Değişen dünya düzeninde Türkiye-Çin ilişkileri

Gülru Gezer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye, Çin'in bölgesinde ve ötesinde artan ekonomik, ticari, siyasi ve ekonomik varlığını görece geç idrak eden ülkeler arasında.

Bunda 1990'lardan bu yana yaşanan çatışmaların büyük bir kısmının Türkiye'nin etrafında cereyan ediyor olması nedeniyle Ankara'nın bölgesindeki gelişmelere odaklanmasının etkisi muhakkaktır. 

Halbuki Pekin, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan dünya düzenine meydan okumak için neredeyse yarım yüzyıl öncesine dayanan uzun vadeli bir politika izlemektedir.

1980'lerden başlayarak Çin'in etkileyici ekonomik dönüşümü, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi haline gelmesini sağladı.

Ayrıca, nadir toprak elementlerine sahip olması Çin'i enerji dönüşümünü öncelikli hedefi haline getiren başta Avrupa ülkeler için önemli bir pazar haline getirdi. 

Bu hususlara ek olarak Çin, 2012 yılında temelleri atılan ve halihazırda “Kuşak ve Yol Girişimi” olarak adlandırılan girişimi de dahil olmak üzere birçok mega proje aracılığıyla Afrika'dan Latin Amerika'ya ve son olarak Ortadoğu'ya kadar çok geniş bir coğrafyada etkisini gösterir hale geldi. 

Öte yandan, savunma sanayi alanında önemli atılımlarda bulunan Çin'in siyasi ve diplomatik cephede de daha aktif olduğunu görüyoruz.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Çin'in İran ile Suudi Arabistan arasında bir anlaşmaya aracılık etmedeki rolü, Rusya ile Ukrayna arasında çatışmaların durması ve barışın tesisi konusunda çeşitli girişimleri, Afganistan ve Suriye'ye artan ilgisi, son olarak da Gazze Savaşı bağlamında Filistinlilerarası uzlaşının sağlanması için çabalaması Çin'in her yönüyle küresel bir güç olarak var olma istediğini açıkça ortaya koymaktadır.

Çin'in bu önlenemez yükselişi karşısında ABD başta olmak üzere birçok ülke Çin'e yönelik yeni stratejiler geliştirmeye çalışıyor.

Biden Yönetimi Çin'le “sorumlu rekabet” etmek istediğini açıklasa da Vaşington Pekin'in dünya sahnesinde kendisine meydan okuyacak süper güç konumuna ulaşacak olmasından son derece rahatsız.

Çin'i bir tehdit olarak gören ve müttefiklerinin de ABD-Çin rekabetinde yanında yer almasını isteyen ABD, dünyanın 21'nci yüzyılda demokrasiler ve otokratik rejimler arasındaki bir mücadeleye evrilmekte olduğu tezini savunuyor. 

Batı ile ABD'nin Hint-Pasifik bölgesindeki müttefikleri ise iki süper güç arasındaki rekabete müdahil olmamaya gayret göstererek kendilerini en az zarar görecek yere konumlandırmaya çalışıyor.

Almanya'nın birincil ticaret ortağının artık ABD yerine Çin olduğunu, geçtiğimiz haftalarda Almanya Şansölyesi Olaf Scholz'un uzun bir Çin ziyareti gerçekleştirdiğini, Macron Fransa'sının ise “stratejik özerklik” kavramıyla iki süper güç arasında üçüncü bir yol bulmaya çalıştığını, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in 5 yıl arayla Avrupa'ya gerçekleştirdiği üç ayaklı ziyarete Paris'ten başladığını düşündüğümüzde, 2022'de ilk defa NATO Stratejik Konsept belgesinde bir “tehdit unsuru” olarak zikredilen Çin'e karşı müttefik ülkelerin bile işbirliğini sürdürme arayışları içerisinde olduklarını görüyoruz.  


Türkiye ve Çin

Türkiye süper güç rekabetinin ve dünyadaki değişimlerin tam ortasında yer alıyor.

1971'den bu yana "tek Çin" politikasını destekleyen Türkiye, Tayvan'la ticari ve ekonomik bağlarını da sürdürüyor.

Pekin-Ankara hattındaki ilişkiler, özellikle 2010'lu yıllardan sonra Ankara'nın çok boyutlu bir dış politika izlemesiyle gelişmeye başladı.

2010 yılında imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması bu anlamda bir dönüm noktası oldu. 

Her iki ülke çok taraflılığı ve çok kutupluluğu destekliyor. Bu bağlamda Türkiye son dönemde Şangay İşbirliği Örgütü'yle ilişkilerini geliştirdi, küresel güneyin yükselişini, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası sistemin reform edilmesi yönünde atılan adımları destekledi.

Tarafların Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere işbirliği yapabilecekleri birçok coğrafya var. 

Çin için Türkiye kendi başına değerli bir pazar ama aynı zamanda Avrupa'ya açılan bir kapı. Türkiye, Çin için Kuşak ve Yol Girişimi çerçevesinde de önemli bir güzergâh.

