PODCAST | Antikçağlarda tanrısal zorbalık: Meşruiyet dayatması

Yaptığım çalışmalarla geçmişe ilişkin gerçekleri gün yüzüne çıkarmaya çalışıyorum ama benim yanıtlayamadığım, karanlıkta kalmış birçok soru var

1.jpg

Bizleri antik dünyanın karanlıkta kalmış birçok sorusuyla karşı karşıya getiren temel sebep bilginin bir ekol haline gelip, yaygın bir yapıya dönüşememesinden ileri gelir.

Antikçağ toplumlarının moderniteden ayrı düşündüren o bağnaz görüş, modern çağın tam manasıyla kavranamamasından kaynaklanmaktadır. 

Eskiçağ modernizmi her nasıl ki tarihin tozlu raflarına kaldırılmış olsa da bugünün modernitesinden çok daha modern bir görünüme sahipti.

Eskiçağ modernizmi nasıl oldu da 21'inci yüzyıla gelinceye değin çöktü diye merak ederken, aslında cevabın çok basit olduğunu, modern ülkelere vandal ülke vatandaşlarının istila etmesiyle anlamış oluyoruz.

2.jpg

Eskiçağ dünyasında savaşlar, istilalar yıkıntı ve döküntülerle mücadele etmek bugünden çok daha çok emek gerektiren bir durum olarak yüzümüze çarpar.

Klasik eski doğu dünyasında yaşanan mutlakıyetçe tanrılar, krallar ve onların idaresi, batıda yaşanan kıtlık, sefalet ve rezillik bizi iki farklı alem ayrımına götüren bir durumdur.

Gelenek adı altında yapılan tüm uygulamaların tanrısal bir hale dönüşmesi kaçınılmaz olurken, tanrının bu gelenekler üzerindeki katı baskısı onu daha da zalim bir hale getirmekteydi. 

Tufan ile sınadığı kavme, bir daha böyle bir şey yapmayacağına dair söz veren dönemin ilahi kudreti, kendisiyle çelişmeye ve kendisiyle olan savaşının hiçbir zaman bitmemesine de kaynaklık ediyordu.

Toplumların gelenek adı altında toplanmadığı hiçbir çadır yoktur ki, merkezi dinsel argümanlarla çevrili olmasın…

Eskiçağ insanın kaçınılmaz kaderi, tanrıyla olan savaşının bir neticesi midir bilinmez ama onları tanrıya mecbur kılan temel sebep, ataerkil bir toplumun kadir-i mutlakıyetçilik ile yönetilmesi müstahaklarıdır.

Kendi içlerinde aydınlığa kavuşturdukları tanrı yahut tanrılar onların hiçbir çağrısına yanıt vermeyince, toplum içerisinde yer alan bazı ritüelleri ona adamaya karar verdiler.

3.jpg

Bu kararlarının arkalarında olup olmadıkları tanrısal şiddetin boyutu arttıkça anlaşılıyor olmasına karşın bu şiddete karşı çıkmak toplumdan aforoz edilmekle eşdeğer olabiliyordu.

Halihazırda kurban ettiği elindeki son kutsiyetini inandığı tanrıya adamak, o tanrının şanını yüceltebilirdi.

Tanrının ruhuna üflemek yahut ruhunu okşamak, onu sonu gelmez ayinlere sürüklemekteydi.

Neyi kıymetliyse onu kurban etmekten çekinmeyen, kıtlığın son bulması için krallarını kurban edenlerden, son başak tanesini tanrıya adayan Sümerli çiftçiye birçok antik toplum bu yollara başvurmuş yahut bu yola itilmiştir. 

4.jpg

Antikçağda ilahi kudretin açığa çıkması adına kurbanlar kesilir, bir nevi tanrıyla anlaşma yapılırdı.

Anlaşma ile sonlanan bu ayin, kurban ibadetinden ziyade adaklarla özdeş tutmak daha doğru olabilir.

Kaynağı ilahi olan dinlerden önceki inanılmış milyonlarca tanrı, insan zihnini meşgul etmekteydi.

Buğday eken bir çiftçinin suya olan ihtiyacını su tanrısından, ekininin bereketlenmesi için bereket tanrısından yardım istemesinden daha doğal ne olabilirdi ki? 

5.jpg

İstediğini alan insanoğlu, tanrının göstermiş olduğu bu cömert davranışından ötürü sayısız kurban kesmekten vazgeçmemiştir.

Erken dönemde Yahudilikte yapılan kurban ibadeti tanrının herhangi bir müdahalesi ile karşılaşmasa da, antik devirlerde inanılan sayısız tanrının yerini artık Yahova alırken kurban ibadetini o paganist inançlara değil, kendisine yapmasını emretmiştir.

Yahova'nın gelenekler üzerindeki yapıcı tutumu, kavimler arası paganist geleneklerinin hala sürmesinden ötürü böyle bir müdahalede bulunmamıştır. 

6.JPG

Kurbanını pagan tanrılarına değil, bana kes diyen tanrı, kurban ibadetinin meşruiyetini de kazandırmış oluyordu.

Kim ne derse desin kaynağı ilahi kabul edilen hiçbir dinde toplumsal hiçbir geleneğe tanrı müdahalesi olmamıştır. Tüm gelenekler tanrı bünyesinde meşru bir netlik kazanmıştır.  

Habil ile Kabil hadisesinden bilindiği üzere tanrıya adanan koçun onun katında hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Burada asıl kurban edilmesi gerekenin inanırsak eğer insanoğlunun nefsi olması görüşüdür.

Peki, tanrısal meşruiyet kendi özelinde bir bencillik düşüncesini de ortaya çıkarmıyor muydu?

Tanrı adına, onu tatmin etmek için cinayet işlemek… Kulağa ne de gülünç gelmektedir oysaki… 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU