Brexit sonrası Britanya için tek seçenek: Trump'ın Çin'le nafile savaşında amigoluk

Britanya hükümeti, Huawei'nin Birleşik Krallık için değerli olduğunu ve yönetilebileceğini gösteren kesin kanıtlara rağmen ABD'nin bu şirketi Britanya'nın gelecekteki 5G ağından çıkarma isteğine boyun eğdi

Huawei meselesinde Trump yönetiminin Boris Johnson liderliğindeki Britanya hükümetine baskı yaptığı belirtiliyor (AFP)

Tarih önemlidir. Dünyanın dört bir yanındaki siyahi halkların günlük yaşamının (bugün bile) kölelik tarihinden ne kadar çok etkilediğini son haftalarda hatırlamış olduk. Belki, 19. yüzyıl tarihinin Çin'in hem Batı'ya (özellikle de Britanya'ya) yönelik algısını hem de Hong Kong'daki olaylara yaklaşımını ne kadar çok etkilediğini de hatırlamamız gerekiyor.

Medellin uyuşturucu kartellerinin (Pablo Escobar'ın Kolombiya'nın Medellin kentinde kurduğu karteller -ç.n.) Victoria Dönemi muadillerinin, zayıf düşmüş Çin'e eşit olmayan anlaşmalar dayattığı ve bunu yaparken Kraliyet Donanması'nın kudretini arkasına aldığı da genelde unutuluyor.

Bahsettiğim bu döneme dair karşıt bakış açıları, 10 yıl önce koalisyon kabinesindeki bir grup meslektaşımın David Cameron'la birlikte Pekin'de dönemin Çin Devlet Başkanı Hu Cintao'yla görüşmeyi beklediği sırada canlı bir şekilde resmedilmişti benim için. O gün, iki dünya savaşında ve müteakip çatışmalarda kaybettiklerimize saygı nişanesi olarak Anma Günü'nde taktığımız gelinciklerimizi kuşanmıştık. Yüzü dehşet içinde kalmış Çinli bir yetkili yaklaşıvermişti. Yakamızdaki gelincikler, afyonla (19. yüzyıl ortalarında yapılan ve Batılı devletlerin Çin'de ticari ayrıcalıklar kazanmasıyla sonuçlanan Afyon Savaşları kastediliyor -ed.n.) Çinlileri küçük düşürmeye yönelik kasti bir hatırlatma olarak yorumlanmıştı: Toplantının iptal edilmesi gerekiyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Neyse ki yanlış anlaşılmayı düzeltmeyi başarmıştık ama bu durum meselenin derininde yatan ve Çin büyükelçisinin geçen hafta "sömürgeci zihniyet" diye tanımladığı konuya dair hassasiyetleri açığa çıkarmıştı. Çinlilerin gördüğü şekliyle bu zihniyetin bir parçası da biz Britanyalıların liberal değerlerimizi sadece kendi yurdumuzda korumakla kalmayıp (ki yapmamız gereken bu), onları Çin'e dayatma konusunda da ısrarcı olmamızdır.

Britanya'nın 1997'de barışçıl, usule uygun ve onurlu bir şekilde Hong Kong'dan çekilmesi her iki taraf için de diplomatik ve siyasi bir zaferdi. Hindistan ve Endonezya, Portekiz ve Hollanda imparatorluklarının kalıntılarıyla nasıl başa çıktıysa Çin de aynı yöntemlerle sömürge yerleşim bölgeleri Hong Kong ve Macau'yla baş edebilirdi: Askeri istila ve ilhak. Bunun yerine Çinliler, aslında baskı altında gerçekleşmiş bir müzakereye dayanan kira sözleşmesinden geri sayım yapmayı seçti.

Bölgenin devri, sömürge anayasasının yerini alan, Çin'in ulusal kanunu Temel Yasa uyarınca gerçekleştirildi. Hong Kong, Çin'in başka hiçbir yerinde olmayan toplantı ve konuşma özgürlüğünün yasal güvence altına alındığı, "tek ülke iki sistem" ilkesinin uygulandığı bir Çin Özel İdari Bölgesi. Bir yanda Çin'in toprak bütünlüğüne ve egemenliğine dair ısrarı, diğer yanda kendi kaderini bir nebze olsun tayin etmeye yönelik "iki sistem" kavramının barındırdığı tolerans nedeniyle içsel bir gerilim yaşanıyor. Bu gerilim 22 yıl boyunca gayet iyi yönetilmiş olsa da şimdi yıkım testinden geçiyor.

Neden şimdi? Altta yatan bir dizi problem var. Hong Kong'daki konutların yüksek maliyeti ve yaşam alanlarının sıkışıklığı, hem eski sömürge dönemi yönetimlerinin hem de yeni Pekin yanlısı idarelerin başarısızlığını yansıtan büyük bir hayal kırıklığı. Bu arada Hong Kong'un genç sakinlerinin birçoğu, anavatana katılmaya hiçbir zaman razı olmadı. Batılı yaşam tarzlarına alıştılar ve yasalar 2047 sonrasında Çin'e geniş çaplı geçişe izin verdiğinde kendilerini nelerin beklediği konusunda kötümserler.

Bunun üstüne Özel İdari Bölge Baş Yöneticisi Carrie Lam de anakaraya suçlu iadesini kolaylaştıran bir yasa çıkarmaya çalıştı. Muhakkak ki halkın ruh halini yanlış değerlendirdi ve kitlesel gösteriler karşısında tasarıyı geri çekmek zorunda kaldı. Buraya kadar her şey iyiydi.

Fakat gösteriler kitlesel çapta ve günlük olarak devam etti. Bazı protestocular, daha önceki gösterilerde yükselen belli başlı şikayetlerle ilgileniyordu. Kimileri de bağımsızlığı savunuyordu. Büyük çoğunluk barışçıl olsa da bazıları değildi ve polise "molotofkokteylleri" atıldı. Pekin gerçek bir ikilemde kaldı. Sokaktaki şiddetin (yani "kaosun" ve Çin muhitindeki düzenin bozulmasının) devamına müsaade etmek "tek ulus" ilkesi için tehdit teşkil ediyordu ama protestoları durdurmak için müdahale etmek de "iki sistem" ilkesinin ihlali anlamına gelecekti. Her ikisi de sakıncalıydı.

Yardım istenecek malum merci, sevk edilecek ordu olacaktı. Otoriter rejimler bir yana, demokratik ülkeler bile zor durumlarda sivil itaatsizliği kontrol altına almak için son çare olarak orduyu kullandı; Hindistan'ın Keşmir'de yaptığı gibi. Başkan Donald Trump da Siyahilerin Hayatı Önemlidir protestocularına karşı aynı şeyi yapma hevesini ortaya döktü. Temel Yasa, acil bir durum halinde bölgede konuşlandırılmış 6 bin askeri kullanma yetkisi tanıyor. Buna rağmen rejim harekete geçmedi (ve kontrollü davranışı için takdir görmedi), bunun yerine baskıcı Ulusal Güvenlik Yasası'nı uygulamaya koymayı tercih etti.
 


Batılı eleştirmenler söz konusu yasanın ülke sınırları dışına erişim sunması karşısında dehşete düşmüş olsa da Çin bu konuda sadece Amerikan uygulamasını taklit ediyor. Britanyalı bireyler, ABD'ye hiç ayak basmamış olsalar bile ceza mahkemeleriyle yüzleşmek üzere suçlu iadesiyle karşı karşıya kalmıştı. Şimdi Çin de aynı prensibi uygulayacak.

Eleştirmenler ayrıca, Çinlilerin "kendi kaderlerini tayin etmek" isteyen protestocuları hedef almasına karşı öfkeli. Britanya'da bağımsızlık isteyen İskoçlara zulmetmediğimiz, Kanada ve Belçika gibi bizim de ayrılıkçı hareketlerin etkisini azaltacak gelişmiş demokratik sistemleri benimsediğimiz kesinlikle doğru. Tıpkı Çin'de olduğu gibi başka ülkelerde de (İspanya'da Katalonya kurmak isteyenler, Türkiye'de Kürdistan kurmak isteyenler örneklerinde olduğu gibi) ayrılıkçılık propagandası tehlikeli bir ihanet olarak görülüyor.

Bu bizi çok da şaşırtmamalı. Büyük, birden fazla etnik gruba sahip, demokratik ya da başka şekilde yönetilen devletlerde toprak bütünlüğüyle özerklik arasında genelde çatışma oluyor. Nijerya, Endonezya, Pakistan ve Hindistan'ın hepsi de bütünlüklerine yönelik azınlıklardan gelen tehditlerle karşı karşıya kaldı ama azınlıklar da zulme uğramış hissediyordu. Yugoslavya gibi zayıf devletler şiddetli bir şekilde dağıldı. Dahası Çinliler, SSCB'nin dağılmasını eğitici bir öykü sayıyor: Ulusal sınırlardan ödün verecek gibi görünen hiçbir Çinli lider uzun süre hayatta kalamaz.

Daha da az şaşırtıcı olanı Çin, Kore ve Tayvan gibi (ama Singapur, Vietnam ya da şimdi Tayland gibi değil) çok partili rekabetçi bir demokrasiye dönüşmedi. Modern Çin'in mimarı Deng Şiaoping, siyasi açıdan serbestleşmenin kaçınılmaz bir şekilde ekonomik serbestleşmeyi ve kapitalizmi kucaklamayı takip etmediğini (Tiannanmen Meydanı'nda gaddarca sergilediği üzere) açıkça göstermişti. İki konu arasında bağlantı kurduğu için Gorbaçov'a "budala" diyerek saldırmıştı.

Deng'in net görüşü (ki Şi Cinping de bunu yeniden dile getirdi) Komünist Parti'nin kontrolde kalması gerektiği yönündeydi. Bu günlerde partinin komünizmle pek alakası kalmadı; daha çok muktedir, meritokrat ve yönetici seçkinlerin elinde siyasi bir araç haline geldi. Demokrasinin oluşumu da artık başarısızlığa uğradığına göre, Çin'le bağ kurup "hayal kırıklığına uğradığını" iddia eden Batılı liderler ya sahtekar ya da kalın kafalıdır.

Bununla birlikte, Pekin'deki mevcut rejimin Deng'den öğrenmesi gereken dersler de var. Her zaman tevazuyu ve kibirden kaçınmayı teşvik etti. Buna karşılık Çin hükümetiyse, eleştirilere aşırı tepki göstererek ve Wolf Warriors'ın (Çin'in 2015 yapımı aksiyon filmi -ç.n.) kavgacı dilini kullanarak şimdilerde birçok gereksiz düşman ediniyor. Asabi ve gururlu milliyetçilik karşımıza saldırgan bir şekilde çıkıyor ve Çin'in çıkarlarına zarar veriyor.

Aynı zamanda Deng'in incelikten yoksun mizah anlayışının ve sağduyusunun bir kısmı, Britanya hükümetinin denizaşırı Britanya pasaportu taşıyan 3 milyon Hong Kong sakinini kabul etme teklifi karşısında da daha iyi bir tepki olurdu. Çin, Birleşik Krallık'ın (BK) blöfünü görerek "Nasıl isterseniz, onları alıp götürün" diyebilirdi. Bunun yerine Çin'in tehditleri ve yaygarası, Hong Kong nedeniyle Çin'in karşısına çıkmaya kararlı olan sol ve sağ partilerin imkansız koalisyonunu pekiştirecek bir etki yarattı. İnsan haklarının şu umulmadık savunucusu Donald Trump tarafından da destekleniyorlar.

Huawei'nin BK için değerli olduğunu ve yönetilebileceğini gösteren kesin kanıtlara rağmen Britanya hükümeti, ABD'nin bu şirketi Britanya'nın gelecekteki 5G ağından çıkarma talebine boyun eğince Trump bugün kullanışlı bir zafer simgesi elde etmiş olacak. MI6'nın eski Başkanı Sir John Sawers'ın da çoktan işaret ettiği üzere, ABD'nin yaptırım tehditleri Britanya'nın konumunu savunulamayacak bir hale getirdi.

Britanyalı bir hükümetin Huawei konusunda başta yaptığı ya da öncesinde koalisyon hükümetinin bir Asya Altyapı Bankası kurulmasına yönelik Çin teşebbüsünü desteklediği zamanda olduğu gibi Britanya'nın ABD'ye karşı koyabileceği günler çoktan geride kaldı. Elbette hükümetin canla başla beklediği BK-ABD ticaret anlaşması, Britanya'nın Çin'le ticaret anlaşması müzakere etmesini yasaklayacak bir "zehirli hap" maddesiyle ileriye gidecek.

Brexit Britanya'sı için biçilen rolse gayet açık: Çin'e karşı ABD öncülüğünde oluşturulan "İstekliler Koalisyonu'nda" başamigoluk yapmak.

Vince Cable, Birleşik Krallık'taki Liberal Demokrat Parti'nin eski lideridir

 

 

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU