İklim değişikliği: Siyaset, bilime karşı mı?

Doç. Dr. Dilek Yiğit Independent Türkçe için yazdı

COP29 BM İklim Zirvesi, 11-24 Kasım 2024 tarihleri arasında Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de düzenlendi / Fotoğraf: Maxim Shemetov-Reuters

Şu bilim  denilen şeyden bıktım.
Son birkaç yıl içinde bunun için milyonlar harcadık
ve artık buna bir son vermenin zamanı geldi.

ABD'li Senatör Simon Cameron, 1901
(Albert Jack, İcat Çıkarma, 2021)


1901 yılında ABD'li Senatör Cameron'ın bu sözlerinin yansıttığı zihniyet, üzerinden 100 yılı aşkın zaman geçmesine rağmen, hâlâ mevcudiyetini koruyor.

Buna dair pek çok örnek sunulabilir. Birleşik Krallık Avam Kamarası üyesi, Reform UK lideri Nigel Farage'ın "Geçen 10 yılda halk, iktidarı AB referandumu yapmaya  zorladı; aynı şeyin net sıfır hedefi ile ilgili olarak tekrarlanması gerekiyor" demesi gibi ya da ABD'nin başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Donald Trump'ın iklim değişikliğini "en büyük 'dolandırıcılıklardan' biri" olarak tanımlaması gibi.

Bu tür açıklamalar, siyasetin zaman zaman takındığı bilime karşıt/eleştirel pozisyonunun sadece birer örnekleri ve günümüzde de özellikle iklim değişikliği üzerinden gözlemleniyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İklim değişikliği bilimsel bir mesele olmayı çoktan aştı artık, siyasi bir mevzuya dönüştü.

Üstelik siyasette kutuplaşmaya sebep olan, hatta Avrupa aşırı sağının alametifarikalarından biri haline gelen bir mevzuya…

İklim değişikliği siyaseten kutuplaştırıcı bir faktöre dönüşmüşken, Avrupa'da yükselen aşırı sağ meseleyi sahiplendi, ama "olumlu" anlamda değil, kurulu düzene itiraz pozisyonlarına uygun şekilde şüpheyle yaklaşarak, inkar ederek sahiplendi.

Aşırı sağın iklim değişikliği şüphecisi/inkarcısı pozisyonu aslında toplumdan kopuk, temelsiz bir pozisyon olarak görülmemeli.

2008 küresel kriz ve müteakip artan işsizlik, gelir dağılımında eşitsizlik gibi ekonomik sorunlar iklim değişikliğine ilgiyi de iklim değişikliği politikalarının maliyetine tepkiyi de artırdı.

Bu durum aşırı sağ partilere kendilerine destek bulma çabalarında verimli alan sağladı.

Bu verimli alan çeşitli kaynaklardan da beslenmeye devam ediyor.

Geliri fosil kaynaklara dayanan  enerji sektörü gibi ya da tekrar seçilememe kaygıları olan siyasetçiler gibi; zira iklim değişikliği ile mücadele sürecinde sonuçları uzun dönemde alınacak politikaların kısa dönemde maliyetinden kaçınma eğilimi dikkatlerden kaçmıyor.

Üstelik iklim değişikliği ile mücadele adına alınan önlemleri yaşam tarzına müdahale olarak okuyanlar mevcut; kişilerin ulaşım tercihlerine, ikamet tercihlerine, beslenme tercihlerine müdahale edilmeye çalışıldığı yönündeki kaygılar aşırı sağ partileri besliyor.

Bu çerçeçevede, aşırı sağın iklim değişikliği şüphecisi/inkarcısı pozisyonunu "bilime karşı olmak" şeklinde okumak isabetli olabilir mi? 

İklim değişikliğini kabul etmek bilime inanmayı gerektirir ama iklim değişikliği şüphecisi olmak doğrudan ve tamamen bilimi reddetmek anlamı da taşımayabilir. 

İklim değişikliğini tamamen reddedenler olduğu gibi, iklim değişikliğini değil ama iklim değişikliğinin ileri sürülen nedenlerini reddedenler ile iklim değişikliğinin beklenen/muhtemel sonuçlarına inanmayanlar mevcut.

Kısaca, iklim değişikliği inkarcısı/şüphecisi grup tamamen homojen değil; bu anlamda Avrupa aşırı sağının tamamı iklim değişikliği olduğunu reddetmiyor ama ileri sürülen nedenlere ve muhtemel sonuçlara şüpheyle yaklaşıyor.

Dolayısıyla Avrupa aşırı sağını "bilimsel bir inkar" halinde göstermek pek isabetli olmasa da aşırı sağın şüpheci tavrı, iklim değişikliği ile mücadelenin şekline ve maliyetine odaklanmasına imkan sağlıyor.

İklim değişikliği ile mücadelenin küresel/uluslararası/supranasyonel düzeyde önlem alınmasını gerektiriyor olması, aşırı sağın ulusal egemenliğin törpülendiğine yönelik iddialarına kaynak oluştururken, iklim değişikliğinin maliyeti yoksul kesimlerin daha da yoksullaşmakta olduğu yönündeki söylemlerine temel oluşturuyor. 

Üstelik, Avrupa'da aşırı sağın seçmen tabanının muhafazakar kesim olması, aşırı sağın iklim değişikliğine yaklaşımını da az veya çok etkileyecek bir faktöre dönüştü.

Zira Hıristiyan toplumlarda dindarlık arttıkça çevresel kaygıların azaldığı gözlemlenirken, insanların kendi eylemleri ile doğal düzeni/gidişatı değiştiremeyeceğine inanan dindar Hıristiyanların iklim değişikliğinin kaynağının insan yapımı olduğuna ya da insanın alacağı önlemler ile iklim değişikliğini önleyebileceğine inanmalarını beklemek oldukça zor görünüyor.

Avrupa'da aşırı sağın yükselmesi vatandaşlar arasında da iklim değişikliği şüpheciliğinin artması olarak okunurken, bu yükselişinin iklim değişikliği ile mücadeleyi riske sokma ihtimali dikkatlerden kaçmıyor.

Ancak iklim değişikliği ile mücadelenin önündeki tek risk aşırı sağın yükselmesi değil.

Bu risk kurulu düzen partilerinden de kaynaklanabilir.

Nasıl mı? 
 


Kurulu düzen partilerinin, aşırı sağın yükselişi karşısında iki seçenekleri bulunuyor: 

Ya aşırı sağın yükselişini seyretmekle yetinecekler ya da aşırı sağın söylemlerini kısmen ya da tamamen benimseyerek aşırı sağın yükselişini durdurmaya çalışacaklar.

Kurulu düzen partilerinin tercihi ikinci seçenek olursa ve bu kapsamda aşırı sağın iklim değişikliği inkarcısı/ şüphecisi pozisyonlarını kısmen ya da tamamen benimserlerse, iklim değişikliği ile mücadelenin yine riske gireceği açık. 

Bakü'de gerçekleştirilen COP29, kurulu düzen hükümetleri kaynaklı böyle bir riskin emarelerini gösterdi mi?

Öncelikle COP29'un iklim değişikliği ile mücadelede COP sürecinin etkinliği konusunda şüphe yaratmakla eleştirildiğini belirtmek gerekir.

Bu eleştirinin ana kaynağı Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD Başkanı Joe Biden'ın zirveye katılmamayı tercih etmesidir ki, bu liste Rusya, Brezilya, Kanada ve Hindistan liderlerini içerecek şekilde genişliyor.

COP29'a katılım sağlamayan liderlerin katılmama gerekçeleri birbirlerinden farklı da olsa, aşikar olan zirvenin siyasi gerginlikler ve siyasi kararlar ile gölgelenmiş olduğudur.

Bu noktada altı çizilmelidir ki; sadece COP 29 değil, daha önce gerçekleştirilen her COP çıkar çatışmalarının mevcudiyeti ve siyasi iradenin eksikliği gerekçeleriyle eleştirildi; yani bu açıdan COP 29 bir ilk değil. 

Ama COP 29, kurulu düzen hükümetlerinin iklim değişikliği ile mücadeleye olan bağlılıklarını açıkça sorgulatan bir iklim zirvesi oldu ve bu mücadelenin önündeki tek riskin aşırı sağ hükümetler ve aşırı sağ partiler olmadığının sinyallerini de verdi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU