Türkiye-İsrail ilişkilerinin bugünü ve geleceği (2)

Naman Bakaç Independent Türkçe için, Doç. Dr. Yusuf Sayın, gazeteci-yazar Selin Nasi, Dr. Remzi Çetin ve Avukat Kaya Kartal ile konuştu

Fotoğraf: Haim Zach/GPO

Türkiye-İsrail ilişkileri; tarihsel olarak kimi zaman stratejik seviyede kimi zaman ise çok alt düzeyde olmak üzere, sürekli inişli çıkışlı bir seyir izleyen karaktere sahip olduğu görülmektedir.

İsrail'den cumhurbaşkanı düzeyinde son ziyaret 2007'de Şimon Peres döneminde gerçekleşmiş, son dört yıldır da diplomatik ilişkiler maslahatgüzar seviyesinde sürdürülmektedir.

2009 Davos Zirvesi'nde "One Minute" ile başlayan ilişkilerdeki kırılma, Mavi Marmara baskını ile devam etmiş, Trump döneminde Kudüs'ün başkent ilan edilmesiyle birlikte stratejik ilişki, tarihinin en alt düzeyinde bir seyirle yoluna devam etmiştir.  

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un 9-10 Mart 2022 tarihrileri arasında Türkiye'ye gerçekleştirdiği resmi ziyaret, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olacağı şeklindeki analizlerin yapıldığı böylesi bir ortamda, konuyu alanında uzman gazeteci, akademisyen ve büyükelçilerle konuşarak İsrail-Türkiye ilişkilerinin geleceğine dair bir projeksiyon tutmak istedik.

Bunun için aşağıda yer alan sorularla, Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmeye mi zorunluluğa mı karşılıklı çıkara mı yoksa mevcut durumun devamının sürmesine mi evrileceğini anlamaya çalışacağız.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin serencamını anlamak için, Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Doç. Dr. Yusuf Sayın, Ankara Politikalar Merkezi Londra Temsilcisi, gazeteci-yazar Selin Nasi, doktorasını İsrail siyaseti ve dış politikası üzerine yapan Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi'nden Dr. Remzi Çetin ve MAZLUMDER Genel Başkanı Avukat Kaya Kartal'ın görüşlerini almaya çalıştık


Soru 1: İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un ziyareti, Türkiye-İsrail İlişkilerinde yeni bir sayfaya mı kapı aralamaktadır sizce? Bu ziyarete tarihsel bir anlam atfetmek mi gerekiyor yoksa sıradan bir ziyaret olarak mı okumak gerekiyor?

Soru 2: Türkiye-İsrail ilişkilerinin dinamiğini siz, karşılıklı çıkara mı zorunlu ilişkiye mi yoksa stratejik düzleme ya da tercihe dayalı bir ilişkiye mi dayanması gerektiğini düşünüyorsunuz? Türkiye-İsrail ilişkileri nasıl bir düzlemde seyr-ü seferini sürdürmelidir sizce?


Doç. Dr. Yusuf Sayın: Yeni dönem İsrail'in Filistin üzerinde izlediği politik yaklaşımları ılımlılaştırmasına hizmet edebilir
 

Doç. Dr. Yusuf SAYIN-Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler.jpeg
Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Doç. Dr. Yusuf Sayın

 

1- Uzun bir aradan sonra cumhurbaşkanlığı düzeyinde İsrail'in Türkiye'ye düzenlediği resmi ziyaretin ikili, bölgesel ve küresel ilişkiler açısından kritik bir öneme ve zamanlamaya sahip olduğu öncelikle ifade edilmelidir. 70 yılı aşan Türkiye-İsrail ilişkileri açısından, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un Türkiye ziyareti, ikili ilişkilerde yeni perspektifler açma potansiyeline sahip, tarihsel önemde bir gelişme olarak görülebilir.

Filistin-Kudüs, Davos, Mescid-i Aksa krizleri, bölgesel bir takım gelişmeler ve küresel bazı aktörlerin yaklaşımları neticesinde on yılı aşkın bir süre oldukça zayıf bir rota izleyen ilişkilerin, (Baba Herzog'un 10 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde de Türkiye ile oldukça iyi ilişkiler izleyen İsrail'in) Isaac Herzog'un ziyaretiyle yeniden bir onarım sürecine gireceği öngörülüyor. 

Bölgenin iki önemli siyasal aktörü olarak Türkiye ve İsrail arasında gelişecek pozitif gündemli konsolide ilişkilerin bölgeye de olumlu manada yansıması düşünülüyor. 

Türkiye ile İsrail arasında yeniden diplomatik ve siyasal ilişkilerin tesisi, Filistin ve Kudüs (Mescid-i Aksa) sorunlarının çözümü noktasında İsrail ile diyalog ve müzakere kanallarının açık tutulması anlamında oldukça değerli olarak okunabilir. 

Zira milyonlarca Filistinlinin İsrail ile yaşadığı sorunların üstesinden gelinmesinde Müslüman bir topluma sahip Türkiye'nin iyi niyet, arabuluculuk ve müzakerecilik deneyimleri ve teşebbüsleri, Filistin'de devam eden siyasal sürecin, ılımlı bir eksene kavuşmasına hizmet edebilir. Filistin'e uygulanan abluka, ambargo ve siyasal yasaklamalar sürecinde olumlu yönde gelişmelerin kaydedilebileceği söylenebilir. 


"'Diplomatik küslük'ün kimseye yaramayacağı tarihsel ilişkilerde açıkça görüldü"

Son dönemde yaşanan Rusya-Ukrayna krizinde de görüleceği üzere, geleneksel Türk dış politikasının güç dengesi gözeten, statükodan ödün vermek istemeyen, her durumda müzakereler ve diplomatik diyalog kanallarının açık tutulmasını önceleyen yaklaşımı, İsrail ile gelişebilecek yeni politik iklimde, başta Filistinli halk olmak üzere, bölge ülkelerine olumlu katkılar sağlama potansiyeline sahip olacaktır.

Son tahlilde 'diplomatik küslük'ün kimseye yaramayacağı tarihsel ilişkilerde çok açıkça görüldüğünden, en kötü ilişkinin bile sıfır ilişkisizlikten daha tesirli olabileceği not edilmelidir. 


2- Türkiye-İsrail ilişkilerinde gözlemlenen temel dinamik; karşılıklı devlet çıkarlarına isnat eden, stratejik düzlem ve eksenlerde ilerleme iradesi gösteren bir çizgidedir. Uluslararası ilişkilerde iki devlet arasında gelişecek bir ilişki ekseni, tarafların beklenti, siyasal yaklaşım ve paradigmalarında müşterek uyumun en temel düzeyde yakalandığı düzeydedir.

Yani tarafların ilişkilerinde gelişen beklenti düzeylerinin ve muhtevasının, karşılıklı yararlar terazisinde bir dengeye gelmesi beklenir.

İlave olarak İsrail'in taraf olduğu Anglo-Amerikan Bloku ile yoğun ilişkileri ve uluslararası politikada sahip olduğu önem dolayısıyla Türkiye ile İsrail devletleri arasında gelişebilecek yeni ilişkiler zemini, Türkiye'nin uluslararası stratejik konumunu güçlendirme potansiyeline sahip olacağı belirtilebilir. 

Kazan-kazan ilkesi çerçevesinde olgunlaşması beklenen yeni dönem, taraflara ticari, ekonomik, askeri ve turizm gibi alanlarda çok artılar katabileceği gibi İsrail'in -bilhassa Filistin üzerinde izlediği-politik yaklaşımları ılımlılaştırmasına hizmet edebilecektir. 

Devletlerarası ilişkilerde daimî dostluklar ya da düşmanlıkların olamayacağının reel politikçe defalarca ispatlandığı düşünüldüğünde, karşılıklı güçlendirilmiş ilişkilerin öncelikle taraf halkların yararına olacağı göz önünde bulundurulmalıdır. 

Doğu Akdeniz, Mısır ve Yunanistan'la ilişkiler, Rusya-Ukrayna savaşı, Karadeniz'in güvenliği, ABD ile ilişkiler gibi çok çeşitli alanlarda etkiler oluşturabilecek Türkiye-İsrail ilişkileri, son derece kritik gelişmelerin yaşandığı bu zaman diliminde oldukça dikkate ve öneme değer görülmektedir.  


Selin Nasi: İlişkilerin normalleşmesinden iki ülke de kazanç sağlayacak
 

Selin NASİ-Ankara Politikalar Merkezi Londra Temsilcisi, Gazeteci-Yazar.jpg
Ankara Politikalar Merkezi Londra Temsilcisi, gazeteci-yazar Selin Nasi

 

1- İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un ziyareti, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönemin kapısını aralayabilir. Bu ziyaretin altyapısı niteliğindeki diplomatik temaslar geçtiğimiz yılın sonundan bu yana hız kazanmıştı.

Aslına bakarsanız, Türkiye ve İsrail arasında doğrudan bir sorun yok. Daha ziyade üçüncü kişilerin/aktörlerin dâhil olduğu meseleler üzerinden anlaşmazlık yaşanmakta.

Hatırlayalım, Türkiye, 2018 yılında İsrail büyükelçisi geri çağırırken, bu kararı, ABD'nin İsrail Büyükelçiliği'ni Kudüs'e taşıması ve İsrail güvenlik güçlerinin bu adımı protesto eden Filistinlilere uyguladığı orantısız şiddete yanıt olarak almıştı. 

Siyasi düzeyde mesafe korunurken, ikili ilişkilerin pragmatik bir üslupla kompartmantilize şekilde sürdürüldüğünün altını çizmek gerek. İlişkilerin dibe vurduğu 2010 Mavi Marmara olayından bu yana,  iki ülke arasında ticaret hacmi yükselmeye devam ediyor.

2021 yılında, her türlü olumsuzluğa rağmen, İsrail ile ticaret  hacmimiz önceki yıla kıyasla yüzde35 artarak 6,7 milyar dolara yükseldi. Bunun 4,76 milyar dolarını Türkiye'den ihracat, 1.9 milyar dolarını ise İsrail'in ithalatı oluşturuyor. 

Zor bir coğrafyada yaşayan iki ülkenin istihbarat alanında işbirliğine devam ettiğini de biliyoruz. Değişen bölgesel konjonktür, başta ABD olmak üzere arabulucu ülkelerin girişimleri, bu süreci destekliyor.

Türkiye'deki karar alıcıların, jeopolitik gereklilikler çerçevesinde, Türkiye'nin dış politikada normalleşme girişimlerini, bunun iç siyasete olumlu etkisini de düşünerek sahiplendiğini görüyoruz.

Ben şahsen 2016 yılına kıyasla uzlaşma için daha büyük bir potansiyel olduğunu görüyorum. Zira Türk tarafında ilişkileri düzeltme yönünde net bir irade söz konusu. İsrail de Ankara'nın diyalog çağrısına kayıtsız kalmadı, başlarda şüpheyle yaklaşması ve süreci ağırdan almasına rağmen. İsrail'in bu tavrı biraz da Ankara'nın süreçle ilgili samimiyetini gösterecek adımları  atmasını sağlamaktı kanımca.

Bu görüşme, iki ülkenin cumhurbaşkanları arasında, yüz yüze ilk temas. Ziyaretin başarısını uzun dönemde değerlendirmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.  Bir taraftan, İsrail'de hükümetin başının Başbakan Naftali Bennet olduğunu göz ardı etmeyelim. Bennet, ultra Ortodoks bir partinin lideri. 

Ankara cumhurbaşkanları arasında açılan diyalog kanalını çeşitlendirmeye gidecek mi izlemek gerek. Diğer yandan, İsrail Ankara'nın Hamas konusunda taahhütlerini tutup tutmayacağını görmek isteyecektir. Bu yönde atıldığı iddia edilen birtakım adımlar Türkiye'nin Körfez ülkeleri ve Mısır ile ilişkilerinin normalleşme süreçlerine olumlu yansıyacaktır. 

Süreci olumsuz etkileyebilecek gelişmelere değinmek gerekirse, özellikle Ramazan ayı yaklaşırken, Kudüs'te tansiyonun yeniden yükselmesi kazanımları atıl kılabilir. Gazze'de olası bir Hamas-İsrail çatışmasının Türkiye-İsrail arasındaki uzlaşma sürecini raydan çıkarma riski var.

Böyle bir durumda, Ankara'nın çatışmayı sona erdirmek amacıyla arabuluculuk rolü mü üstleneceği yoksa taraf mı olacağı bir bakıma Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme açısından turnusol kâğıdı vazifesi görecektir.


"Öncelikle iki ülke arasındaki güvenin yeniden tesisi ve yaraların sarılması gerekiyor"

Her halükarda uzun vadeli ve kalıcı bir normalleşme, Türkiye-İsrail ilişkilerinin ideolojik lenslerden arındırılması ve karşılıklı çıkarlar temelinde geliştirilmesi ile mümkün. Türkiye ve İsrail'in pek çok alanda geliştirebilecekleri atıl bir işbirliği potansiyeli mevcut. Ancak öncelikle iki ülke arasındaki güvenin yeniden tesisi ve bu anlamda yaraların sarılması gerekiyor.


2- Ankara'nın son yıllarda dış politika revizyonuna yönelmesinin arkasında büyük ölçüde jeopolitik gereklilikler/çıkarlar ve daha önceden izlediği sert güç-sert söylem odaklı dış politika çizgisinin iç siyasi maliyetinden kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple bir süredir gerilimi azaltmaya odaklı, uzlaşmacı bir dış politika çizgisine geri dönüldüğünü görüyoruz. 

Bu bağlamda yalnızca İsrail ile değil, Körfez ülkeleri, Mısır ve hatta Ermenistan'la da ilişkileri normalleştirmeye yönelik diplomatik girişimler yürütülmekte. Türkiye'nin çevresinde barış çemberleri yaratmayı hedefleyen, "sorunsuz çember" politikası da bunun bir ürünü. 

İsrail'le ikili ilişkilerin gerilediği 2009-2010'u takip eden yıllarda, Türkiye'den açılan boşluğu, büyük ölçüde Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi doldurdu. Doğu Akdeniz'de doğalgaz kaynaklarının keşfedilmesine paralel, bu ortaklık içine Mısır gibi yeni üyeleri alacak şekilde genişledi. Türkiye bu ülkeler arasında ticaret, turizm, enerji ve güvenlik alanlarında gelişen işbirliği ağının dışında kaldı. 

Diğer tarafta, İran tehdidi karşısında, Körfez ülkeleri ve İsrail arasında perde arkasında gelişen yakınlaşma İbrahim Anlaşması'yla resmiyet kazandı ve Ortadoğu'da güç dengelerini değiştirmiş oldu. İsrail'in bölgedeki yalnızlığını azalttı. Türkiye-İsrail ilişkilerinde güç dinamiklerini İsrail lehine değiştirdi. Körfez monarşilerinin kendilerine tehdit olarak gördüğü Müslüman Kardeşler hareketine olan desteği ve sert güç odaklı dış politika benimsemiş olması ise Türkiye'yi bu oluşumun karşısında konumlandırdı.

İşte bu arka planda Ankara öncelikli olarak bölgedeki yalnızlığını aşmayı hedefliyor. İkinci hedefse, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulları iyileştirmek amacıyla dış yatırım çekmek, ticaret hacmi ve turizm gelirlerini artırmak ve enerji işbirliği potansiyelini geliştirmek. Bu da ancak ılımlı bir dış politika çizgisiyle mümkün olacağından iki hedef birbirini destekliyor bir bakıma.

Bir üçüncü faktör olarak Türkiye'nin hava savunma gücünü yenileme ihtiyacını sayabiliriz. ABD'nin  satın alınan S-400'ler sebebiyle Türkiye'yi yeni nesil F-35 programından çıkarması, yol açtığı ekonomik kayıplar bir yana, hava savunmamızda zafiyet yarattı.

İsrail, Türkiye'nin gerek ABD ile gerekse bölgedeki diğer ülkelerle arasını düzeltmesine yardımcı olabilecek kilit bir ülke.

İlişkilerin normalleşmesinden iki ülke de kazanç sağlayacak. Türkiye, bölgenin önemli bir askeri gücü, Müslüman nüfusu ağırlıkta olan, aynı zamanda NATO üyesi bir ülke. İsrail'in başlıca tehdit olarak gördüğü İran ve Suriye'nin de sınır komşusu. Tüm bunlar, Türkiye'yi stratejik açıdan önemli kılıyor.


Dr. Remzi Çetin: Herzog'un Ankara ziyareti, bir dönemi kapatabilir; ancak Türkiye'nin Filistin hassasiyetleri göz ardı edilmemeli
 

Dr. Remzi ÇETİN-Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Uluslararası İlişkiler.jpg
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi'nden Dr. Remzi Çetin

 

1- Cumhurbaşkanı Herzog'un ziyareti, iki ülke arasındaki ilişkilerde elbette yeni dönemin habercisidir. Herzog'un ziyareti öncesi iki ülkenin normalleşme süreci aslında istihbarat yetkililerinin de çabası sonucu gerçekleşti.

Hatırlayın lütfen, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Netanyahu döneminde dahi, "Bizim hep istihbari anlamda ilişkilerimiz iyiydi" demişti. İlişkilerin normalleşmesinin bir diğer sağlayıcısının, İlham Aliyev'in olduğunu da hatırlatmak gerekir; çünkü Türkiye-İsrail ilişkilerinin en çıkmaza girdiği zamanlarda dahi Azerbaycan-İsrail ilişkilerinin çok yakın olduğunu belirtmeliyim. 

Yeni dönemdeki ilişkilere tarihsel bir anlam atfetmeliyiz tabii; çünkü en son 2007'de Şimon Peres Türkiye'ye gelmiş ve TBMM'ye hitap etmişti. Hemen hemen 15 yıl sonra, bir İsrail Cumhurbaşkanının Türkiye'ye gelmesi, sadece iki ülke ilişkileri ekseninde değil; bölgedeki 'Yeni Ortadoğu' algısı için de önemlidir. Bir de şunu eklemeliyiz ki Türkiye ve İsrail arasındaki hiçbir gelişme bugüne dek sıradan olmamıştır.

İki ülke arasında yaşanan krizler ve yakınlaşmalar, ya bir dönüm noktasını ya da bir değişimi ifade etmiştir. Herzog'un iki günlük Türkiye çıkarması da bunu göstermektedir. 

Bir de şu faktör önemli ki Herzog ailesi Türkiye Cumhuriyeti'nin hafızalarında iyi yer edinmektedir. Yitzhak Herzog'un babası Haim Herzog, Turgut Özal'la özel ilişkileri olan bir Cumhurbaşkanıydı.

Şu anki Herzog da İşçi Partisi kökenlidir ve İsrail sol parti ve liderleri, geçmişten günümüze Türkiye ile ilişkilere ayrı bir önem vermektedir. Herzog'un Ankara ziyareti, bir dönemin de kapanmasını sağlayacaktır; ancak Türkiye'nin Filistin sorunundaki hassasiyetlerini de yeni dönemde göz ardı etmemiz mümkün değildir. 


"Türkiye-İsrail ilişkileri, karşılıklı çıkar ve stratejik düzlem üzeredir"

2- Doktorasını İsrail siyaseti ve dış politikası üzerine vermiş biri olarak şunu açıkça söylemeliyim ki iki ülkenin ilişkilerini hiçbir zaman 'zorunlu ilişki' olarak tanımlamadım. İlişkilerin doğasına aykırıdır bu.

'Karşılıklı çıkar ve stratejik düzlem' dersek daha uygun olacaktır; çünkü iki ülkenin bölge politikalarında, "aynı anda bulunmadıkları" hiçbir denklem ya da dış politika stratejisinin uzun vadede iki ülkeye yarar sağlamasının ve sürdürülebilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. İşte, bu mümkün olmadığı için Herzog, Ankara'da. 

İki ülke birbirinden ne kadar uzak olursa, dış politikada da alternatifler yaratmaya gidiyorlar. Örneğin, İsrail'in Yunanistan ve Güney Kıbrıs'a yaklaşması; Türkiye'nin de Rusya ve İran'la olan ilişkileri gibi…

Peki, ne oldu? Her iki ülke de sürdürebildi mi bu alternatif dış politikalarını?

2011 Suriye iç savaşıyla Rusya'nın bölgede etkisini güçlendirmesinin en önemli nedenlerinden biri de "Türkiye-İsrail Stratejik İttifakı"nın çökmesiydi.

2009'da Davos Zirvesi'nde başlayan bu anlaşmazlık, sonrasında 2010 Mavi Marmara olayıyla devam eden sürtüşme, bugün artık yerini ciddi anlamda iyileşmeye bıraktı. Bu bağlamda, Herzog'un Türkiye'ye gelişi, sıradan resmi bir ziyaret olmanın çok ötesindedir. "Olması gereken ve gecikmiş bir ziyaret"tir.

Kaldı ki dikkat edilirse bu ziyaret, Rusya'nın Ukrayna işgalinin gölgesinde gerçekleşmektedir. Sadece bu durum dahi düşünüldüğünde, söz konusu ziyaretin sıradan olmadığı ve Rusya ile her şeye rağmen temkinli bir dış politika yürüten Türkiye ve İsrail'in, bölge barışı için de dengeleyici ve uyumlu ilişkilerinin olması gerektiğini göstermektedir. 

Herzog'un bu tarihi ziyaretinden sonra, eğer Sayın Erdoğan da diplomatik teamüllere göre, iade-i ziyaret gerçekleştirir de İsrail'e giderse -tıpkı 2005'teki gibi- işte o anda ilişkilerin rayına oturması sağlamlaşır ki 2007'de Peres'in Türkiye ziyareti de Ahmet Necdet Sezer'in İsrail'e ziyaretine nezaketen bir cevaptı. 

Son olarak şu noktayı belirtmeliyim ki İsrail'in eleştirilecek elbette politikaları vardır; ancak bu, iki ülkenin rekabet alanlarında dahi iyi ilişkiler kuramayacakları anlamına gelmemelidir. Uluslararası ilişkilerin en temel kuralı, devletlerin ebedi dostluk ya da düşmanlıklarının olmadığı; ancak ebedi çıkarlarının var olması gerektiğidir.

İşte bu durum, Türkiye ve İsrail'i sadece Ortadoğu'da değil; Akdeniz'den Karadeniz'e, Kafkaslardan Afrika'ya kadar ortak çıkar alanlarında bir araya gelmeye itmektedir. 

Bunu, son Karabağ Savaşı, Akdeniz'deki rekabet alanları, İran'ın bölgedeki nüfuz arttırma girişimleri ve Putin'in Ukrayna işgalinde açıkça gördük. Tüm bu gelişmeler ışığında, Türkiye ve İsrail'in normalleşmenin ötesinde; stratejik ittifaklarını yeniden canlandırmaktan başka seçenekleri yoktur.


Av. Kaya Kartal: İşgalci İsrail'in, hak ihlallerini önleyecek ve cezalandıracak ulusal/uluslararası mekanizmalar harekete geçirilememiştir
 

Av. Kaya KARTAL-MAZLUMDER Genel Başkanı.jpg
MAZLUMDER Genel Başkanı Avukat Kaya Kartal

 

1- Bir apartheid rejimi haline geldiği tartışmasız biçimde ortada olan işgalci İsrail Cumhurbaşkanının Türkiye ziyaretinin politik ya da devletlerarası çıkar ilişkileri açısından muhakkak ki birtakım anlamları vardır.

Bu çerçevede de çokça eleştiri ya da değerlendirme yapılabilir. Ancak biz meseleyi insan hakları çerçevesinde ele almak durumunda olduğumuzdan değerlendirmelerimizi bu perspektifle yapacağız.

Kudüs başta olmak üzere, Filistin topraklarının ve dini mekânların gaspı, soykırım ve insanlığa karşı suçlar, yaşam hakkı ihlalleri, işkence ve kötü muamele, sivil yerleşim alanlarının kasten bombalanması suretiyle kadın çocuk demeden gerçekleştirilen ve rutin hale gelmiş katliam operasyonları, oluşturulan çifte standarta dayalı yasalar ve yargılamalar ile insanların evlerinin ellerinden alınması, haksız tutuklama ve cezalandırmalar, işgalci İsrail'le kurulacak ilişkilerde insan hakları çerçevesinde göz ardı edilmemesi gereken başlıklardır.

Bahse konu hak ihlallerini önleyecek ve cezalandıracak ulusal/uluslararası mekanizmaların harekete geçirilmesi yönündeki talep ve beklentilerimiz bugüne kadar yerine getirilmemiştir. Özellikle işkence, soykırım ve insanlığa karşı suçlar başlığı altında değerlendirilmesi mümkün olan suç fiilleri açısından, sadece uluslararası yargı mekanizmalarının değil Türkiye mahkemelerin de yargı yetkisi bulunduğu dikkate alınmalıdır. 

Mavi Marmara davasının düşürülmesi sürecinde de gördüğümüz üzere çeşitli menfaatleri önceleyerek bu suçların ve hak ihlallerinin göz ardı edilmesi insan hakları açısından kabul edilemez bir tutumdur.


"Savaş suçu işleyen ve uluslararası hukuku yok sayan İsrail, diplomatik kanallarla sıkıştırılmalıdır"

Bu çerçevede yapılan ya da yapılacak ziyaretlerin mahiyeti ne olursa olsun en azından devam eden ambargo dâhil çeşitli suçların engellenmesine dönük bir çabayı beklediğimizi ifade edebiliriz.


2- Devletlerarası ilişkiler açısında bizim temel beklentimiz işgalci İsrail'in işlediği suçlarla ilgili olarak bütün araçlar ve mekanizmalarla baskılanmasıdır. Kurulduğu tarihten bu yana savaş suçları işleyerek uluslararası hukuku ve mekanizmaları yok sayan İşgalci İsrail'in en azından diplomatik kanallarla sıkıştırılması gerekmektedir.

Diplomatik ilişkilerde de işgali rejimi ve uygulamalarını meşrulaştıracak pozisyonlardan uzak durulmalı, bu anlamda ambargo dâhil çeşitli araçların kullanılabileceği göz ardı edilmemelidir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU