Kısa öykülerinden birinde Necib Mahfuz, bu makalenin satırlarında göreceğimiz gibi, medyanın nasıl bazı şeyleri var edip son derece etkili kıldığını veya aynı ölçüde yok sayıp tamamen etkisiz kılabildiğini daha erken bir dönemde anlatır.
Erken bir dönemde olduğunu söylememizin nedeni, Mahfuz'un bu durumu betimleyen öyküsünün, "Dunya Allah" (Allah'ın Dünyası) adıyla ilk basımı 1962 yılında yapılan öykü seçkisinde yer almasıdır.
Öykünün adı "Faili meçhul", olayları ise Kahire'nin eski mahallerinden el Abbasiye'de geçiyor.
Kahramanı, öykünün başından sonuna kadar seri cinayetler işleyen bir katili arayan bir komiser.
Katil bütün cinayetlerinde, değişmeyen ve aynı kalan tek bir yöntem kullanıyor ve hiçbirinde de kimliğini açık edecek tek bir ipucu bile bırakmıyor.
Bu eski mahallenin sakinleri her hafta veya iki haftada bir, yeni bir cinayet haberiyle uyanıyorlar. Boynundaki izlerden ince bir iple boğulmuş olduğu görülen kurbanın cesedini buluyorlar.
Kurbanları farklı gruplardan olsa da katilin yöntemi hiç değişmiyor. Her bir ceset bulunduğunda komiser neredeyse deliriyor, çünkü katil sanki başka bir gezegenden dünyaya gelerek, cinayetini işleyip dönüyormuş gibi arkasında hiç iz bırakmıyor.
Yahut adeta buhar olup uçuyor dersek, her cinayet vakasından sonra yaşananları ve komiserin içine düştüğü çaresizlik durumunu daha iyi ifade edebiliriz.
İşler öyle bir noktaya varıyor ki, mahalle sakinleri karakolun arka duvarlarından birinin üstüne bırakılmış bir ceset bile buluyorlar.
Hatta ceset, ne yapacağını bilemeyen komiserin, ofisinin camından baktığında görebileceği bir yerde duruyor.
Olaylar, bizzat komiserin cesedinin masasının üzerinde bulunmasıyla doruğa ulaşıyor. Gizli katil bütün kurbanları gibi onu da aynı yöntemle öldürüyor.
Korku mahallenin tamamına yayılıyor, panik öyle bir noktaya varıyor ki kaçabilenler mahalleden arkalarına bakmadan kaçıyorlar.
Kahire emniyet müdürü, başkentteki tüm cinayet birimi komiserlerinin katıldığı bir toplantı düzenliyor. Toplantı katili bulmak için araştırmaların güçlü bir şekilde sürdürülmesi kararı ile sona eriyor.
Fakat emniyet müdürü bunun yanında ilginç bir karar daha alıyor ki, öykünün en dikkat çekici noktası da bu.
Bahsi geçen ilginç karar, ne katilin bundan sonra işleyeceği cinayetlerin ne de başka hiçbir cinayet haberinin gazetelerde yayımlanmaması.
Bu kararın sahibi olan emniyet müdürüne göre, eğer cinayetler basında kendilerine yer bulamazlarsa bu dünyada da bulamazlar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçtiğimiz yüzyılın altmışlı yıllarından bahsettiğimize ve Nobel ödüllü yazarın 1962'de yayımlanan kitabında yer alan bu öyküyü, bu tarihten de önce yazmış olabileceğine dikkatinizi çekerim.
Bu öyküyü Necib Mahfuz, Mısır'da daha televizyon yayının olmadığı 50'li yılların sonunda, etkili basının sadece devlete ait 3 gazete ile 30 yıl önce yaygınlaşan radyodan ibaret olduğu bir dönemde yazmış olabilir.
Söylemek istediğimiz, o dönemde basın, radyo ile 3 resmi gazeteden ibaretti. İnsanların bilgi edinme kaynakları sadece bu 3 gazete ve radyo idi.
İnsanların hayatlarında sadece bunlar vardı. Dolayısıyla 3 gazete ile radyonun yer vermedikleri olaylar ve kişiler, basitçe kimse onlardan bahsetmediği için varlık gösteremez ve etkili olamazlardı.
Öyküdeki emniyet müdürü de, önce mahalleyi ardından başkentin tamamını hatta ülkeyi ele geçiren korku ve paniği durdurmak için bu yöntemi düşünüyor.
Zira suçla mücadele etmekle görevli polislerin gözlerinde bile bu cinayetler, kimsenin kendisini göremeyeceğinden emin bir doğa üstü varlık tarafından peş peşe işleniyor gibi görülmeye başlıyor.
İlginçtir ki Necib Mahfuz bu öyküsünde adeta geleceği okur. Yeni yüzyılın üçüncü 10 yılında yaşayacağımız ve bizi meşgul edecek olguyu, henüz 60'lı yılların başında tahmin eder.
Ocak ayının 20'sinden beri, Arap şairimiz Mutennebbi, "dünyayı ve insanları meşgul eden" tanımlamasını sanki onun için kullanmış gibi görünen ve bu tarihe kadar kendisini takip edenler için bu konumda olan adamın kaderini sorguluyorum.
Bu makalenin başlığını okumamış olsanız bile eski ABD Başkanı Donald Trump'tan bahsettiğimi anlamışsınızdır.
Medya onu tüm modern anlam ve tezahürleriyle terk ettiğinde bir anda gözden kayboldu ve unutuldu.
Bundan sonra ismine şurada veya burada rast gelebilir veya fotoğraflarını görebiliriz. Ancak yaptığı her şeyin haber konusu olması ve kendisine geniş yer verilmesi, odak ve ilgi noktası olması, gittiği her yerde kameraların peşinden koşması ile medyada bir anlığına var olmakla kıyaslanabilir mi?
Daha açık olmak gerekirse, Trump, 20 Ocak'tan birkaç gün önce medyadaki aniden unutulma olgusu tarafından yutuldu.
Daha doğrusu, destekçilerinin ülkenin yaklaşık 250 yıllık tarihi boyunca benzeri görülmemiş bir biçimde başkent Washington'daki Kongre binasına baskın düzenledikleri 6 Ocak'tan sonra etki gücünü kaybetmesiyle birlikte unutulmaya terk edildi.
ABD'yi sarsan ve dünyayı şok eden baskından birkaç saat sonra, sosyal medya platformlarının yöneticileri inisiyatif alarak, Mahfuz'un öyküsünde cinayetleri mahalle ve başkent sakinleri arasında paniğe yol açan katile karşı Kahire emniyet müdürünün kullandığı yöntemin aynısını Trump'a karşı kullandılar.
Öyküden emniyet müdürünü çıkarıp yerine örneğin Twitter'ın CEO'sunu koyarsak, yine suçlunun yerine eski ABD başkanını yerleştirirsek, öykünün seyri hiçbir şekilde bozulmaz. Yazıldığı zamanki tutarlılığını korur.
Eski ABD başkanının kendi medyasında yaşadığı ve nefes aldığı, henüz başkanlık adayı iken geleneksel medyaya karşı olduğu, Twitter ve diğer sosyal medya hesaplarına güvendiği açıkça görülüyordu.
Trump hem seçim kampanyaları hem de başkanlığı döneminde Twitter hesabından paylaştığı tweetlerle tüm insanları meşgul etti ve dünyanın tamamının gündemini belirledi.
Gün gelip en önemli silahının elinde alınacağını, bu silah olmadan var olamayabileceğini hatta yok olabileceğini hayal bile etmiyordu.
Twitter hesabı askıya alındığında elbette insan olarak varlığı devam etti. Nitekim askıya alındıktan sonra da var olmaya devam ediyor.
Kastettiğimiz, Trump'ın hesabının askıya alınmasıyla insan dünyasındaki etkili varlığının sona erdiği.
Aynı, mahalle sakinlerinin nerede olduğunu bilmedikleri, fakat varlığının etkisini ve acısını tüm duyuları ile hissettikleri gizli Abbasiye katilinin, gazeteler kendisinden bahsetmediğinde varlığının sona ermesi gibi.
Olay şu ki, iki durumda da medya aynı görevi görüyor. Abbasiye katilinin haberlerini yayımlayarak varlığından önce etkisini tescilleyen radyo ve yazılı basın veya Trump'ın istediği gibi kullandığı, onun aracılığıyla kişisel varoluşundan önce her anlamda kişisel etkisini tesis ettiği görünmez ortamlar (sosyal medya) olsun aralarında hiçbir fark yok, gördükleri iş aynı.
Medya her zaman medyaydı, hiç değişmedi.
Ancak onun sayesinde kişilerin elde ettikleri etkinin herhangi bir şekilde sona erdirilmesi, elbette onların gerçek varlıklarının da sona erdiği anlamına gelmez.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish