Türk dünyası Ortak Alfabe Komisyonu'nun geçen hafta Bakü'de yaptığı toplantıda Türk cumhuriyetlerinin ortak bir alfabeye geçişi konusunda anlaşmaya varıldı.
Anlaşma Türkiye'de Türk dünyası ile ilgilenen çevreleri ve bireyleri heyecanlandırsa da ben pek umutlu değilim ve bunun sembolik bir anlamdan öte bir şey ifade etmediği kanısındayım.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Neden karamsar olduğumu açıklayayım:
Aradan 30 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, Türkiye ile Türk cumhuriyetlerinin gerçek anlamda kucaklaşması için gözle görülür, elle tutulur somut bir adım atılmış değil.
Elbette son 30 yılda bu amaçla irili ufaklı yüzlerce dernek, vakıf, okul, üniversite ve konseyin kurulduğunun farkındayım ama bunların şaşaalı törenler ve protokol gösterileri dışında hiçbir işe yaramadığını da biliyoruz.
İlginç ve ilginç olduğu kadar da üzücü olan şu ki, aradan geçen süreye rağmen ne Türk halkı ne de Türk makamları Orta Asya'daki Türk cumhuriyetlerini yeterince tanımıyor.
Bölgeyle ilgili olarak hâlâ bölük pörçük bilgilerle yol almaya çalışıyoruz.
Somut örnekler vermek istiyorum:
Yıllardır Türk dünyasına yayın yapan TRT-AVAZ'ın Ankara'daki yöneticileri Türk dünyasını tanımıyor, Kazak'la Kırgız, Özbek ile Türkmen arasındaki farkı bilmiyor.
O yüzdendir ki, eskiden kanalın Kazakça yayınlarının altına Kırgızca veya Özbekçe yayınlarının altına Türkmence yazarlardı.
Bunu Türk seyircisi farkı edip itiraz etmediği için de sorun olmazdı.
Yayının hedef kitlesi olan Türkistanlılarsa gülüp geçerdi.
TRT-AVAZ yöneticilerinin bildikleri tek şey, oradan buradan duydukları birkaç Türkmence veya Kazakça kelimeydi ve bunları da o dillere vâkıf olduklarını göstermek için yerli yersiz kullanırlardı.
TRT'nin Türk düyasına yönelik yayın yapan kanalına TRT-AVAZ isminin verilmesi bile, bölgeyle ilgili bilgisizliğin somut bir göstergesi.
Zira Farsçada ses anlamına gelen AVAZ sadece Tacikistan ve bir parça da Özbekistan'da kullanılan bir kelime.
Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan'da avaz kelimesi günlük hayatta kullanılmaz, sadece bazı şiirlerde ve edebi eserlerde geçer.
Böyle çok seyrek kullanılan ve az bilinen bir kelimenin kanal ismi olarak seçilmesi, Ankara'daki yöneticilerin bölgeyle ilgili bilgilerinin son derece sığ olduklarına işaret eder.
Yıllarca TRT'ye program yapan rahmetli Barış Manço bir kez Türkmenistan'da bir çocuğa "Dişlerini fırçalıyor musun?" diye sormuştu.
Çocuk "Hovva, arassalayarın" dediğinde Manço, "Ara sıra olmaz, her zaman fırçalayacaksın" diye tembihte bulunmuştu.
"Arassalamak", Türkmencede fırçalamak anlamına geliyor ama Manço, Türkmence kelimeye Türkçe anlam yüklediği için yanlış anlamıştı.
Barış Manço'dan beri uzun zaman geçse de Türk insanın Orta Asya'yla ilgili bilgisi yüzeyselliğin ötesine geçmiş değil.
Ve hiçbir Türk zahmet edip Orta Asya'daki Türk dillerini öğrenmeye çalışmıyor.
O yüzden Türkistanlı şairlerin, ozanların, bilginlerin isimlerini tıpkı bir Batılı gibi yanlış telaffuz ediyorlar.
Geçenlerde rastladım, TRT spikeri Türkmenlerin ünlü klasik şairi Mağtumgulı Fıraği'den söz ederken "Maktumkuli Fıraki" diyordu.
Ankara'da Türkmence uzmanı olduğunu iddia eden bir Türk akademisyen de Türkmen şairin hayatını anlatan bir kitap yazmış ve kitabına da "Maktumkuli Fıraki" diye başlık atmış.
Elbette bu ismin Türkmenler için son derece rahatsız edici ve kulak tırmalayıcı olduğunu söylemek gerek.
Bir yabancı Yunus Emre'nin ismini "Yannis Amri" diye telaffuz ederse, bir Türk olarak tepkiniz ne olur?
Bugün Türkiye'de akıcı şekilde Türkmence, Özbekçe, Kazakça veya Kırgızca konuşabilen Türklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Onlar da birkaç yıl Orta Asya'da kalıp biraz oranın dillerini öğrenen Türk akademisyenlerdir ki onların da o dillerde yazı yazabilecek durumda olmadıklarını biliyorum.
Buna karşın Batılılar, Orta Asya'yı öğrenmek için ciddi çaba gösteriyor.
2018'de Almaty'da Al-Farabi Üniversitesi'nde karşılaştığım Amerikalı öğrenciler insanı şaşırtacak derecede akıcı Kazakça konuşuyorlardı.
Hatta siyahi bir Amerikalı kız öğrenci Kazakça'yı öylesine mükemmek konşuyordu ki, yerli bir Kazak televizyon kanalı onu haber spikeri olarak işe almıştı.
Öte yandan, Orta Asyalılar Türkiye'yi ve Türk kültürünü, Türklerin onları tanıdığından çok daha iyi tanıyor.
Bunda, o ülkelerde yayınlanan Türk dizilerinin, Türkiye'de okuyan veya çalışan Orta Asyalıların payı büyük.
Gerçek şu ki, Orta Asyalılar uzaktan sevip beğendikleri Türkiye'yi yakından tanıyınca büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar.
Türkiye'deki üniversitelerde okuyan pek çok Orta Asyalı öğrencı ayrımcılığa ve tacize maruz kalıyor.
Türkiye'de hasta bakıcı, ev hizmetçisi olarak çalışan Türkmenistanlı ve Özbekistanlı bayanlar sık sık ırkçı tacizlere ve sözlü saldırılara uğruyor.
Onlara ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyor. Ve çoğu Orta Asyalı Türkiye'den kalbi kırık bir şekilde derin bir hayal kırıklığı ile ayrılıyor.
Bugünlerde Türk makamlarının yürüttüğü mültecileri geri gönderme kampanyası çerçevesinde Türkiye'de yaşayan binlerce Türkmen, Özbek, Kazak veya Kırgız yakapaça yakalanıp geri gönderme merkezine toplanıyor, oradan da memleketlerine gönderiliyor.
En zor durumda olanlar da Afgan Türkleri.
Mesela Van, Hakkari gibi sınır kentlerinde yakalanan Afganistanlı Türkmen ve Özbek kaçak göçmenler Türk jandarması tarafından İran'a sürülüyor.
İran'da ise sınırdaki Kürt kaçakçılar zavallı göçmenleri yakalayıp rehin alıyor.
Ve serbest bırakma karşılığı her göçmenden 4-5 bin dolar para istiyor.
Verilen sürede para gelmezse, insan kaçakçıları ellerindeki rehin sığınmacıların kulaklarını ve burunlarını kesiyor, hatta öldürüyor.
Sığınmacılar ise canhıraç bir şekilde ağlayıp ailelerine videolu mesajlar gönderiyorlar ve yakınlarından para göndermelerini istiyorlar.
Türkiye maalesef göçmenler arasında yabancı veya soydaş ayrımı da yapmıyor. Hepsini aynı gözle görüyor.
Sadece torpili olan yabancılar bir şekilde oturma izni alarak Türkiye'de kalabiliyor, diğerleri ise sınırdışı ediliyor.
Oysa her ülke kendi soydaşına özel bir hak ve statü tanıyor.
Mesela İsrail dünyadaki tüm Yahudilere sahip çıkarken Almanya da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ülke dışında kalan tüm Almanlara aradan geçen 60-70 yıla rağmen tüm haklarını veriyor.
Mesela Rusya'da veya Kazakistan'da 4-5 kuşak öncesi Alman olan bir aile Almanya'ya geldiğinde kan bağından dolayı hemen vatandaşlık alabiliyor.
Türkiye'de ise 30 yıldır süren Türk dünyası ve birleşme söylemlerine karşın, kan bağı ve soydaşlık kavramı uygulamada hiçbir şey ifade etmiyor.
Bu durumda, kucaklaşmak istediğiniz insanların kalplerini kırarak onlarla birleşebilir misiniz?
Bölge insanın gönlünü kazanmadıktan sonra bir grup akademisyenin bir araya gelip aldığı kararın ne anlamı olabilir ki?
Türkiye Türk dünyası ile cidden birleşmek ve kucaklaşmak istiyorsa işe, tüm Türk Cumhuriyetleri vatandaşlarına Türkiye'de serbest dolaşım ve çalışma hakkı vermelidir, tıpkı AB'nin tüm AB üyelerine yaptığı gibi.
Ardından İran, Afganistan, Irak, Suriyer gibi üçüncü ülkelerde azınlık durumunda yaşayan Türk kökenli soydaşlara Türkiye'de özel bir statü verilmelidir.
Diğer bir deyişle Türk soylu olan herkes, ayyıldız bayrağın dalgalanığı bir ülkede kendisini güvende ve evinde hissedebilmelidir.
Ancak bu olursa, birleşme yolunda önemli bir adım atmış oluruz.
Yoksa, gerisi lafügüzaf.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish