Peki, ama geçmişi ne yapalım?

ABD’de köle ticaretinden elde edilen paralarla inşa edilen binalar yıkılmalı veya Shakespeare’in Othello oyunu ya da Mutenebbi’nin “Hica’u Kafur” (Kafur’a Yergi) şiiri, tarih ve edebiyat kitaplarından silinmeli mi?

Geçmişe tapanlar vardır. Bunun bir dalı da atalara ve ölülere ibadet etmektir.

Bu yönelim özgünlük ve köklere bağlı olmak ile kendisini haklı gösterebilir. Heykeller inşa edip mezarları kutsayarak somutlaşabilir.

Ancak, buna karşılık, yok sayılması çağrısında bulunarak geçmişi inkar eden veya bugünün kriterleri ile ölçerek gerici olduğu, hatırlanmaya değmediği hatta var olmayı bile hak etmediği sonucuna varanlar da mevcuttur.

Bu iki yönelim, tam anlamıyla karşıt değildir.

Kurulur kurulmaz bir zamanlar kınadıkları şeylere bağlı muhafazakarlara dönüşen devrimci hareketler çoktur.

Komünistlerin Lenin’in mozolesi ile ilişkileri bunun bilindik bir örneğidir.

Bunu hatırlamamızın nedeni, George Floyd’un öldürülmesi dolayısıyla ırkçılığa karşılık son zamanlarda ABD ve Avrupa şehirlerinin tanık olduğu heykelleri yıkma furyasıdır.

Bu furya, çok önem vermediğimiz bir tartışmayı başlattı.

Bilindiği gibi yakın bir zamanda yaşanan Arap devrimleri de bazı heykelleri devirmişti.

2003 yılında da Iraklılar Saddam Hüseyin’in heykelini yıkmışlardı.

Geçmiş karşıtlığı yalnızca heykelleri yıkmak ile cisim bulmuyor:

1952 yılında Mısır’da gerçekleşen devrimden sonra Özgür Subaylar arasında bazıları, Kral Faruk için şarkı söylediği gerekçesi ile Ümmü Gülsüm’ün şarkı söylemesinin yasaklanmasını talep etmişlerdi.

Tabii ki, popüler gerginlik ve heyecan zamanlarında su yüzüne çıkan yasakçı eğilimin, modernite öncesi zamana kadar uzanan, kimi zaman kurbanlar sunarak kefaret ödeme, kimi zaman da yeni baştan doğma isteği şeklinde birçok halkta görülen uzun bir geçmişi vardır.

Bizans döneminde, kilise de bu eğilimden kurtulamamıştı.

8’inci ve 9’uncu yüzyıllarda imparator ve din adamlarının destekledikleri İkonoklazma (ikonaları yıkma) hareketi gelişmişti.

Söz konusu hareket teolojik pozisyonlardan kaynaklanmış olsa da asıl anlamı putperestlikten geride kalanlarla mücadeleydi ve farklı sosyal ve sınıfsal pozisyonlarla bağlantılıydı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bin yıl sonra Fransız Devrimi buna bir başka katkıda bulundu.

1792 yılında “Kutsal özgürlük ve eşitlik ilkeleri, ihtişam, ayrımcılık ve zulüm için dikilmiş heykellerin Fransız halkının gözlerine saldırmaya devam etmesine izin vermeyecektir” ifadesine yer veren bir yasa kabul edildi.

Bir sonraki yıl radikal lider Jean-Paul Marat’ın öldürülmesi üzerine heykelleri aşıp genel olarak kültüre uzanan bir tahrip ve yakma hareketi patlak verdi.

Zira onlara göre sanat, ahlakı yozlaştırmıştı ve cumhuriyetin sadeliği ve erdemiyle çelişiyordu.

Rusya’daki 17 Ekim devriminin başlangıcında çarların heykelleri yıkılmış ve yerlerine devrimcilerin heykelleri dikilmişti.

Mevcut sanatsal formları “devrimci işçi estetiği” ile değiştirmeyi amaçlayan bir “proleter kültür” grubu ortaya çıkmıştı.

Çin’deki “Kültür Devrimi” ise, komünizme geçiş sırasında zıtlıkların çatışmasını engellemek gerekçesi ile geçmişin kültürel ve kültürel olmayan her yönünü hedef almıştı.

Buna benzer şekilde Kamboçya’da Kızıl Kmerler, resimleri ve sembolleri parçalayıp tapınakları yıkmışlardı. Amaç, yalnızca gerici insanlardan değil gerici hafızadan da kurtulmaktı.

Ne var ki, sosyalizmin devrilmesinden sonra Polonyalılar bize endişe verici bir gerçeği hatırlattılar:

Heykelleri yıkmak, başka heykeller inşa etme eğiliminden korumaz.

Lenin ve komünist liderlerin yıkılan heykellerine karşılık, Polonyalı Papa II. Ioannes Paulus’un çok daha fazla heykeli dikildi.

IŞİD ise bize daha acı olanı hatırlattı: Yıkılan putun yerini son derece putlaştırılmış bir rejimin alabileceğini.

Yakın zamanda yaşananlara dönecek olursak, ırkçılık ve köle tüccarlarının sembollerinin kamusal alanı işgal etmeleri ve merkezi meydanlarda öne çıkan bir konuma sahip olmaları kabul edilemez.

Aynı şekilde, Saddam Hüseyin ve Hafız Esad gibi tiranların heykellerini yıktıktan sonra bir de tahrip eden öfke patlamaları da kabul edilemez.

Dolayısıyla, adalete karşı artan hassasiyetin yanı sıra yalnızca mekanların işgaline değil tarihin de işgal edilip galip gelenler tarafından yazılmasına yönelik itirazlar da artmalıdır.

İlk anda anlaşılır olan bu davranış, masum bir ilke değildir ve öyle olmamalıdır da.

Buna dayanarak, ABD’de köle ticaretinden elde edilen paralarla inşa edilen binalar yıkılmalı veya Shakespeare’in Othello oyunu ya da Mutenebbi’nin “Hica’u Kafur” (Kafur’a Yergi) şiiri, tarih ve edebiyat kitaplarından silinmeli mi?

Bu eğilim bununla yetinmeyip daha da ileri giderek “Rüzgar Gibi Geçti” filmindeki gibi sanat, müzik, edebiyat, sinema, mimari ve binalara kadar uzanabilir.

Hatta ırkçı veya ırkçılık içerdiği için piramitlerin yıkılması çağrısında bulunma kertesine varabilir.

Herhangi bir kesip atma gibi geçmişi kestirip atmak da tehlikeli bir iştir.

Yasalar üzerinde çalışmak, ırkçılık veya zulümlere ve sorumluluklarımıza karşı daha dikkatli ve bilinçli olmamızı sağlayacak biçimde tarihi öğretmek yerine kolektif öfke boşaltımı ve deşarjını ikamet etmektedir.

1790 yılından itibaren ve Fransız Devrimi’nin kargaşası içinde eski rejimi temsil ettikleri gerekçesi ile heykelleri yıkanlar ortaya çıktı.

Öte yandan bu soruna derin ve pratik yanıtlar sunanlar da aynı dönemde ortaya çıktılar.

Bu eğilime karşı çıkanların en önde geleni, köleliği kaldıran yasanın kabul edilmesi için faaliyet gösteren, evrensel oy hakkı, ırksal ve dini eşitlik, kilise adamları ile asillerin ayrıcalıklarının kaldırılması konusunda coşkulu ve en önemli aktivistlerden biri olan Peder Henry Gregoire idi.

Peder Gregoire, heykelleri yıkma çağrılarına karşılık olarak, Avrupa’nın ilk müzesi olan “Sanat ve El Sanatları Enstitüsü” kurup saraylar ve kiliselerdeki hazineler ile heykellerin burada toplanması çağrısında bulundu.

Çünkü ona göre bunlar ulusun ortak kültürü ve baskı ile zulmü hatırlamak için bir fırsattı.  

Peder Gregoire göre, bunları yıkıp tahrip edenler, hem barbar hem de onu itibarsızlaştırdıkları için devrimin düşmanıydılar.

Gregoire sayesinde müzeler doğdu ve nefret ettiğimiz heykellere: 'Haydi, müzeye' diyebilir olduk.

Bu noktada, müzelerin aslında bu amaç için doğduğunu hatırlatmamızda bir beis yoktur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU