Çok değişik bir durumla karşı karşıyayız. AKP iktidarı muhtemelen dünyadaki en tahripkar birkaç iktidardan biri.
Öyle küçük gündelik çıkarlar için öyle büyük tahribatlar yapılıyor ki, insan aklı bunu izah edemez.
Misal, Salda Gölü, "millet bahçesi" yapacağız diye betona boğuluyor. Dünyada biricik olan bu güzelim gölün kıyısına tesis yapımına başlandı.
Buradan kim, ne kadar para kazanabilir? Birkaç kişi para kazanacak diye bir toplum dünya mirasına kıyılmasına nasıl seyirci kalabilir?
Kaz Dağları mahvediliyor. Bunu pek çok kişi biliyor. Pek bilinmeyen, hemen Kaz Dağları'nın güneyinde bulunan Madra Dağı'nın da maden şirketleri tarafından talan edildiği.
Ormanlar yok ediliyor. Dağlar siyanüre boğuluyor. Bakın, bu siyanür işinin hiçbir ciddi denetimi yok.
Bu dağda sadece altın çıkarılmıyor.
Daha geçenlerde Madra Dağı'ndaki demir madeninin atık depolama havuzunun duvarı çöktü ve bu havuzdaki ağır metaller bölgenin içme suyuna karıştı.
Çok açık söylüyorum, birileri bir miktar para kazanacak diye ormanı ve suyu yok ederseniz, yaşam alanlarınızı zehirlerseniz kendi çocuklarınızı, çocuklarınızın çocuklarını öldürürsünüz. Başka deyişle, yağmanın bile bir insafı olur.
İnsafı olmasa bile mantığı olur.
Bir İşkencedere Vadisi daha yok, yok ederseniz yenisini nasıl yapabilirsiniz?
Mehmet Cengiz Rize'ye yapılacak bir liman için daha uzaktan taş getirmesin, nakliyeden tasarruf etsin, servetinin üzerine daha büyük bir servet eklesin diye bir cenneti yok ediyor.
Vatandaşın verdiği vergilerle maaş alan jandarma ve polis, vatandaşı Mehmet Cengiz'in daha fazla para kazanma sahasından, üstelik halka ait olan topraklardan uzak tutmak için 24 saat orada bekliyor.
Bu tahripkarlık ve servet sahiplerine verilen devlet hizmeti akıl sınırlarını aşıyor.
Rahmetli Karl Marx, zamanında, "Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser" demişti.
Kapitalizm bana göre ahlaksızdır ama bir aklı vardır. Şimdilerde kapitalizm kendi devamını sağlayabilecek kadar "çevreci" olmayı tercih ediyor. Gölgeyi nasıl satacağına kafa yoruyor.
Türkiye'deki kapitalizmin ise, görüldüğü üzere, aklı yok. Yağma içgüdüleriyle, kendi çocuklarını, torunlarını öldürecek kadar gözü kararmış bir azgınlıktan söz ediyoruz.
Ve elbette insaniyetin kırıntısı olmayan bir servet üzerine servet koyma telaşından…
Ayvalık'ta geçen hafta büyük bir felaket yaşandı. İklim değişiminin yıkıcı etkisi, bugüne kadar görülmemiş sertlikte ve uzunlukta imbatların yaşanması biçiminde ortaya çıkıyor Ayvalık'ta.
Geçen hafta da böyle oldu ve 100'ün üzerinde tekne battı, parçalandı.
Evet, koca gezi tekneleri battı, o görüntüler öne çıktı ama parçalananların pek çoğu gariban balıkçıların tekneleri. O teknelerden yeni birini alabilmek için bir sene çalışmaları gerekiyor.
Felaket sırasında Ayvalık'taydım, çaresizlikle parçalanmış teknesine bakakalan, gözleri dolan emektar balıkçıları görünce çok kötü hissettim ben de.
Peki, Ayvalık'ta teknelerin güvenle bağlanabileceği balıkçı barınakları yok mu?
Yok!
Cunda Adası'nda 100 kadar teknenin bağlanabildiği bir barınak var ama toplam 1500 civarında tekne bulunuyor Ayvalık'ta. Üstelik Cunda'daki o barınak da Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın bölgedeki merkez karargahı yapılmak isteniyor. Dolayısıyla daha geniş bir alanı Sahil Güvenlik botları tarafından kullanılacak ve oradan yararlananların sayısı iyice küçülecek.
Aslında Ayvalık'ta bir liman var ve burası balıkçı tekneleri tarafından kullanılıyordu. Ne var ki, bundan uzun yıllar önce liman Koç Holding'e bağlı Setur'a devredildi ve artık oraya balıkçı tekneleri bağlayamıyor.
Elbette iktidarlar hep yeni bir balıkçı barınağının vaadini verdi durdu. O vaat hep bir vaat olarak kaldı. Hâlâ aynı vaatleri bağlıyoruz.
Marina ise, şimdi bir sürü lüks yata ev sahipliği yapıyor.
Bakınız, Türkiye'de vergiden kaçmak için pek çoğu ABD, kimi Britanya bayrağı taşıyan bu lüks yatların sahipleri, tekneleri güvenli bir limanda kalsın, lüks ve kaliteli hizmet alabilsinler, teknelerine gittiklerinde marina içinde güzelce ve rahatça yiyip içsinler diye bu tür marinalara kamyon yüküyle para verir.
Malum marinalar bu ara çok popüler, bunların, bulundukları yerin vatandaşına tek bir hayrı yoktur. Sahipleri bütün alışverişlerini marinada halleder, denize açılır, keyif yapar, iki gün teknede kalır, sonra artık hangi büyük kentte yaşıyorlarsa oralara döner giderler.
Onların lüksü ve rahatı için, ve tabii işletmeci firma servetini büyütsün diye limandan atılan küçük balıkçılar ise imbatla, lodosla, poyrazla boğuşur; meteoroloji rüzgar gösterdiğinde hangi koy o rüzgardan korunaklıysa teknesini alelacele o koya götürür, gece tekne kabusu görür.
Biliyorum çünkü o kabusları ben de görüyorum. Teknesi denizde olan kimse rahat uyuyamaz Ayvalık'ta.
Meteoroloji'nin öngöremediği sertlikte bir rüzgar estiğinde ise, ki geçtiğimiz hafta öyle oldu, işte tekneler geçen haftaki gibi parçalanır. Garibanların canı yanar…
Velhasıl, İkizdere'deki İşkencedere Vadisi'ni mahvederek taş çıkarıp Rize'ye -artık ne için yapılacaksa ve işletmesi kime verilecekse- bir liman yapanlar, yüzlerce garibanın rahat uyuyabilmesi için bir barınak yapma insafına bir türlü gelemez…
İşte Türkiye kapitalizminin akılsızlığının üzerine bu boyutta bir insafsızlık eklenmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish