıpkı mantıkta olduğu gibi felsefede de benzer bir sürecin yaşandığı ileri sürülebilir.

Osmanlı'da Tanzimat'a kadar skolastik içine giren felsefe alanında ağırlıklı olarak Orta Çağ İslam filozoflarının eserlerinin şerh edildiği bilinmektedir.

Anılan dönemde mantıkta kılı kırk yaran eserler yazılırken Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Mevlâna şerhleri, düşünce yaşamımıza deyim yerindeyse damgasını vurmuştur.

Bu dönemde, tabiat felsefesi ve Meşşâiyye karşı eleştirileriyle bilinen Gazzâlî kelamının devrin düşünürleri arasında yaygın kabul gördüğü, Gazzâlî'nin bazı eserlerinin Türkçeye tercüme edildiği bilinmektedir.

Dolayısıyla Hilmi Ziya Ülken'in işaret ettiği gibi Osmanlı'da genel olarak felsefi düşünce Tanzimat'a kadar, Orta Çağ İslam Felsefesinde Gazzâlî-İbn Rüşd tartışmasının bıraktığı yerde durur.

Öte yanda bu tartışma maalesef yeni, yaratıcı fikirlere kapı aralamamış, Gazzâlî-İbn Rüşd tartışması Osmanlı’da herhangi bir sentez doğurmamıştır. 

Dolayısıyla da gerek mantık gerekse de felsefe alanında akıcı, eleştirel ve/veya yaratıcı bir düşünce geleneğimizin olmadığı ileri sürülebilir. 

Sonuçta söz konusu alanlar bağlamında gerileyen ya da yok olan bir düşünme biçimimizin varlığından söz etmemiz mümkün değildir.

Bugüne dönecek olursak düşünce biçimimizin gelişmesi adına yapılacak en büyük iş başta düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin fiili olarak gözetildiği deyim yerindeyse birinci sınıf bir demokrasinin ülkemizde egemen kılınmasıdır.  
 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU