Gelir dağılımı eşitsizliği, popülizm ve kimlik siyaseti

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Dilshan Chandraguptha

Dünya Eşitsizlik Raporu'nun (2022) sonuçları küresel gelir dağılımı eşitsizliği konusunda oldukça düşündürücü veriler içeriyor.

Söz konusu rapor küresel multimilyonerlerin son birkaç on yıl içinde dünya genelinde yaşanan servet artışından orantısız ölçüde pay aldıklarına işaret ediyor.

Buna göre, en tepedeki yüzde 1'lik kesimin 1990'ların ortalarından günümüze biriken tüm ilave servet içindeki payı yüzde 38 iken, alttaki yüzde 50'lik kesimin payı yüzde 2. Dünya genelinde en zengin kesimin küresel servetten aldığı pay 1995'ten bugüne yüzde 7'den yüzde 11'e yükseldi.

Anılan dönemde milyarderlerin sahip olduğu servetin payı ise yüzde 1'den yüzde 3'e yükseldi. Dahası Kovid salgını milyarderlerin servetlerinin daha da artmasına neden oldu.

Öyle ki, küresel milyarderlerin servet payında kaydedilmiş en yüksek artış 2020 yılında gerçekleşti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Öte yanda dünya nüfusunun en yoksul yarısı neredeyse hiçbir servete sahip değil ve toplam servet içinden aldığı pay yüzde 2.

Buna karşılık, dünya nüfusunun en varlıklı yüzde 10'luk kesiminin küresel servet içinden aldığı pay yüzde 76. Nüfusun en yoksul yarısı yetişkin başına ortalama 2 bin 900 Avro, yani 4 bin 100 Amerikan doları gelir ile yaşamını sürmeye çabalarken en zengin yüzde 10'luk kesim ortalama 550 bin 900 Avro (771 bin 300 USD) gelire sahip.

Öyle görünüyor ki 21'inci yüzyılda insanoğlunu en çok tehdit eden sorunlardan biri küresel gelir dağılımı eşitsizliği olacak.

Öte yanda, özellikle 2000'li yıllarda siyasette popülist retoriğe başvuran lider sayısının dünya genelinde önemli ölçüde arttığını biliyoruz.

Malum retorik, yani belâgat, etkileyici ve ikna edici konuşma sanatı anlamına geliyor. Yalnız etkileyici ve ikna edici konuşma her zaman masum olmayabiliyor. Özellikle eğer bir lider popülist retoriğe başvuruyorsa…

Böylesi bir liderin toplumu iki kategoriye ayıran bir siyasi konuşma yapması neredeyse kaçınılmazdır. Bir tarafta saf, ahlaki ve mağdur edilmiş insanlar, öte tarafta ise yozlaşmış, işlevsiz seçkinler!

Popülist retoriğin korku inşa ettiği de bilinmektedir. Toplumda korkunun inşa edilebilmesi için öncelikle "günah keçileri"nin belirlenmesi gerekir.

"Günah keçileri"nin kimler olduğu popülist liderin söyleminde açığa çıkar. Ama şunu da biliyoruz ki dünyamızda 1980 öncesinde olduğu gibi sınıf siyaseti yapılmıyor.

Sınıf siyaseti yerini kimlik siyasetine bırakalı kabaca 40 yıl oldu. Dolayısıyla aranan "günah keçilerinin" kimlikler içinden seçilmesi muhtemel.

Evet, dünyamızda zenginlerle fakirler arasındaki uçurum her geçen gün daha da derinleşirken bizler maalesef kimlik siyaseti etrafında sonu gelmez tartışmalarla oyalanıyoruz.  

Evet, bir toplumda baskılanan, haksızlığa uğrayan kimlikler varsa söz konusu kimlikler tabii ki de meşru zeminde haklarını arayacaklardır.

Yalnız şunu da unutmamak gerekir ki siyaset insanının görevi bir toplumda "öteki" yaratıp toplumu bölmek, yani kimlik siyaseti yapmak değildir.

Zaten siyaset insanları halktan oy isterken böyle bir vaatte de bulunmazlar; yani sizi bölüp yöneteceğiz demezler.

Yurttaşlar için önemli olan adaletin egemen olduğu bir devlette belirli bir refah seviyesinde yaşayabilmektir.

Kaldı ki insan hak ve özgürlüklerinin gözetildiği, dolayısıyla da adaletin egemen olduğu bir toplumda baskılanan kimliklerin varlığından söz etmek de mümkün değildir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU