Son günlerde gündemde olan Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Rekabetçilik Raporu ya da diğer adıyla Mario Draghi raporu, aslında yıllardır mevcut olan eğilimleri teyit ediyor.
Avrupa'nın durağan nüfus artış hızı, sınırlı büyüme oranı ve doymuş piyasalarının sonucu Avrupa Birliği ülkelerinin rekabetçilik oranının ABD'nin yanı sıra, Hindistan ve Çin gibi Hint-Pasifik bölgesinin de gerisinde kaldığı gerçeğidir.
Küresel ekonominin giderek transatlantik merkezden Hint-Pasifik bölgesine kayma eğilimi (ABD'nin de Batı yakasının, yani Pasifik Okyanusuna kıyıdaş bir ülke olduğu düşünülürse), yıllardır gözlemlenen bir durum.
Aslında daha önceki Von der Leyen'in rekabetçilik raporundan ayrışmıyor.
Draghi raporunun çok önemli yenilikleri olmayabilir, ancak Draghi raporu bilhassa tedarik zincirleri ve jeopolitik risklere daha fazla değiniyor.
Draghi raporu Türkiye için önemli çünkü AB'deki kıt büyümeye çözüm olarak 3 önemli hususu öne çıkarıyor:
- ABD ve Çin'in avantajlı oldukları temel teknolojilerde inovasyon açığını kapatmak,
- Devam eden küresel karbonsuzlaştırma sürecinde "Yeşil Dönüşüm" ile ilgili fırsatları yakalamak,
- Tedarik zincirlerini jeopolitik risklerden korumak.
Bu hususların hemen hemen hepsi, Türkiye-AB ilişkilerini önümüzdeki dönem yeniden ve olumlu etkileyebilecek hususlar.
Özellikle de tedarik zincirlerinde çeşitliliği arttırmak marifetiyle rotaları güvene alarak kırılganlıkları azaltama politikası Türkiye için önemli.
Tedarik zincirlerindeki riskleri yönetebilme bakımından Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ile olan ilişkiler de AB bakımından daha önemli hususlar olacaktır.
Bu yazıda, Türkiye için stratejik bir hedef olan Avrupa Birliği'ne (AB'ye) üyelik hedefi doğrultusunda aslında Türkiye'nin üyesi olduğu bir diğer kuruluş olan TDT'nin neden daha fazla rolü olacağına değinmek isterim.
Özellikle de son günlerde gündemde olan ve henüz bir uluslararası teşkilat olmayan BRICS ilgili yorumlardan farklı olarak, NATO, AB ve TDT üzerinden yürütülecek ilişkiler ve işbirliği mekanizmalarının Türkiye'nin öncelikli stratejik amaçları olması gerektiğini vurgulamak isterim.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Her fırsatta, prensip olarak olası bir BRICS üyeliğine karşı olmadığımı belirttim.
Ancak BRICS'sin tam teşekküllü bir uluslararası teşkilat olmaması, kendi içerisinde tutarsızlıklarının bulunmasını ve Türkiye'nin olası üyelik başvurusuyla ilgili belirsizliğin devam etmesini göz önünde tutarak, olası bir BRICS üyeliğinin bir öncelik olmadığı kanaatindeyim.
BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) birçok kişi tarafından Doğu ile Batı arası dengeleme politikası bakımından olası kaldıraçlar olarak görülmekteydi.
Bu argümanlara karşı çıkmamakla beraber, Türkiye'nin önceliğinin mevcut üyesi olduğu kuruluşlarla olan ilişkilerini geliştirmek olmalı.
Türkiye'nin stratejik amaçları doğrultusunda Doğu ile Batı'yı dengeleme politikasının, mevcut üye olunan uluslararası oluşumlarla da yapılabileceği kanaatindeyim.
Türkiye, NATO, OECD, MIKTA (Meksika, Endonezya, Türkiye, Güney Kora ve Avustralya), Avrupa Konseyi (ve onun kuruluşu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT; diğer adıyla OSCE), ve Türk Devletleri Teşkilatı'na (TDT'ye) üyedir. Doğu ile Batı arasında bu denli farklı ve stratejik açıdan önemli kuruluşlara, hem NATO gibi bir kolektif güvenlik teşkilatına hem de TDT'ye üye bir başka devlet yok.
Türkiye, mevcut teşkilatlarla da Doğu-Batı ticaretinde önemli işbirliği mekanizmalarını gayet güzel geliştirebilir.
Türkiye'nin tam üye olmadığı ancak bir ortaklık anlaşması, Gümrük Birliği ve Aday ülke statüsünün bulunduğu en önemli Avrupa kuruluşu Avrupa Birliği'dir.
Türkiye, AB ile olan ilişkilerinde, Yeşil Mutabakat gibi AB kural, düzenleme ve müktesebatlarına uyumlu olma yönünde gayret ediyor.
Ayrıca, Avrupa'da yaşayan çok sayıda gurbetçi Türk'ün yanı sıra, Türkiye'yle ticaret yapan ve Türkiye'ye yatırım yapan çok sayıda Avrupalı firma bulunmasından dolayı Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ve politik ilişkiler son derece bütünleşmişlerdir.
Draghi'nin raporunda jeopolitik ve tedarik zincirlerinin belirtilmesi, bu bağlamda önemli avantajlı jeopolitik konumundan dolayı ülkemize ve TDT'ye işbirliği fırsatları doğurabilir.
Dolayısıyla, öncelik olarak BRICS ve ŞİÖ'den ziyade mevcut üyesi olduğu TDT ile ortağı olduğu AB marifetiyle Türkiye'nin Doğu ile Batı ekonomik ilişkilerinde bir denge politikası yürütmesi mümkün.
Türk Devletler Teşkilatı'na (TDT), eski adıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi'ne (yani Türk Konseyi ya da Türk Keneşi'ne), günümüzde Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan tam üyedir. Türkmenistan, Macaristan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) gözlemci statüsündedirler. (TDT'nin tarihçesi ve kuruluşu hakkında daha fazla bilgi için; T.C. Dışişleri Bakanlığı resmî sitesi ve TDT resmî sitesi).
TDT, merkezi İstanbul'da bulunan, tam teşekküllü bir uluslararası kuruluştur ve kurumsal ve diplomatik kaldıraç etkisi bakımından Türkiye'nin ağırlık vermesi gereken bir teşkilattır.
Bilhassa stratejik önemi haiz Orta Koridor ve Kalkınma Yolu güzergâhları üzerindeki ülkelerle AB'nin jeopolitik hedefleri doğrultusunda "Kazan-Kazan" ilişkilerine dayanan işbirliği mekanizmaların geliştirilmesi için önemli fırsatlar var.
Draghi raporu da aslında bu bağlamda yeni fırsatlar olabileceğinin bir nevi teyididir.
TDT üyelerinin bir kısmı, yani Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)'ye üye.
Türkiye üye olsun ya da olmasın, Azerbaycan'ın BRICS'e üye olması durumunda TDT ülkeleri arasında hem ŞİÖ hem de BRICS üyesi ülkeler olmuş olacaktır.
Türkiye ve Azerbaycan'ın "iki devlet bir millet" anlayışıyla hareket ettikleri düşünülürse, Azerbaycan'ın BRICS ve Türkiye'nin da NATO üyesi olmaları marifetiyle bu iki kardeş devlet ve diğer TDT devletleri Doğu-Batı ticaretini dengeli politikalarla yürütebilirler.
Türkiye aynı zamanda Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) stratejik diyalog ortağı statüsünde; bu da diğer bir stratejik ticaret güzergâhı olan Kalkınma Yolu bakımından önemli.
Dolayısıyla Orta Koridor güzergahındaki ve çevresindeki ülkeleri de farklı mekanizmalarla, TDT zirvelerinde bazen misafir, bazılarını "daimi misafir" ya da "ortaklık anlaşması" veya "stratejik diyalog ortağı" gibi farklı statülerde angaje edilebilirler.
AB yakın çevre politikalarının da bu amaçla oluşturulduğu düşünülürse, TDT de bu tarz mekanizmaları geliştirerek farklı ülkelerle de ilişkileri kurabilir.
Örneğin, Moğolistan gibi diğer Avrasya ülkeleriyle, Kafkaslarda Gürcistan'la ve kalıcı bir barış olması koşuluyla da Ermenistan'la da farklı mekanizmaların oluşturulması düşünülebilir.
Draghi raporundan önce, 6 Temmuz 2024'te Azerbaycan'ın Karabağ bölgesinde, kadim Şuşa kentinde gerçekleştirilen TDT gayri resmi devlet ve hükümet başkanları zirvesine AB dönem başkanı olan Macaristan Başbakanı Viktor Orban da katıldı.
AB komisyonu, Şuşa ziyaretiyle ilgili Macaristan'ın kendi ikili ilişkileri çerçevesinde bu ziyaretin geçekleştirildiğini ve AB'yi temsil etmediğini belirtti.
Ancak gelecekte, AB ve TDT, birbirleri arası işbirliği mekanizmalarını da ciddi olarak düşünmek durumundalar.
Türkiye ve Azerbaycan haricinde, Hazar ötesinde, Orta Asya'daki 5 devletin nüfusunun Türkiye'den az, ancak toprak yüzölçümünün de neredeyse AB kadar olduğu düşünülürse, buralarda AB ve TDT'nin ortak yürütebilecekleri çok sayıda işbirliği olanakları oluşturulabilir.
TDT devletlerinin büyüme oranları da AB'ye nazaran daha yüksek ve dinamiktir.
Avrupa Birliğini'nin Draghi raporu sonrası Türk Devletleri Teşkilatı ile Orta Koridorhttps://t.co/An475OndDp pic.twitter.com/dXpbkPdGDR
— Independent Turkish (@TurkishIndy) September 16, 2024
Macaristan'ı temsilen Başbakan Orban ve Dışişleri Bakanı Szijjarto Şuşa'daki gayrı resmi zirvede yer alsalar 1 da orda bulunmalarının sembolik değeri çok.
Şuşa'daki TDT zirvesinde kabul edilen bölgesel barış ve işbirliği ortak bildirgesi "Karabağ Deklarasyonu"2, bir yandan sürdürülebilir kalkınma ile COP29'a hazırlık niteliği taşırken, diğer yandan da TDT ile Orta Koridor bağlantısını kuvvetlendirmektedir.
Türkiye'nin stratejik amaçları doğrultusunda NATO ve AB üyelikleri ile jeopolitik önceliği olan Orta Koridor3 üzerinde durması, AB politikalarıyla da aslında örtüşüyor.
Hem NATO hem Avrupa Birliği üyesi olan Macaristan'ın da TDT'de gözlemci olması marifetiyle, Türkiye'yle beraber birden fazla NATO ülkesi TDT'de temsil ediliyor.
Avrupa'daki en önemli savunma ve kolektif güvenlik kuruluşu NATO'ya üye olmanın ne kadar önemli olduğunu anlamak için İsveç ile Finlandiya'nın 2022 sonrası NATO üyelik serüvenlerini hatırlamak yeterli olacaktır, diye düşünüyorum.
Geçen hafta TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi yerleşkesinde, TEPAV binasında TEPAV, Ankara Politikalar Merkezi (APM) ve Dış Politika Enstitüsü (DPE) önderliğinde Kuzey ülkeleri (İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandya) aktif ve emekli büyükelçilerin, akademisyenlerin, askerlerin, uzmanların ve gazetecilerin yer aldığı etkinlikte birçok olası işbirliği konuşuldu.
Belki de, özellikle Finlandiya'nın Ural-Altay dil ailesinde yer alması vesilesiyle de gene bu İskandinav ve Kuzey ülkeleriyle TDT arası barışçıl, çevreci ve lojistik teknolojiler üzerinde yeni işbirlikleri görüşülebilir.
Sonuç:
Sonuç olarak, Draghi raporu sonrası, Türkiye ile AB ilişkileri bakımından Orta Koridor, tedarik zinciri güvenliği, Orta Asya ve TDT'nin farklı bir boyuta evirilmesi, Türkiye AB ile AB TDT işbirliklerine yeniden ivme kazanabilir.
Son günlerde gündemde olan BRICS'den ziyade, Türkiye'nin mevcutta üye olduğu TDT ve aday ülke statüsünde bulunduğu AB ile olan ilişkilerinin stratejik amaçlar bakımından daha öncelikli olduğu düşüncesindeyim.
Ayrıca, Türkiye'nin Doğu-Batı ticaretinde merkez bir ülke olma ve jeopolitik amaçları doğrultusunda Orta Koridor ve Kalkınma Yolu projelerinin geliştirilmesi bakımından da TDT ile AB işbirliklerinin yerinde olacağının altını çizmek isterim.
TDT'ye üye ya gözlemci olmayan ama gelecekte işbirliği yapmanın önem arz ettiği, özellikle de Gürcistan gibi bölgedeki dost ülkelerle, barış olması karşılığında Ermenistan'la, ayrıca AB ülkeleriyle, Tacikistan ve Moğolistan gibi Avrasya ülkeleriyle de özel mekanizmalar geliştirmenin yolları aranmalı.
Orta Koridor, Türkiye açısından hem enerji hem de çeşitli ürün ve emtia ticaretinin güvenliğini sağlamak bakımından, vazgeçilmez bir stratejik hedeftir.
Ayrıca, Draghi raporundan da anlaşılacağı gibi bu tedarik zinciri güvenliği açısından bu hedefler AB politikalarıyla önümüzdeki yıllarda daha da örtüşecek gibi gözüküyor.
Farklı işbirliği mekanizmalarıyla gelecekte Kafkaslarda kalıcı barışın tesis edilmesi için de TDT ve AB'nin bazı teşviklerde bulunmaları ve işbirliği mekanizmalarını somut adımlar ve projeler üzerinden geliştirmeleri elzem.
Kaynaklar:
1. Turk Devletleri Teşkilatı gayriresmi Şuşa zirvesi: https://www.turkicstates.org/tr/haberler/turk-devletleri-
teskilati-devlet-baskanlari-gayriresmi-zirvesi-azerbaycanin-susa-kentinde-gerceklestirildi_3356
2. Karabağ Deklarasyonu: https://www.turkicstates.org/tr/haberler/turk-devletleri-teskilati-gayriresmi-zirvesi-
karabag-deklarasyonu_3357
3. Büyükelçi (E.) Fatih Ceylan (5 Temmuz 2024), “Ulaştırmada Türkiye’nin Orta Koridor pusulası şaşmamalı”
Yetkin Report: https://yetkinreport.com/2024/07/05/ulastirmada-turkiyenin-orta-koridor-pusulasi-sasmamali/
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish