Kardeş, öyle bir özgürlük
Öyle bir Dayanışma
ortaya koyacaksın ki,
Özgürlük, ama Eşitlik bozulmadan
Eşitlik, ama Özgürlük ezilmeden,
İşte sana Eşitlik,
İşte sana Kardeşlik,
İşte sana Dayanışma!Can Yücel
Diyanet, ülkemizde en çok tartışılan kurumların başında gelmektedir. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, en çok tartışılan başkanlar arasındadır.
Erbaş'ın tutum, söylem ve davranışları sürekli olarak tartışılmaktadır. Kılıçla hutbe okumadan sonra Yargıtay açılışında dua yaptıktan sonra sarfettiği sözler, kamuoyunda farklı tepkilerle karşılanmıştır.
Erbaş şu sözleri söylemiştir:
… Önderler olarak boş alan bırakmamamız lazım. Adaletsiz İslam olur mu? 'İnanç, sokakta olmasın insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın.' Görüyorsunuz ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın istiyorlar oraları adeta…
Bu sözleri söyleyen Diyanet İşleri Başkanı'na yazının başında aktardığımız Can Yücel'in şiirini düşünerek, anlayarak ve özümseyerek okumasını önermekte yarar vardır.
Erbaş'ın sözlerini ve ona gösterilen tepkileri, yapılan bir duaya karşı gösterilen din düşmanlığının tezahürü olan bir tutuma indirgeyemeyiz.
Ortada bir düşmanlığı olmadığı gibi, sahici anlamda bir dindarlık da yoktur. Din-devlet-toplum ilişkilerini özgürlük, hukuk ve demokrasi bağlamında değerlendirmemiz gerekmektedir.
Erbaş, kendisini önder olarak görmektedir. Herşeyden önce Erbaş'ın kendisini önder olarak konumlandırması yanlıştır. Erbaş, bürokratik bir din kurumunun başına atanan bir memurdur.
13 milyarlık dev bir bütçeye sahip olan Diyanet'in ülkenin en güçlü kurumlarından biri haline getirilmesi, Erbaş'ın kendisini bürokrat olarak değil, önder olarak görmesine yol açmaktadır.
Kendisini önder olarak gören Erbaş'ın kastettiği şey, kendisinin muktedir olduğu gerçeğidir. Bir muktedir olarak Erbaş, her şeyin kendileri tarafından dizayn edilmesini, hiçbir alanın boş bırakılmamasını, din adına her şeye ve herkese hükmedilmesi şeklindeki mutlak dini muktedir olma amacını ortaya koymaktadır.
İslam'ın insana ve hayata dair ne varsa her şeyi dizayn etmesi gerektiğini söyleyen Erbaş, en üst düzey İslami önder olarak bütün alanları yönetmeleri gerektiğini ve hiçbir alanda boşluk bırakmamaları gerektiğini söylemektedir.
Toplumun, bütün alanlarda hiçbir şekilde boşluk bırakmama şeklinde bir talebi ve ihtiyacı yoktur. Din adına bütün alanları doldurma şeklinde bir anlayışa sahip olan Erbaş, topluma ve insana nefes alacağı bir alan bırakmamaktadır.
Din inanan insanlar için önemlidir, ama her şey demek değildir. Hayata, insana ve topluma din adına dayatmalarda bulunmak, dindarlık değil, dinperestliktir (religionism).
İnsanların dindarlığa ihtiyaçları vardır, dinperestliğe ihtiyaçları yoktur. Relijyonizm denilen dinperestlik, toplumun nefes almasını güçleştiren, insanı ve toplumu tek boyutlu hale getiren çok sağlıksız, verimsiz ve çocuksu bir anlayıştır.
"Adaletsiz İslam olur mu?" sorusu provokatif amaçlı sorulan bir sorudur. Bunu soran kişi, mutlak bir şekilde tabiki olmaz cevabını beklemektedir. Bu soru yanlıştır.
Doğru olan soru şudur: Hukuksuz devlet olur mu?
Hukuk devleti değeri, devlet gücünün hukukla sınırlanmasını, kişilerin kanunları yerine kanunların hakimiyetini, yasama-yargı-yürütme gücünün ayrılmasını ifade etmektedir.
Hukuk devleti ilkesi, hukukun kaynağını inanç olarak görmemektedir. Dine göre devlet, siyaset ve hukuk olmaz. Din devleti veya devlet dini, hiçbir şekilde adaleti gerçekleştirmemektedir.
Adalet, ancak demokratik, laik ve özgürlükçü niteliklere sahip bir hukuk devletinde gerçekleşir. Hukuk devletinin kaynağı, insan aklı ve ihtiyaçlarıdır.
İnsan, bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarına göre hukuki düzenlemelerini dinamik ve değişken şekilde yapmakla sorumludur. Hukuk, kutsallaştırılamaz.
Hukuk, tamamen insan yapımı bir faaliyettir. Hiç kimse kendi hakimiyet hırsını, kutsallaştırma ve din olarak sunma imtiyazına sahip değildir.
"Adaletsiz İslam olur mu?" şeklinde yanlış ve verimsiz bir soru sormak yerine, gündeme bugün getirilmesi gereken kritik bir diğer soru şudur:
Ahlaksız İslam olur mu?
Dinin varoluş nedeni ahlaktır, çünkü din ahlaktan başka bir şey değildir. Din, siyaset veya devlet değildir.
Din, ahlaktır, Din, ürettiği ahlak ile ticarette, siyasette, evde, sokakta ve mahkemede kendisini tezahür ettirir.
Din, bugün ahlak üretmediği için ticaretimiz, siyasetimiz, evimiz, sokağımız, eğitimimiz sahtekârlıklarla, yolsuzluklarla, çatışmalarla ve şiddetle doludur.
Hayatı, dinbazlık ve dinperestlikle doldurmak yerine her yeri ahlakla doldurma şeklinde çetin bir meydan okuma önümüzde durmaktadır.
İslam, din olarak insanın maneviyat, akıl ve ahlak dünyasına hitap etmelidir. İslam'ın ilişki kurması gereken varlık, insandır, devlet değildir.
İslam'ın ancak devlete bağımlı olduğu ve İslam üzerine devlet kayyum olarak atandığı takdirde varlığını devam ettireceğini düşünen anlayış, çok tehlikeli bir yanılgıdır.
İslam, devlet ve siyasetle kaim değildir. İslam, insanla ayakta durabilir. İslam'ın, din olarak devlete bağımlı olmaya ihtiyacı yoktur.
İslam'ın insanların dünyasında ahlaki ve manevi açılardan anlamlı ve verimli bir işleve sahip olmaya ihtiyacı vardır. Menfaat ve hakimiyet hırslarını gerçekleştirmek için İslam'ı devlete ve siyasete bağımlı kılmaya, azgınlık içinde olan azgın bir azınlığın ihtiyacı olabilir.
Azgın azınlıkların hakimiyet ve menfaat hırslarının hiçbir insani, ilahi, manevi ve ahlaki niteliği bulunmamaktadır.
Dindarlık, kişi ve kutsal olarak kabul ettiği inanç arasında gerçekleşen bir ilişkidir. İnsanın Kutsalla kurduğu ilişkide devlete ve siyasete hiçbir yer yoktur.
Dindarlık, devletin ve siyasetin müdahalelerine kapalı olan bir tecrübedir. Dinin, devleti yönetme ve siyaseti dizayn etme şeklinde bir görevi yoktur.
Bireyin devletle olan ilişkisinde dine yer yoktur. Din, bireyin devletle olan ilişkisine hiçbir şekilde karışmamalıdır. Birey, kutsalla olan ilişkisini iç dünyasında tecrübe eder ve bu tecrübeyi ahlak ve maneviyat olarak hayata yansıtmakla yükümlüdür.
Siyaset ve devlet olarak hayata hükmetmeye çalışan din, din olmanın dışında siyaset ve devletin hakimiyet aracı olmaktan başka bir şey değildir.
İnsanlar, özel ve sosyal hayatlarında istedikleri dua ve ibadeti yapabilirler. Kişilerin ve kurumların dini kullanarak kendi siyaset ve yönetim anlayışlarını değişik yollarla topluma empoze etmeye kalkmaları, dini bir tahakküm ve baskı aracı haline getirmektedir.
Dinin despotizm aracı haline gelmesi, ciddi bir sorundur. Devlet gücünü kullanarak dini bir despotizmin oluşturulması, toplumları cehalete, şiddete ve yıkıma götürmektedir.
Devletin ve siyasetin bağımlısı olmaktan çıkarılan bir din, sivil, özgür ve çoğulcu bir şekilde bireysel ve sosyal hayata ahlaki ve manevi katkılarda bulunabilir.
Ahlaki ve manevi anlamda insan hayatına katkıda bulunan din, despotizme engel olduğu gibi, demokrasinin, insan onurunun, insan haklarının, kadın haklarının, çevre haklarının, barışın, özgürlüğün ve hukukun üstünlüğünün yerleşmesinin önünde engelleyici güç olmaktan çıkabilir.
Dini ritüelleri ve söylemleri siyaset ve devlet işlerinde kullananlar, sadece hakimiyet ve menfaat istiyorlar. Dinin devlete ve siyasete bağımlı hale getirilmesini Tanrı emretmemiştir.
İnsanları kendi hakimiyet ve menfaat arzularına köle ve kul ettirmek isteyenler, insanlara sahici anlamda ahlakı, adaleti ve aklı unutturmaktadırlar.
Dinin devletleşmesine ve devletin dinleşmesine karşı insanları, ahlaka, akla ve adalete gerçek anlamda çağıran sahici bir dindarlık tecrübesine ihtiyaç vardır.
Hakimiyet ve menfaat, aklı, ahlakı ve adaleti ortadan kaldıran sapkınlıklar ve saplantılardır. Bizi ahlaka, adalete ve akla götürecek yol, menfaat ve hakimiyet etrafında dönen siyaset ve devlet değildir.
Ahlaklı, akıllı ve adil insanlar olmanın yolu, özgürlükten, eşitlikten ve dayanışmadan geçmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish