30 günün ardından Gazze'de ateşkes ve barış umutları tükeniyor

Gülru Gezer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Yasser Qudih/Reuters

Gazze-İsrail savaşında bugün (6 Kasım) itibarıyla 30 günü geride bırakmış bulunuyoruz. Karşımızda çok vahim bir tablo var.

Şu ana kadar Gazze'de 9 bin 700'den fazla sivil hayatını kaybetti. Yaşamını yitirenlerin yüzde 70'i kadın ve çocuk. Bu sayı Ukrayna'da bir yılda ölen sivillerden daha fazla.

Gelinen noktada uluslararası toplumun birlik içerisinde hareket edememesinin de etkisiyle İsrail durdurulamıyor. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dünya yaşananları seyirci gibi izliyor

Savaşın başından bu yana BM Güvenlik Konseyi defalarca toplandı.

ABD sunulan karar tasarılarında "ateşkes" kelimesinin yer alması ve İsrail'in kınanması nedeniyle tüm tasarıları veto etti.

BM Genel Kurulu bir önceki hafta Filistin için toplandı. 121 ülke acil, kalıcı ve sürekli bir insani ateşkes çağrısında bulunan ve çatışmaların durdurulmasının önemine değinen tasarıya olumlu oy kullandı, 45 ülke çekimser kaldı, 14 ülke ise aleyhte oy kullandı.

Yapılan oylamada ABD ve İsrail yalnız bırakılmış oldu fakat Genel Kurul kararlarının yaptırım gücü yok. 

BM'nin haricinde ABD'nin başını çektiği Batı bloku artan baskılar nedeniyle Gazze'ye insani konularda yardım edilmesi gerektiği yönündeki açıklamalarını artırsa da ateşkese karşı çıkıyor ve İsrail'in kendisini "meşru müdafaa çerçevesinde savunması gerektiğini" dile getirmeye devam ediyor.

ABD ve bazı Batılı ülkelerin Doğu Akdeniz'e yaptıkları askeri sevkiyat da İsrail'i cesaretlendiriyor. 

Bunlara ilaveten, 25-26 Ekim 2023 tarihlerinde Brüksel'de gerçekleştirilen AB Devlet/Hükümet Başkanları Zirvesi'nde liderler "ateşkes" ifadesinde anlaşamadıkları için "insani ara"ların verilmesinin gerekliliğine vurgu yaptılar.

ABD Başkanı Biden da geçen hafta sivil kayıpların artmasının engellenmesi ve insani yardımın Gazze'ye ulaştırılabilmesi için "insani aralar"ın önemine işaret etti.

Öte yandan, ABD ateşkesin Hamas'ın yararına olacağını iddia ederek ateşkese karşı çıkmayı sürdürdü. 

Arap ülkeleri ise dağınık bir görüntü çizmeye devam ediyor. Ekim ayında ne Suudi Arabistan'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) olağanüstü Dışişleri Bakanları Toplantısı'ndan ne de Mısır'da düzenlenen Arap Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı ile Barış Zirvesi'nden somut bir sonuç çıktı. 

Geçmişte Arap-İsrail ihtilafında ön saflarda yer alan Ürdün ve Mısır ise Filistinlileri istemediklerini net bir şekilde beyan ettiler.

Bunu her ne kadar Filistinlilerin topraklarını terk etmemeleri için söylediklerini ifade etseler de fiiliyatta meselenin yayılmasını ve kendi iç dinamiklerini olumsuz etkilemesini istemedikleri aşikar. 

Geçen günlerde Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada Suudi Arabistan'dan savaşın sona ermesiyle İsrail'le normalleşme adımlarını atmaya hazır oldukları yönünde olumlu sinyal aldıkları belirtildi.

Şu ana kadar İsrail'le son dönemde diplomatik ilişkiler tesis eden Arap ülkelerinden Büyükelçilerini merkeze çekmenin ötesinde elle tutulur bir tepki verilmedi. 

Bunun ötesinde, Cezayir Parlamentosu'nun alt kanadındaki oturumda Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun'a İsrail'e karşı savaş için tam yetki verdiği basında yer aldı.

Ancak bu iddiaların gerçeği yansıtmadığı ve böyle bir yetkinin Cumhurbaşkanı Tebbun'a verilmediği anlaşıldı.

İç savaşın sürdüğü Yemen'de ise Yemen Silahlı Kuvvetleri İsrail'e savaş açtı, ancak tabiatıyla bu gelişme İsrail tarafından çok ciddiye alınmadı. 

Savaşın başından bu yana konuşmayan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ise 3 Kasım günü kameraların karşısına geçti ve yaklaşık 1,5 saat süren bir açıklamada bulundu.

Nasrallah her ne kadar 8 Ekim'den bu yana zaten İsrail'le savaş halinde olduklarını söylese de Aksa Tufanı operasyonunun Filistinliler tarafından yapıldığını, operasyon hakkında sonradan bilgi sahibi olduklarını ve desteklediklerini ifade etti.

Ancak birçok kişinin beklentisinin aksine İsrail'e topyekûn savaş ilan ettiklerini ve ikinci bir cephe açacaklarını ilan etmekten imtina etti.

Nasrallah'ın bu tutumunda kronik ekonomik sorunlarla boğuşan Lübnan'daki iç dinamikler ve Hizbullah'ın ülke içerisindeki çelişkili konumu ile Hizbullah'ın İran ve Hamas'la olan ilişkileri kadar ABD'nin bölgeye yaptığı askeri yığınağın etkisinin olduğunu söylemek mümkün. 


Filistin'e destek çağrıları ve İslam karşıtlığı ile antisemitizmin artma eğilimi 

Sivil kayıplarda yaşanan artış ile İsrail'in bu konuda hiçbir hassasiyet göstermemesi Vaşington, Londra, Lahey, Paris, Berlin ve Atina'nın da aralarında bulunduğu Batılı başkentlerde halkın geniş çaplı protestolarına neden oluyor.

Almanya ve Fransa'nın Filistin yanlısı gösterileri yasaklamış olması, Birleşik Krallık'ın kısıtlayıcı tedbirler alması göstericileri durduramıyor. 

Öte yandan, ABD ve Avrupa'da zaten bir süredir yükselişe geçen İslam karşıtlığının arttığı görülüyor.

Ayrıca Almanya'da antisemitik eylemler de gerçekleştiriliyor.

Geçen ay içerisinde ABD'de 71 yaşındaki bir beyaz Amerikalı 6 yaşındaki Filistinli bir çocuğu bıçaklayarak katletti.

Bu olayı gören IŞİD'li bir kişi ise Brüksel'de İsveçlilere ateş açtı. Almanya'da camilere ve bir sinagoga yönelik saldırılar gerçekleşti, ABD'de bir sinagog başkanı öldürüldü. 

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun son dönemde yaptığı konuşmalarda dini referanslara yer vermesi, ABD'de yeni seçilen evanjelist Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson başta olmak üzere bazı Kongre üyelerinin dini söylemleri ise gerilimi tırmandırmaktan ve hoşgörüsüzlüğü artırmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor.

Savaşın bölgeye yayılmasından endişe edenlerin meselenin dinler arası/medeniyetler arası çatışmaya çekilmesinden daha büyük kaygı duymaları gerekir. 


İsrail'e "dur" demek mümkün mü?

İçeride giderek sıkışan Netanyahu'nun savaşın ertesinde siyasi kariyerinin son bulması ve arkasında çok kötü bir miras bırakması kaçınılmaz.

Yapılan tüm anketlerde neredeyse toplumun yüzde 80'inin Netanyahu'yu suçladığı sonucu çıkıyor.

Her geçen gün İsrail'de hükümet karşıtı protestolar artıyor. Bir yandan, hükümetteki sağcı kanadın desteğini almaya çalışan Netanyahu'nun diğer yandan ordu ile arasındaki görüş ayrılığı sürüyor.

Tüm bu hususlar siyasi kariyerini ve geleceğini kurtarmak saikiyle hareket eden Netanyahu'yu Gazze'ye yönelik sert bir tutum benimsemeye itiyor. 

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken son bir ay içerisinde üç defa İsrail'i ziyaret etti.

İlk ziyaretinden iki ABD'li rehinenin serbest bırakılmasının dışında bir ilerleme kaydedilemezken, son ziyaretinin hemen ertesinde İsrail'in Gazze'yi daha şiddetli bir şekilde vurmaya başlaması ABD'nin İsrail'i durduramadığını net bir şekilde göstermiş oldu.

ABD'nin sivil kayıpların azaltılması ve Gazze'deki insani koşulların düzeltilmesine yönelik çağrılarının ne derece samimi olduğu ise ayrı bir değerlendirme konusu. 
 


Peki ABD'yi dikkate almayan bir İsrail, başka ülkelerden gelen çağrıları dikkate alır mı? 

Bu ay içerisinde yine Suudi Arabistan'da İİT Zirvesi düzenlenecek.

Dışişleri Bakanları Toplantısı sonrasında yayınlanan bildiride teşkilatın Genel Sekreteri'ne bir sonraki toplantıya sunulmak üzere somut öneriler üzerinde çalışması görevi verilmişti.

Yapılacak olan ikinci toplantıda kınamanın ötesine geçecek ve hem Batı'yı İsrail'e verdiği destekten ötürü hem de İsrail'i doğrudan etkileyecek bazı tedbirlerin alınması önemli.

Aksi takdirde kuruluş amaçları arasında Filistin davasına sahip çıkmak olan teşkilatın hiçbir ağırlığı kalmayacak.  

Türkiye'nin ortaya koyduğu öneriler temelinde hareket etmek mümkün olabilir.

Hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de Bakan Fidan bir uluslararası barış konferansı düzenlenmesi, ayrıca ateşkes ve kalıcı barışın tesisi için Türkiye'nin üzerine düşeni yapmaya hazır olduğu, varılacak bir anlaşmanın uygulanması aşamasında garantör olarak sorumluluk alabileceği yönünde açıklamalarda bulunuyor.

Ancak bölge ülkelerinin ellerini taşın altına koyacak iradeye sahip olmaları gerekiyor.

Şu aşamada basına yansıdığı kadarıyla Türkiye'nin önerilerine net bir şekilde destek veren bölge ülkesi yok. 

ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın bugün Ankara'da gerçekleştireceği temaslarda tarafların Gazze'nin geleceğine dair bir mekanizmanın oluşturulması konusunda anlaşmaya varması pek mümkün görünmüyor.

Zira Türkiye ile ABD'nin ateşkes ve Hamas'ın niteliği konusunda anlaşamazken Gazze'de savaş sonrasında atılacak adımlar konusunda bir mutabakata varmaları zor.

ABD açıkladığı üç aşamalı planda Hamas'ın Gazze'de etkisiz hale getirildikten sonra yönetimin Filistin Yönetimi'ne devredilmesini istiyor. 

Blinken'ın hafta sonu Ürdün'de Mısır ve Körfez ülkeleri Dışişleri Bakanlarıyla gerçekleştirdiği temaslarda bu konularda bir fikir birliğine varılamadığı anlaşılıyor. 

Gelinen noktada İsrail rehineleri kurtarmadan -ki bugüne kadar Katar'ın aracılığıyla yürütülen müzakerelerde ilerleme kaydedildiğine dair emare yok- ve 7 Ekim'e benzer bir saldırının bir daha gerçekleştirilmemesi için Hamas'ı etkisiz hale getirmeden durmayacak gibi görünüyor.    

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU