Geçen hafta Centre for Life's Science Speakeasy'nin (Yaşamın Bilimi Merkezi) yetişkinler programının parçası olan bir panele katıldım. Açılış konuşmasındaki tartışma konusu şu anda ben de dahil olmak üzere kamunun ilgisini fazlasıyla çeken psikopatiydi.
Yüksek not alamamış ve üniversiteye hiç gidememiş biri olarak, makul derecede imposter sendromu (kişinin kendini bütün başarı ve potansiyeline rağmen sürekli yetersiz görmesi) deneyimlediğimi itiraf etmeliydim. İsimlerinin önünde ya "Dr." ya da "Profesör" olan ünlü psikopati uzmanlarının yer aldığı bir panele katılıyordum. Ve bence böyle hissediyor olduğum gerçeği psikopatlık testindeki puanımın düşük olacağını açıkça belli ediyordu (Hannibal Lecter'ın veya Killing Eve'in Villanelle'inin imposter sendromu yaşadığını düşünebiliyor musunuz?).
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yani psikopatinin hem araştırması ve hem de canlı deneyimi benim erişimimin dışındaydı. Yine de psikopati üzerine farklı bir bakış açım vardı ki davet edilmemin nedeninin bu olduğuna inanıyorum. Konu üzerindeki deneyimim halk arasında rahatlıkla birbirine karıştırılan iki kelimenin, psikopati ve psikozun, arasındaki önemli farklılıklara dikkat çekmekti.
Peki bu neden bir sorun?
Hepimizin akıl sağlığıyla ilgili hastalık belirtileri hakkında konuşmamızın bir nedeni var ve o da insanların bunu dile getirip yardım almasını sağlamak. Bu aynı zamanda daha fazla akıl sağlığı hizmeti için sürdürülen kampanyanın bir parçası ama hükümet bu noktayı sürekli kaçırıyor gibi görünüyor...
Ama damgalanma meselesine geri dönelim. Psikoz yaşayan ve hatta diğer akıl sağlığı sorunlarından mustarip insanlar son derece savunmasız. Ama dünya sık sık onların şiddet dolu veya korkutucu olabileceğini farz ediyor. Gerçekten daha uzak bir varsayım olamazdı.
Öte yandan psikopatlar gerçekten de şiddet dolu ve korkutucu olabilir. Ve eğer öyle değillerse, eğer toplumun başarılı bireyleri arasındalarsa, savunmasız hissetmeleri veya psikopati belirtilerinden endişelenmeleri pek muhtemel değildir. Çünkü bir araya geldiklerinde psikopatiyi yaratan kişilik özellikler; empati eksikliği, grandiyözite ve sığ duygulanımı içerir.
Bu yüzden psikopatların damgalama deneyimleyip deneyimlemediği konusunda endişelenmemiz gerektiği konusunda ikna olmuş değilim. Ama psikoz damgalaması deneyimleyen insanlara çıkarılan sorunlar çok büyük. Yardım aramalarını engelleyebilecek utanç duygusu, yalnızlık (sadece şu anketteki bir şizofrenle arkadaş kalmayı olasılık dışı gören veya bundan emin olamayan kişi sayısına bakın, şoke edici!)... Bütün bunlara ilaveten şiddet veya antisosyal davranış korkusu yüzünden akıl sağlığı hizmetlerinin yerleşim bölgelerine kurulmaması için kampanya yürüten topluluklar da gördük. Ne yazık ki hala birçok kişinin inandığı saçma bir efsane.
İşte bu yüzden bence psikopati akıl sağlığı sorunu olarak görülmemeli. Ama yine de bu, geçen hafta (Ekim'in ikinci haftası ed.n.) paneli ikiye bölen bir tartışma konusuydu.
Liverpool Üniversitesi Psikolojik Bilimler bölümünün kıdemli öğretim görevlisi Dr. Luna Centifanti görüşüme itiraz etti. Dedi ki:
“Psikopati, düzensiz düşünce, duygular ve davranışla ilişkili olduğu için bir akıl hastalığıdır. Psikolojik araştırmalara göre, psikopatisi olanlar empati ve suçluluk duygusundan yoksundur, duyguları tipik nüfusun çoğunluğu kadar güçlü değildir ve başkalarının duygusal deneyimini anlama ve takdir etmede başarısızdır. Örneğin birinin ne zaman korktuğunu bilme yetenekleri sınırlıdır. Bu sebeple bir başkasının üzüntüsüne verdikleri tepki uygunsuz olacaktır."
Luna (ortak bir bira ve punk rock sevgisi paylaştığımızı keşfettiğimizden beri birbirimize ismimizle hitap ediyoruz) ayrıca psikopatili insanları ve ahlaki karar verebilmelerini etkileyen nörobiyolojik bozukluklar olduğunu ve böyle olmanın, bir açıdan, psikopatili kişilerin elinde olmadığını söyledi.
Bu doğru bir yorum, özellikle de konuyu bir doktorla tartıştığım için (yine imposter sendromu!). Görünüşe göre psikopat olarak sınıflandırılmak kişinin hatası değil, beyinlerinin çalışma şekli ellerinde olan bir şey değil. Fakat bu onları savunmasız kılıyor mu?
Benim düşünceme göre onların empati eksikliği ve başkalarının duygularını muhakeme edememeleri diğer kişiyi savunmasız kılıyor, psikopatı değil.
Ama akıl sağlığında bunun tersi geçerli.
Öyleyse konuyla ilgili bilimi de göz önünde bulundurarak, toplum olarak biz psikopatiyi nasıl sınıflandırmalıyız?
Luna'nın bu konuda ilginç bir yaklaşımı vardı. Şöyle dedi: “Bir etiketlemenin insani değeriyle bilimsel değerinin örtüşmeyebileceği konusunda hemfikirim. Genellikle psikopatinin klinik bir teşhis değil, araştırma teşhisi olduğunu söyleriz, yani bu tanım kuralları ihlal etmeye devam eden belirli özelliklere sahip kişileri incelememize yardımcı olur.
“Yasal açıdan bazıları psikopati gibi kişilik bozukluklarının, kişilerin kapasitesi hakkında yasal değerlendirmeler yapmak için yasal çerçeve sunan 2005 Akli Kapasite Yasası'na dahil edilmesi gerektiğini savunuyor.”
Luna ayrıca birçok akıl sağlığı uzmanının, kişilik bozukluklarının, özellikle de psikopati ve Borderline (Sınır) Kişilik Bozukluğu'nun (BPD) Akli Kapasite Yasası'nda yeterince temsil edilmediğini iddia ettiğini belirtti. Bu bozukluklara sahip kişilerin karar vermek için bilgiyi ölçme ve kullanmada önemli zorluklar yaşamasına rağmen bu böyle.
Ama kişilik bozuklukları sınıflandırması zaten kendi içinde sorunlu zira psikopati tehlikeli bireyleri kapsarken, BPD ile teşhis edilenler (tıpkı diğer başka akıl sağlığı sorunlarıyla teşhis edilenler gibi) son derece kırılgan.
Öyleyse çözüm ne?
Belki de sorun psikopatinin bir akıl hastalığı olarak görülmesi gerekip gerekmediğinden daha karmaşıktır. Belki de sorun akıl hastalıkları ve bozukluklarının daha geniş sınıflandırılmasıyla ilgilidir. Neden BPD'yi psikopatiyle aynı sınıfa sokalım ki? Bence sokmamalıyız.
Belki de etiketlendirmemizi baştan aşağı yeniden düşünmeliyiz. BPD ve diğer kırılgan "kişilik bozukluklarını" kişilik bozukluğu kategorisinden çıkaramaz mıyız? Onları daha geniş bir akıl sağlığı kategorisiyle tamamen birleştiremez miyiz?
Psikopatlara gelince, "kişilik bozukluğu"diye etiketlenmiş olmaya aldırış edeceklerini gerçekten sanmıyorum. Bunu belirterek şunu da ekleyeyim ki uzmanların bana karşı çıkması beni her zaman memnun eder.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral
© The Independent