Kuzeyimizdeki ve güneyimizdeki savaşlarla birlikte orta koridorun ön plana çıkması her ne kadar taraflar arasında bir rekabet unsuru olarak görülebilecek olsa da iki ülke arasında yapılan temaslarda bu iki hattın uyumlaştırılması üzerinde durulduğu görülüyor.

Nitekim 2015 yılında iki ülke arasında imzalanan ve Türkiye'nin “Kuşak Yol Girişimi”ne katılmasını öngören anlaşmanın temelinde de iki koridorun entegre edilmesi hususu yer alıyor. 

Türkiye'nin bakış açısına göre Çin, mega altyapı projelerinde önemli bir ticaret ortağı ve yatırımcı.

Halihazırda, Çin, Türkiye'nin Asya'da birinci, dünyada üçüncü büyük ticaret ortağı.

Ayrıca, ikili para takası (sawp) anlaşmaları da Türkiye'nin kırılgan ekonomisi için hayati hale geldi.

Bununla birlikte, Çin'in bankacılık ve finans sektörleri üzerindeki artan etkisi, risklerini de beraberinde getiriyor.

Resmi ziyaretlerin, ticaretin, turizmin artmasına ve Türkiye pazarında Çin ticari ürünlerinin bolluğuna rağmen, Türkiye kamuoyu Çin'e karşı tereddütlü olmaya devam ediyor.

2005-2020 yılları arasında yapılan farklı anket sonuçlarına göre ortalama nüfusun yüzde 60'ı Çin'e olumsuz bakıyor. 

Soğuk Savaş sırasında iki ülke farklı kamplarda olduğu için bu algının tarihsel nedenleri olabilir.

Bununla birlikte, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde yaşayan ve Türkçe konuşan Uygurların durumu, iki ülke arasında ilişkilerin zaman zaman gerilmesine neden oluyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2009 yılında Başbakanlığı döneminde, Pekin'in Uygurlara yönelik politikasını soykırım olarak nitelendirdi.

Ancak yıllar içinde Türkiye, Uygurlara ve Çin'deki insan hakları ihlallerine yönelik geleneksel desteğini yumuşattı.

Bir hususu bu noktada hatırlatmakta fayda var. Türkiye ne zaman konuyu gündeme getirse, Çin PKK/YPG kartıyla karşılık veriyor, Türkiye'nin Kürt kökenli vatandaşlarına yönelik politikalarını ve Suriye'deki varlığını eleştiriyor.
 


Fidan'ın Çin ziyareti

Temmuz 2023'te Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin Türkiye'yi ziyaretinden sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçtiğimiz hafta üç günlük bir ziyaret çerçevesinde Çin'de çeşitli temaslarda bulundu.

Fidan ayrıca 2012 yılından bu yana Sincan'a giden ilk üst düzey siyasetçi oldu. 

Fidan'ın Pekin'deki temasları esnasında verdiği mesajlar ile Urumçi ve Kaşgar'ı ziyareti sırasında sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlar artık Türkiye'nin Çin'le ilişkilerini dünyanın değişen koşulları karşısında daha geniş bir çerçevede değerlendirdiğini, Uygur meselesini de Pekin'le diyalog halinde gündemde tutmaya devam edeceğini ortaya koydu. 

Bakan Fidan Dışişleri Bakanı Wang Yi'yle gerçekleştirdiği basın toplantısında Türkiye ve Çin'i Asya'nın iki kadim medeniyeti olarak nitelendirdikten sonra siyasi ilişkilerin tüm boyutlarıyla geliştirilmesi başta olmak üzere ekonomi, ticaret, enerji, turizm ve beşerî ilişkilerde, iki ülkenin önümüzdeki dönemde atabileceği adımları sıraladı. 

Fidan'ın konuşmasında iki defa Çin'in toprak bütünlüğüne, siyasal egemenliğine Türkiye'nin tam destek verdiğini vurgulaması ve Türkiye'nin Çin'de iç karışıklık çıkarmaya çalışan olayları da desteklemediğinin altını çizmesi dikkate değerdi.

Dünya değişirken, Türkiye'nin Çin'e yönelik stratejisini sadece iki ilişkiler temelinde değil, bölgesel ve küresel düzlemdeki potansiyel işbirliklerini de dikkate alacak şekilde yeniden şekillendirmesi gerekecek.

Bakan Fidan'ın Çin ziyaretini de bu yönde atılmış bir adım olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. 

Çin'le ilişkilerin daha da geliştirilmesi, Rusya'yla ilişkilerde olduğu gibi “eksen kayması” tartışmalarını da beraberinde getirecek olup, çok kutuplu ve çok taraflı bir dünya düzeninde Türkiye'nin sadece bir bölgeye yönelmesinin doğru olmayacağı, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana izlediği denge politikasını yeni yüzyılda da sürdürmesi şüphesiz avantajına olacağı aşikardır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU