Zamanın ruhu
Zeitgeist "zamanın ruhu" Hegel ile meşhur olan bu tabiri biz 60'lı kuşaklar idrak etmiştik. Bir kısmımız vatanımızı, ABD ve yerli kapitalist işbirlikçilerinden kurtarmayı, bir kısmımız da gece yarısı kalemizin iç kapısını Rusya'ya açacak olan Komünistlere karşı korumayı şiar edinmiştik.
Bu amaçla, sağcılar ve solcular birbirlerini döverler bazen de ölümler olurdu. Devrimci veya ülkücü gençlerin dava uğruna içeride yatmayanı makbul sayılmazdı.
Sevdiği kıza askerliğini yapmamış Anadolu evladı gibi mahcup kalınırdı. Aşklar, haçlı seferlerine giden idealist şövalyelerin misali romantik, uzaktan ve masumcaydı.
Adeta W. Shakespeare'in Romeo ve Julliet'i gibi güçlü romantizm bizleri sarhoş ederdi. Sağ ve sol örgütlerin çoğunun derin devlet, Rusya veya Batı'dan destek alınarak kurulduğu şimdiki gibi dışarıdan var sayılırdı.
Halbuki bu örgütleri ayakta tutan zamanın ruhunun sarhoşluğuna kapılmış gençlerin fedakarlıklarıydı.
80'li ihtilal sonrası genç kuşaklar, 90'lı kuşaklar ve 2000 sonrası Z kuşağının zamanlarının ruhları oldukça farklı evrimler geçirmişlerdi. Bunlar, 60'lı kuşaklarla romantizm ve idealizm açısından mukayese edilemezlerdi.
Neden İttihat ve Terakki
Mahallede sıkça öteki ancak yerli milli bir tanımlanamayan icraat görüldüğünde "işte bu İttihatçı kafası" denir. Pek de o kafanın ne olduğu sorgulanmaz da.
Son dönemde de ne hikmettir mahallenin bir kısmınca öteki kabul edilen İttihatçılara methiye düzülür oldu. Bu vesile ile de böyle bir yazıyı kaleme almak vacip oldu.
En son gördüğüm İttihatçı
Hayatımda iki İttihatçı gördüğümü söyleyebilirim. Biri eski Dev-Genç lideri merhum Bülent Uluer'di; dedesi Sinop'tan Nakşi şeyhi, babası da 60 ihtilaline katılmış bir albaydı.
Bülent ağabeyi İsrail'e karşı çatışmıştı. Aldığı kurşunu hayatının sonuna kadar vücudunda taşıdı. İsrail hapishanelerinde 3 yıl geçirmiş kaçarak kurtulmuştu.
İttihat ve Terakki
19'uncu yüzyıl Avrupası devrimler Avrupası'ydı. 1820, 1830 ve 1848 devrimleri art arda geliyordu.
Ulus devlet oluşumunda kolektif kimliğin parçası olarak vatan kavramı, siyasal ve kültürel aidiyetin tanımlandığı romantizm ile başlayan milliyetçilik ideolojisi ile artık arzı endam ediyordu.
19 ve 20'nci üzyılın başlangıcının zeitgeisti-zamanın ruhunu bunlar belirliyordu.
Tanzimat ile imparatorluğun dağılmasını yavaşlatmak isteyen Osmanlı bürokrasisinin yetişmiş alt yapısını batıya dayayan kurumlara ve eğitimli gençlere ihtiyacı vardı. Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye bunun üç temel ayağı idi.
Burada yetişen ve eğitim için Londra, Paris, Napoli gibi merkezlere gönderilen gençlerin batıdaki zamanın ruhundan ve devrim heyecanından etkilenmemeleri imkansızdı.
Bu gençlerin dil öğrenebilmeleri Avrupa'daki kafelerde entelektüel dedikodulara mülaki olmaları bile dönemsel isyankâr ruhlarını tetiklemeye yetebilmiştir.
Genç Osmanlılar-Jön Türkler ve ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) hareketi bu ruh ve koşullarda tecessüm etmiştir.
Bu hareketlere bir "ergen hareketi" de diyebiliriz. Burada ödipal baba, devlet veya Abdülhamit'in istibdat rejimiydi. Temel motivasyon kaynakları da istibdattı yıkıp yerine hürriyeti tesis ederek imparatorluğu parçalamaktan kurtarmaktı.
Genç Osmanlıların oluşturduğu ideolojik ortamda Tıbbiyede İbrahim Temo, İshak Sukuti, Abdullah Cevdet, Çerkez Mehmet Reşit ile sonradan İTC adıyla şöhret bulunacak cemiyet kuruldu.
Sonradan "kurucu unsur-hakimiyeti milliye yani Türklük" konseptini belirleyecek bu teşkilatın dört kurucusundan, Temo, Arnavut, Sukuti ve Cevdet Kürt, M. Reşit ise Çerkes'di.
İlginçtir Temo sonradan liberal muhalif kanata geçmiş ardından Osmanlı İmparatorluğu ile iş yapılamayacağını belirterek Romanya'ya yerleşip yeni kurulan Cumhuriyetimize de destek vermiştir.
Cemiyetin fikri alt yapısını ve dış ilişkilerini sonradan Paris'ten katılan pozitivizmin ülkemizdeki öncülerinden Ahmet Rıza Bey oluşturuyordu.
Cemiyet İtalya'daki Karbonari örgütünü model almış eylemde de Rus nihilistlerinden etkilenmişti. Karbonari, hücre sistemiyle çalışan, İtalyan milliyetçiliği ve İtalyan birliğinde katkıları olan ihtilalci bir mason örgütüydü.
Bu ilişkiye İbrahim Temo ve sonradan Emanuel Karasu'nun katkıları olduğu ifade edilir. Cemiyet bu anlamda başından sonuna kadar hücre tipi bir örgütlenme modeli ile varlığını sürdürdü.
Karbonari kotlamaları gibi, İTC'de Mustafa Kemal dahil her üyenin bir kodu-numarası mevcuttu.
Muhtemeldir ki Karbonari'nin İtalyan birliğine katkısı ve askeri bürokrat kanadı İttihatçıları etkilemişti.
Talat Bey
Talat Bey eskiden Anadolu'dan göçmüş Türkmen- Çepni Yörük kökenli bir ailenin çocuğuydu. Edirne Askeri Rüştiyesinde zamanın ruhunun tam ortasında bulmuştu kendini.
İsyankâr tabiatı kendisinin harbiyeye devamına izin vermedi. Ancak Edirne Posta ve Telgraf'ta bir kâtip olarak maişetini sağlamaya başlayabildi.
Aynı kurumda Selanik'e atandı. Orada Hukuk mektebine kaydoldu. Gerek Edirne ve gerekse Selanik'te Alliance Israilite'de çalıştı.
Burada Fransızcayı öğrendi. Avrupalı dostları oldu özellikle, avukat Emanuel Karasu ile yoldaşlık geliştirip Büyük Doğu Mason locasına kayıt oldu.
Bu okullar yurtsuz Musevilere yurt kavramı üzerine çalışıyorlardı. Celal Bayar dahil birçok tanınmış ittihatçının yolu bu okullara düşmüştür. Talat Bey burada Fransız devrimi fikirleriyle daha da içselleşti.
Ayrıca Talat'ın inanç dünyasında Bektaşilik ve Melamiliğin de önemli yeri vardı.
Talat Bey örgütçü yapısıyla Selanik gibi merkez üzerinden posta görevi avantajıyla gerek doküman getirtiyor, okuyor gerekse Makedonya'da teşkilat faaliyetlerini yönlendiriyordu.
Talat orduyu ele geçirmeden merkezi otoriteye başka bir değişle Abdülhamit rejimine bir şey yapılamayacağına inanıyordu.
Bu anlamda Makedonyalı birçok genç subayı başta Enver sonradan M. Kemal olmak üzere kuracağı örgüte dahil etti.
Zaten Osmanlı bürokrasisinin dinamik unsurları Makedonya'dan yetişiyorlardı. Ancak ne gariptir ki Talat hayatının sonuna kadar hep sivil kaldı.
Talat bu amaçla kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ni kısa zamanda Dr. Nazım ve Cavit Beyler üzerinden Paris'teki Ahmet Rıza Bey ile irtibat kurdurdu. İki cemiyet birleşti ve İTC son şeklini almış oldu.
Talat karizmatik, arka planda kalmasını seven bir karar vericiydi. Yenilgilerden iktidar çıkartmasını becerirdi. 31 Mart vakası ve Balkan savaşları sonuçları bunların örneğiydi.
Sadaret makamını bırakıp Edirne müdafaasına gönüllü asker gidebilecek kadarda mütevazi ve cesaretliydi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin fikri ve idari yapısı
İTC'nin kavramsal temellerinin oturduğunu pek söyleyemeyiz. Daha çok devrimci bir siyasal pratiğin içinde yoğrulmuşlardı.
Hasan Aksakal'ın değimiyle terennüm, tereddüt ve tahakküm zihinlerinin arka planında hep vardı. 1 Cemiyette Balkanlardan Anadolu'ya uzanan bir bilinç farkı hep göze çarpıyordu.
Kadro hep eylem adamlarından oluşuyordu. Teori ve fikir yapıları hep reaksiyonları sürecinde oluştu.
ITC'de başkanlık yoktu, sekretarya vardı. Askeri ve sivil kanatları dışında sonradan yapılanan teşkilatı mahsusayı da oluşturacak milis kanadı vardı. Tamamen alt yapıda hücre sistemiyle çalışıyorlardı. Talat bunların beyniydi.
Mücadeleleri başında Bulgar ve Ermeni komitacılar dahil özgürlükçü milliyetçi gruplarla işbirliği yaptılar. Cemiyetin ademi merkeziyetçi- liberal kanadı ise kısa zamanda tasfiye oldu.
1911'lere kadar Taşnaklarla siyasal işbirliği içindeydiler. Jakoben ve elitisttiler.
Başta Talat, Enver ve Cemal olmak üzere idealist ve ahlaklıydılar. Mütevazi yaşadılar öyle öldüler.
Otoriter bir merkeziyetçiliğe inanmışlardı. İTC askeri değil sivil otoriter bir yapıydı. Talat'tan itibaren Hüseyin Cahit Yalçın'ın da belirttiği gibi "Millet hâkime-Kurucu unsur" kavramını sahiplenmişlerdi.
Balkan ve Edirne bozgunlarının onların hayal kırıklıklarında önemli rolü vardı. Tarihleri boyunca kurucu unsurun bekçiliği misyonuna inandılar ona göre hareket ettiler.
1909 gayrı resmi Selanik kongrelerinden itibaren güvenli bölge Anadolu'nu Türkleştirilmesi -ki Türk Yurdu ve Ocakları 1912 de bu şartlarda kuruldu- ve Misakı milli kavramları zihinlerinde hep vardı.
İTC'nin fikri yapısının son şekillenmesinde Türk Ocaklarının önemli rolü vardır. Ziya Gökalp, M. Emin Yurdakul, Ahmet Ağaoğlu, Dr. Bahattin Şakir düşünce ve önerileriyle özellikle tehcir konusunda da Talat Paşa'yı etkilemişlerdir.
Yusuf Akçura'nın turan yaklaşımı da merkez komiteyi etkilemiştir. Ancak her şeye rağmen İTC realistti çare arıyordu sadece Türkçü değildi.
İttihat ve Terakki'nin siyasi performansı
ITC ihtilalci ve örgütçü karakteri ile Abdülhamit rejimini sonlandırabildi. Bunda sivil ve askeri kanadının diğer azınlık örgütleriyle yaptıkları iş birliğinin de rolleri vardır elbette.
Ancak iktidara geldiği 10 yıl içinde imparatorluğun çöküşünü durduramadılar.
Bu dönemler içinde anayasal seçimler oldu. Padişah sembolik hale geldi. Hürriyet dediler, güvenliğin kalmadığını gördüler. Yönetimi dış veya iç tehdit gerekçesiyle otoriterleştirdiler.
Rakiplerini bazen şiddetle tasfiye ettiler. Toplumu cepheleştirdiler. Belki bugünkü siyasetin iki temel fay hattını bile o dönemdeki kırılmalara bağlamamız mümkün olabilir.
Samimi olarak liberallere karşı olsalar bile liberal ekonomi politikaları ve sermaye üretmeye çalıştılar. Yolsuzluklar hep bellerini büktü.
Devlet eliyle zengin yaratmayı arkadaşları Kara Kemal gibiler üzerinden denediler, yolsuzluklar onlarda hayal kırıklığı yarattı.
Kendi savunmalarında anayasal ve idari azınlık reformlarını hep gündeme aldıklarını ancak art arda gelen iç isyan ve Balkan savaşlarının buna imkân vermediğini ifade ettiler.
Savaşlar, tehcirler ve katliamlar Osmanlı toplumsal dokusunu tahrip etmişti. Düzen kurabilmek zordu. Talat Paşa ifadesinde I. Dünya savaşı olmasaydı başka bir Türkiye kurulabilirdi demekteydi.
M. Kemal Atatürk ve İttihat Terakki ilişkisi
Atatürk tartışılmaz bir biçimde zamanın ruhuna uygun olarak genç bir subayken İTC'ye katılmış, harekât ordusunda da aktif görev almıştı.
Atatürk 1908 ve ardı ITC reformlarını destekledi. Ama İTC'nin reaksiyonerliklerine hep mesafeliydi. ITC'nin Balkan harbindeki ve I. Dünya Harbi'ne katılım tavırlarını hoş karşılamadı.
Ordu ve siyaset ayrımını savunuyordu. İTC nin kurgusunu yanlış buluyordu. İTC, I. Dünya savaşı dahil tüm hamlelerinde İmparatorluğu yeniden tesis edebilme hayalini taşıyor, Atatürk ise güvenli topraklara "Misakı milli"ye çekilirken imparatorluğun planlı tasfiyesini savunuyordu.
Ayrıca Türk yurdu ve ocağında ideolojikleşen Türk- İslam- Turan ülküsünü yeni kurulan Cumhuriyetin çıkarlarına uygun görmüyordu.
Atatürk, İttihatçıların örgütçülüklerini bilir mesafe koyardı. Bir gün Atatürk'e İTC'yi sorarlar, Atatürk, şöyle der:
Bir İttihatçı iyi bir dosttur, iki İttihatçı bir araya gelince dikkat etmek gerekir, üç İttihatçı olurlarsa mutlaka ihtilâl planları yapmaya başlarlar.
Bir bakıma diyebiliriz ki Atatürk İTC'nin siyasi kanadını tasfiye etmiş, bürokratik kanadına ses çıkarmamıştır.
Atatürk'ün kaygılarının tezahürü İzmir suikastı davalarında bir bakıma açığa çıkmıştı. Dr. Nazım, eski maliye ve dahiliye nazırları Cavit ve İsmail Canbolat Beylerin idamlarına bu açıdan da bakılabilir.
Talat Bey ve arkadaşlarının özeleştirileri
Talat Bey'in anılarına, Cavit Bey'in günlükleri, H. Cahit Yalçın anılarına ve son Berlin'de İngiliz diplomat Aubrey Herbert ile söyleşisine baktığınızda Talat Bey kendisini Tehcir ve I. Dünya Savaşı, hatta Alman ittifakı sorumluğundan uzak tutar.
Bu kararları da eleştirir. Sorumluluğu ordu kademesine yükler. Ne kadar inandırıcıdır bu pek bilinmez.
İttihatçıların Cumhuriyet bürokrasisindeki etkileri
İTC her ne kadar kendini 1918 kongresiyle feshetse de, Talat Paşa'nın arkadaşları ve öğrencileri özellikle Hariciye ve Dahiliyemizde 1960'lara kadar etkinliklerini sürdürmüşler bu kurumları taşımışlardır.
Sadece ülkemizde değil Irak, Suriye, Lübnan, Mısır ve bazı Balkan ülkelerinde de eski İTC üyeleri üst düzey sorumluluk almışlardı.
İTC'nin feshedilen askeri kanadıydı. Kurdukları gayri nizami harp kurumları, Teşkilatı mahsusa, hapishane taburları ve benzer yapıların izleri bugünkü devlet refleksinin içinde hep yer aldılar.
İttihatçı ruhunun asker kanadının son birkaç yıla kadar Askeri okullarda kısmen M. Kemal Paşa'nın realizmiyle birlikte genç subay adaylarına verildiğini görmekteydik.
İTC'nin bugünkü siyasete etkisi
Bugün kendini Kemalist veya ulusalcı kabul eden kesimin ekserisinin farkına varmadan M. Kemal'in değil Talat Bey'in ve hatta Enver Bey'in reaksiyonlarını taşıdıklarını var sayabiliriz.
İTC'nin beka söylemi, cepheleştirici siyaseti, hain-kahraman kategarizasyonları, homojen bir ulus ısrarı üzerinden güvenliği sağlama çabaları bugünler için de kulağa pek yabancı gelmemektedir.
İşin ilginç tarafı Ak politikalarından başlarda rahatsız olduğunu ifade edip Atatürk'e sığınan bir kesim, şimdi İslamcılar ve Türk-İslam sentezcileri ile birlikte İTC'nin mirasını artık Atatürk'ten ziyade öne çıkarmaktadırlar.
Ancak bir farkla, 20'nci yüzyılın başlarında dışardan ve içerden açık bir tehdit algısına verilen reaksiyoner acil bir tepki siyaseti vardı.
Bugün ise muhafazakâr kitlelerin tarihsel kaygılarını travmatize etmeye yönelik içerideki siyasetin değerlendirdiği bir İttihat Terakki mirası var.
Sonuç yerine
Ne dersek diyelim bugün hala Anayasal düzenden bahsedebiliyorsak Mithat Paşa'dan, Talat Bey, Gaziye, İsmet ve Celal Bey'e birçok değerin emeklerini saygı ile anmamız gerekiyor.
İTC'nin yetişmiş kadrolarının Kurtuluş Savaşı ve devletin yapılanmasındaki önemli rolleri inkâr edilemez.
İTC bize bıraktığı değerli miras yanında acı tecrübelerini de intikal ettirdi. Bu acı tecrübeleri de bugünün şartlarında değerlendirip farkındalığımızı yaratmamız gerekmekte.
Talat Bey ve arkadaşları verdikleri kararların tatlı ve acı yönleriyle her beşer gibi hesaplarını vermekte olduklarını inancımız bize söylemekte.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish