İslamcılar ve demokrasi ile ilişkilerindeki pragmatizmin bir örneği olarak Irak

Devlet ve topluma karşı mücadeleleri, dini başlıklı bir yönetim dayatma arzusunu içeriyor

Iraklı din adamı Mukteda es-Sadr'ın destekçileri, 11 Mayıs'ta Necef'te babası Muhammed Sadık es-Sadr'ın fotoğrafını taşıyorlar

İslamcıların demokrasi ile ilişkileri her zaman pragmatik olmuştur.

Muhalefet diktatör rejimlerin meşruiyetine meydan okumak için demokratik bir sistem talep etme bayrağını açtığında veya seçimlerde halk seferberliğinin garantörü olduğunda, İslamcıların ilk talebi yönetim sisteminin demokratik hale gelmesi olmuştur.

Oysa siyasal İslam partileri ile demokrasi arasında seçimler dışında herhangi bir ilişki yoktur.

1990'lardan bu yana İslamcılar demokrasiyi pragmatik bir şekilde ele aldılar. Onlar sadece seçimlere inanıyorlar.

Demokrasinin hak ve özgürlüklere ilişkin diğer ilke ve esasları ise tartışma ve ihtilaf konusudur, bazıları ise tamamen reddedilmektedir.

Hatta 1960'larda seçimlere yönelik tutumları da bugünkü ile aynı değildi, çünkü sokaktaki varlıkları siyaset, düşünce ve kültür alanına hâkim olan ideolojilerin varlığıyla eşit ya da onlarla rekabet edecek kadar güçlü değildi.

Irak'ta siyaset sahnesindeki aktif güçler ideolojik veya sloganlar açısından siyasal İslam hareketlerine, özellikle de Şii siyasal İslam güçlerine bağlıdır.

İslamcılardan bahsettiğimizde Şii siyasi aktörler tarafından temsil edilenleri kastediyoruz ve bunlar rejim değişikliğinden sonra yapılan ilk seçimlerde birinci çıkmalarından bugüne kadar iktidardalar.

Ancak seçimlere bağlılık konusundaki tutumları bile ilkeli görünmekten ziyade sonuçlara bağlı görünüyor.

Eğer seçimler onların zaferleri ve mecliste iktidarın ganimetlerini paylaşmalarına olanak tanıyacak kadar sandalye elde etmeleri ile sonuçlanmışsa, o zaman seçimler övülür ve demokrasinin bizzat teorisyenlerinden daha fazla savunucusuna dönüşürler.

Ancak sonuçlar ağır bir yenilgi veya beklenenden daha az sandalye elde etmek olduğunda, seçimlerin dürüst olmadığı ve seçimlerle oynandığı çığlıkları ve itirazları yükselir.

Yenilgiyi izah edebilecek tüm komplo teorileri gündeme getirilir. Elbette yabancı ülkelerin komplo kurarak tüm enerjilerini ve çabalarını seçim sonuçlarını manipüle etmek için kullandıkları teorisini de unutmamak gerekir.

Geçen yıllar boyunca Irak'taki ana seçim sonuçlarının işlevi, siyasi liderler arasındaki anlaşmalar ve uzlaşılar sistemine meşruiyet kazandırmak oldu.


Bu, genel olarak demokrasiye, özel olarak da seçimlere yönelik sorunlu bir düşüncenin ürünüdür.

Çünkü siyasi sınıfın liderleri, herhangi bir seçim yenilgisinin meclisteki sandalye sayısı ile sınırlı olmayacağına, güç ve nüfuz rekabeti arenasının dışında kalmalarına imkân tanıyabileceğine inanıyorlar.

Zira 20 yıldan fazla bir süredir iktidarın ganimetlerinin paylaşılması, devlet ve kurumlarının parti liderlerinin yandaşları ve maiyetleri için birer departman haline getirilmesi kurallarına dayanan bir siyasi sistem kurmaya çalıştılar.

Irak'ta "demokrasi" hibrit bir modeldir. Hükümetlerin kurulmasında ve iktidarın paylaşılmasında uzlaşmaya dayalıdır.

Birçok karar mezhepsel çoğunluğun iradesiyle empoze edilmek istenir. Bu nedenle son yıllarda sahnenin ön sıralarında yer alan siyasi liderler, kendi aralarındaki anlaşma ve uzlaşılara indirgenmiş demokratik bir modelin yeni ilkelerini oluşturmak istiyorlar.

Seçimlerde aldıkları yenilginin doğuracağı sonuçların tehlikeli olduğunu hissettiklerinde, uzlaşmacı yapıya karşı kendi içinde darbe uyarısı tonu taşıyan bir siyasi söylem geliştirmeye başlıyorlar.

Zira bunun iç barışı tehdit ettiği ya da bizi iç savaşa sürükleyeceği varsayılıyor. Mecliste çoğunluğa sahip oldukları zaman ise bileşenlerini oluşturan çoğunluğun iradesi ilkesine dayanarak pek çok karar almaya çalışıyorlar.

Geçen yıllar boyunca Irak'taki ana seçim sonuçlarının işlevi, siyasi liderler arasındaki anlaşmalar ve uzlaşılar sistemine meşruiyet kazandırmak oldu.


2005'te Irak anayasasının yazımına katkıda bulunan İslamcılar belki de iki kaygı doğrultusunda çalışıyorlardı ve bunların arasında kesinlikle demokratik bir devlet inşası yer almıyordu

İlk kaygı, parlamenter sıfatı taşıyan ama pratikte uzlaşıya dayalı konsensüsler başlığı altında iradesine el konulmuş bir sistem kurarak, siyasi sistem ve devlet kurumları üzerindeki kontrollerini sürdürme arzularını ifade ediyordu.

İkinci kaygı ise onların dinin koruyucusu, İslam'ın ve İslam şeriatının koruyucusu rolünü oynama isteklerini garanti altına almayı ifade ediyordu.

Bu nedenle, Anayasanın 2'inci maddesinin 1'inci fıkrasına; "İslam, devletin resmi dinidir ve yasamanın temel kaynağıdır" şeklinde bir metin eklediler.

Aynı fıkrada "A- İslam'ın yerleşik hükümlerine aykırı kanun çıkarmak caiz değildir" ifadesi de yer alıyor.
 

Vekaleten Irak Temsilciler Meclisi Başkanlığını üstlenen Muhsin el-Mandalavi, 18 Mayıs'ta yeni bir cumhurbaşkanı seçmek için yapılan oturumu yönetiyor AFP.jpeg
Vekaleten Irak Temsilciler Meclisi Başkanlığını üstlenen Muhsin el-Mandalavi, 18 Mayıs'ta yeni bir cumhurbaşkanı seçmek için yapılan oturumu yönetiyor / Fotoğraf: AFP

 

İslamcıların kendi şeriat kavramlarını üstü kapalı veya açık bir şekilde empoze etmek için devlet ve topluma karşı yürüttükleri mücadele, dini başlıklı bir yönetimi dayatmaya yönelik içlerinde gizli ve siyasi hayallerine hâkim olan bir arzuyu içeriyor.

Burada kamusal alan, siyasi sistem ve devlet üzerindeki kontrol döngüleri tek bir grup tarafından yönetiliyor, bu grup topluma vesayetini dayatıyor ve milyonlarca insanın düşüncelerinin vasisi konumuna yerleşiyor.

Din ile devleti birleştirme meselesinin en tehlikeli yönü budur, çünkü burada din, sadece bir inanç ve şeriat sistemi değil, aynı zamanda diğerleriyle benzer hırs ve çıkarlara sahip insanlar tarafından yönetilen kurumlardır.

Adları İslami olan ve İslam devleti sloganını yükselten muhalefet partilerinde yetişen İslamcıların devletin en yüksek kurumlarına hâkim olma arzusu, Anayasa'nın 92'nci maddesinin düzenlemesi sırasında Federal Yüksek Mahkeme üyeleri arasında İslam fıkhı uzmanlarının da yer alması ifadesinin eklenmesiyle açıkça ortaya konmuş görünüyor.

Sorun, anayasa metninin işaret ettiği gibi, üyeler arasında İslam fıkhı uzmanlarının da var olması değil. Asıl sorun, bu metnin arkasında siyasal İslam parti ve hareketlerinin fıkıh uzmanlarının Federal Yüksek Mahkeme'ye atanması arzusunun yatmasıdır.

Bu, meclisteki varlıklarını nasıl istismar ettiklerini kayıt altına alan bir başlangıçtır.

Bunu İslamcıların yönetim projesiyle uyumlu ancak İslami yönetim başlığı altında empoze edilmeyen, aksine demokratik sistemlerde egemen çoğunluk ilkesinin onayladığı mevzuatlar başlığı altında çıkarılan başka yasalar takip etti.

Bu başlık altında alkol satışını yasaklayan yasa kabul edildi. Buradaki ironi, bu yasanın net olarak alkol satışı yasağı başlığı taşımayıp, aksine "belediyelerin gelirlerini" düzenleyen bir yasa tasarısının bir parçası olarak kabul edilmiş olmasıdır.

Gadir-i Hum Bayramının resmî tatil kabul edilmesi ile ilgili yasanın geçirilmesinde de açıkça çoğunluk ilkesine dayanıldı.

Burada gerekçe olarak mecliste temsil edilen siyasi çoğunluğun Şii bileşeni temsil ettiği, Gadir-i Hum Bayramının ise Şii rivayetlerinin imamet ve yönetimle ilgili konularda kendisine dayandığı tarihi bir gün olduğu öne sürüldü.

Buradaki ironi, şu anda etkin olan Şii siyasi iktidar güçlerinin kendi çoğunluk kavramlarını tanımlamamış olmaları.

Bu çoğunluk, Şii mezhepçi bileşeni temsil etmelerine mi, yoksa meclis içindeki siyasi varlıklarına mı dayanıyor?

Şii bileşenin temsiline dayanıyorsa, Temsilciler Meclisi'ndeki Şii milletvekillerinin yarısını temsil eden Sadr hareketinin milletvekilleri Meclis'ten çekilinceye kadar bu çoğunluğa sahip değillerdi.

Öte yandan eğer siyasi varlıklarına dayanıyorsa, bu durum Sadr hareketinin meclisteki müttefikleriyle birlikte önerdiği çoğunluk hükümeti projesini reddetmeleri ile çelişiyor.

Çünkü Sadr ve müttefikleri de siyasi varlıklarına dayanarak bir çoğunluk hükümeti öneriyorlardı.

Din, sadece bir inanç ve şeriat sistemi değil, aynı zamanda diğerleriyle benzer hırs ve çıkarlara sahip insanlar tarafından yönetilen kurumlardır


Pragmatik düşünce ve davranışlar Şii iktidar güçlerinin tutumlarını kontrol ettiği sürece demokrasi konusunda seçicilik devam edecek gibi görünüyor.

Seçimlerde zaferlerini garanti ettiği sürece, demokrasinin seçime dayalı olmasını istiyorlar. Uzlaşmaya dayalı bir demokrasi olmasını istiyorlar çünkü seçim sonuçları ne olursa olsun, iktidar sisteminin büyük siyasi aktörler arasında güç paylaşımı mantığına göre işlemesini ve yönetilmesini sağlamanın tek yolu bu.

Siyasi sınıfın liderleri, kitlelerine karşı bir sorumluluk taşımadan, iktidar ve otoritenin ganimetlerini paylaşmalılar.

İslamcı ideolojilerine uygun yasa ve kanunlar çıkarmak istediklerinde ise "demokrasi çoğunluğun yönetimidir" sloganı atan sesleri yükseliyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu makale Independent Türkçe Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.

Al Majalla

DAHA FAZLA HABER OKU