ABD/NATO'nun askeri müdahalesine ve uluslararası toplumun 20 yılı aşkın çabasına rağmen Afgan devleti halihazırda her an yıkılacakmış gibi bir görüntü veriyor.
Son bir ayda 70'den fazla ilçeyi ele geçiren Taliban kuzeyde birçok büyük il merkezini de kuşatmış durumda.
NATO ve ABD son askerlerini çekmeye hazırlanırken Afgan ordu birlikleri birçok bölgeden ya savaşmadan geri çekiliyor ya da hayatlarının bağışlanması karşılığında silahlarını ve zırhlı araçlarını Taliban'a teslim ediyor.
Büyük kentlerin kapılarına kadar dayanan savaşın yanında açlık, sefalet, işsizlik ve korona salgını da sıradan Afganları tehdit ediyor.
Tüm bu karmaşa arasında Afgan Cumhurbaşkanı koşa koşa Beyaz Saray'a gidip "aman ha bizi terk etmeyin yoksa mahvoluruz", diyerek Biden'a dil döküyor.
Peki, nasıl oldu da Afganistan bu hale geldi?
Bana göre, bugünkü karmaşanın ve fiyaskonun asıl sorumlusu Halilzad-Karzai ilikilisinden başkası değil.
Zira 2001 Ekim'inde ABD, Afganistan'ı işgal ettiğinde yeni yönetimi kurma işini Afgan asıllı elçisi Zalmay Halilzad'e vermişti.
Bush, "nasılsa bu adam Afgan asıllı, ayrıca bizden biri, darmadağınık Afgan evini çekip çevirecek biri varsa, bu Halilzad" diye düşünüyordu.
Halilzad ise Afganistan hakkında hiçbir bilgisi olmayan sıradan bir Amerikalı gibi davrandı, ABD'de ne öğrendi ve gördüyse aynen oradan kopyalayıp Afganistan'a yapıştırdı.
Öncelikle başkanlık sistemini getirdi. Böylece tüm gücün tek elde toplanmasını sağladı. Oysa parlamenter sistem, Afganistan'ın çok uluslu etnik yapısına daha uygundu.
Etnik gruplar cumhurbaşkanlığından başbakanlığa ve kilit bakanlıklara kadar tüm koltukları ağırlıklarına ve nüfus oranlarına göre dengeli bir şekilde kendi aralarında paylaşabilir, böylece yönetime adil ve eşit katılım sayesinde siyasi uyum sağlanmış olacaktı.
Bu olmadı, aksine tüm güç tek bir makamda ve o makamı elinde bulunduran etnik grupta toplandığı için içten içe bir huzursuzluk ve mağduriyet hissi oluştu.
Halilzad'ın ikinci hatası, ABD ordusunun kopyası olan paralı bir ordu kurmasıydı. Hiçbir gelir kaynağı olmayan yeni kurulmuş Kabil yönetimi kendi memurlarına bile maaş ödeyemezken, yeni kurulan Afgan ulusal ordusunun 300 bin civarındaki askerine nasıl maaş verecekti?
Böylece, silahından üniformasına ve maaşına kadar dışa bağımlı bir ordu oluşturuldu. Maaşların verilmesi, dışarıdan sadaka niyetine gönderilen yardım paralarına bağlıydı.
Maaşları geciken askerler birer ikişer silahlarıyla ortadan kaybolurken, ordu da dökülmeye başladı.
Bir başka hata, Karzai yönetiminin ilk yıllarında başlatılan silahsızlanma programı çerçevesinde, eski silahlı grupları ve milis güçlerini yeni orduda değerlendirmek yerine onları silahsızlandırıp yerine hiçbir savaş deneyimi olmayan, sadece maaş için orduya giren toy delikanlıların askere alınmasıydı.
30 yıl boyunca gerilla savaşı içinde pişen, deneyim kazanan ve en büyük marifeti savaşmak olan yüz binlerce insan başı boş sokağa bırakılırken, askere alınan deneyimsiz gençler 4-6 hafta süren hızlandırılmış bir eğitimden sonra cepheye gönderilmeye başlandı.
Taliban dahil Afganistan'da savaşan herkes ve örgüt gerilla savaşına alışmışken yeni Afgan ordusunun askerleri düzenli ordu taktikleri öğrendi.
Bu yüzden gerilla taktikleri ile savaşan Taliban karşısında tutunamadı. Böylece Türk subayları dahil tüm NATO personelinin verdiği 20 yıllık eğitim boşa gitmiş oldu.
Aynı şekilde yönetimde de büyük hatalar yapıldı. 2002 başında Hamid Karzai başkanlığında Afganistan'da yeni yönetim oluşturulurken, iyi ve kötü adamlardan oluşan karma bir hükümet kuruldu.
Şöyle ki, kabinenin yaklaşık yarısı, yol kesen, adam kaçıran, kentleri yakıp yıkan eski savaş lordları, komutanlar ve aşiret reislerinden, diğer yarısı ise ülke içinde veya dışında eğitim görmüş, meslek sahibi Afganlardan oluşturuldu.
Kötü adamlar eskiden yaptıkları yolsuzlukları ve yasa dışı işleri bu kez bakan, ordu komutanı, emniyet müdürü ve vali gibi sıfatlarla devletin yetkisini arkalarına alıp yapmaya başlayınca, iyi adamlar da devlette yetki ve güç sahibi olup rüşvet ve yolsuzluğa yöneldiler.
Böylece daha dün sıradan bir memur olarak Batı'da mütevazi bir hayat süren eğitimli bir sürü Afgan bir anda dolar milyoneri oldu.
Yönetimin en tepesindeki adamın kendisi veya yakınları da bu işlere bulaşınca, balık baştan kokmuş oldu.
(Hemen belirtelim, rüşvet parasıyla palazlanan onlarca eski Afgan bakan, milletvekili, ordu komutanı, vali ve emniyet müdürünün Istanbul'da her biri 200 bin dolardan başlayan lüks konutları bulunuyor, çocukları da Istanbul'un en gözde kolejlerinde eğitim görüyor. Bu insanların birçoğunu şahsen tanıyorum, aldıkları konutları da bizzat gidip gördüm)
Batı'dan gelen milyarlarca dolar böyle çarçur edilip niyetlenilen yerlere ulaşmayınca halkta büyük bir hayal kırıklığı ve güven bunalımı oluştu.
Ve sıradan insanlar, özellikle de kırsal bölge insanları -güvenlik, adalet, hak ve hukuk için- yavaş yavaştan Taliban'a yönelmeye başladı. Böylece Taliban güç ve itibar kazanırken hükümet halkın gözünden düştü.
Rüşvet ve yolsuzluk furyasının daha yeni başladığı 2004 yılında NATO danışmanı olarak Afganistan'da bulunuyordum.
Karzai'nin basın ekibiyle yaptığımız haftalık olağan görüşmelerimizden birinde şöyle bir öneride bulundum:
" Tarihi bir fırsat ayağınıza geldi, 50'dan fazla ülke Afganistan'a yardım etmek için burada, bunu değerlendirin. Afganistan'ın 34 ilindeki tüm altyapı ihtiyaçlarını (yol, köprü, klinik, okul, çeşme, hastane vs) tespit edin. 34 ildeki imar çalışmalarını bağışçı ülkeler arasında paylaştırın.
Mesela Türkiye'ye 3 ili verin, deyin ki, Afgan hükümetine para vermek yerine bu üç ildeki tüm imar çalışmalarını Türklerin kendisi yapsın. Türk hükümeti doğal olarak, ihaleleri Türk şirketlerine verecek, onlar da Afgan şirketlerini taşeron olarak kullanacak.
Böylece herhangi bir ilde yol, köprü, okul, klinik yapılırken Afgan makamlarının rüşvet almasına imkan olmayacak ve yardımlar büyük ölçüde ihtiyaç sahiplerine ulaşmış olacak.
Ayrıca Kabil'in eteklerinde NATO askerlerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere 20 kadar fabrika kurun. Böylece Dubai'den tuvalet kağıdı, coca cola-fanta gibi gazlı içecek, kırtasiye malzemesi, paketlenmiş yiyecek, şişe suyu gibi bin bir çeşit ürün almak için yılda 400 milyon dolar harcayan NATO'nun parası Afganistan'da kalsın ve binlerce insan için istihdam yaratılmış olsun."
Karzai'nin ekibi, "iyi fikir, tamam yapalım" dese de, bunların hiçbiri uygulamaya konmadı. Sadece NATO'nun son yıllarında Kabil'in eteklerinde birkaç fabrika kuruldu ama bayram geçtikten sonra gelen kına elbette ki işe yaramadı.
ABD/NATO'nun 150 bin civarındaki askerinin 2014 sonunda Afganistan'dan çekilmesinin biri ekonomik diğeri güvenlik olmak üzere iki somut ve öldürücü sonucu oldu: 150 bin yabancı asker Afganistan'da doğrudan ve dolaylı olarak yaklaşık 2 milyon kişiye istihdam sağlıyordu.
NATO'dan ihale alan üç bin civarındaki Türk ve diğer yabancı şirketler ülkeyi terk edince, işsiz kalan yüz binlerce Afgan da Batı'ya gitmek için yollara düştü ve göç yolunun üzerindeki Türkiye de bundan nasibini aldı.
Ekonomik sefalet ve fakirilk had safhaya ulaşınca büyük kentlerde sıradan suçlarda patlama yaşandı. Kimsenin can ve mal güvenliği kalmadı.
Büyük kentlerde bir anda mantar gibi biten suç çeteleri sayesinde yeni bir iş kolu gelişti: fidye için adam kaçırma.
Böylece en büyük tüccardan sıradan esnafa kadar herkes fidye için hem de güpegündüz kaçırılmaya başlandı. Fidye verenler kurtuldu, vermeyenler hayatıyla ödedi.
Son yılların en çok gündemde kalan kaçırma olayı, 2020 sonunda Mezari Şerif kentinde kaçırılan 9 yaşındaki bir okul çoçuğuydu.
Yerli bir tüccarın oğlu olan Abdurrauf için fidyeciler 1.5 milyon dolar istiyorlar ve çocuk 10 aydan beri hala fidyecilerin elinde.
Aylarca Afgan medyasının gündeminde kalan Abdurrauf'u kurtarmak için Cmhurbaşkanı Gani ve yardımcısı Emrullah Salih araya girdiyse de henüz çocuktan bir haber yok.
Birkaç yüz kişiden ibaret son NATO ve Amerikan askerleri bavullarını toplayıp Afganistan'ı terk etmeye hazırlanırken, Taliban saldırılarını yoğunlaştırıp onlarca ilin kapısına dayandı.
Afgan ordu birlikleri altlarında son model Amerikan Humvee'leri olduğu halde motosikletli baldırı çıplak Taliban milisleri karşısında başları eğik geri çekilirken kentleri savunma işini Kuzey İttifakı'nın eski komutanları, savaş lordları üstlendi.
Ama onlar da artık 20 yıl önceki insanlar değil, her birinin yaşı 65-70'e dayanmış durumda.
20 yıl önce bu insanların hayatlarından başka hiçbir şeyleri yoktu, kaybedecek bir şeyleri olmadığı için hiçbir şeyden de korkmuyorlardı. Oysa şimdi farklı bir durum var.
Son 20 yılı lüks ve şatafat içinde geçiren Kuzey İttifakı liderlerinin milyon dolarlık servetleri, Dubai, Istanbul ve Londra gibi kentlerde lüks konutları bulunuyor.
Kendileri ve aileleri lükse ve dünyevi lezzetlere alıştı. Afganistan'daki bir çatışmada kör bir mermi ile tüm bu hayata ve lükse veda etmek ihtimali, artık onları korkutuyor. Taliban da bunun farkında.
Ciddi bir tehlike ile karşılaştıkları takdirde Kuzey İttifakı liderlerinin eskisi gibi son ana kadar savaşmak yerine hemen yurt dışındaki lüks konutlatına kaçacaklarını onlar da biliyor.
Çözüm ne derseniz; Afgan hükümeti ile Taliban'ın ortak bir yönetim üzerinde uzlaşması. Ama Taliban bu kadar güçlenmişken, uzlaşma ve barış şansı da o kadar uzak ve sönük görünüyor.
Komşu ve bölge ülkeleri, NATO sonrası Afganistan'da olacakları hesaplamaya çalışırken savaş yorgunu ülke, kartların yeniden dağıtılacağı yepyeni bir döneme giriyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish