O ilk günler ve haftalarda, bombalanan ve yanan binalardan yükselen büyük duman bulutları gökyüzünü doldurmaya devam ediyordu. Saddam Hüseyin'in heykel ve anıtlarının devrilmesine eşlik eden ilk sevinç çoktan azalmıştı. Huzursuzluk, belirsizlik ve korku vardı. Fakat pek çok kişi halen umutluydu. ABD'liler, Iraklılar ve ülkedeki diğer pek çok kişi ülkenin istikrar, doğruluk ve normalliğe giden yolu bulma şansı olduğuna inanıyordu.
Bağdat'ın, kısa sürede Sadr Şehri adını alan büyük ve yoksul Şii bölgesinde sevinç çığlıkları ve ritüelleşmiş dini ilahiler duyuluyordu. Tikrit ve Felluce'deki çatık kaşlı Sünniler bile ABD'lilere ve başlatmak üzere oldukları yeni düzene bir şans vermeye istekli görünüyordu. ABD özel kuvvetleriyle birlik olup Irak'ın kuzeyindeki kasabalara akın eden ve benim de iliştirilmiş gazeteci olarak aralarında bulunduğum Kürt Peşmerge savaşçılarından bahsetmiyorum bile.
Ancak tüm bu coşku çabucak sona erdi ve çok geçmeden en saf olanlar dışında herkes hikayenin kasvetli bir hal almaya başladığını anladı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Nihayetinde, 20 yıl önceki ABD istilası Iraklıları hayal edilemez bir korku, acı, kayıp ve kedere sürükledi. Irak'ta 2003'ten bu yana muhtemelen çeyrek milyon kişi dehşet dolu bir şekilde hayatını kaybederken, 1 milyon kadarı da yok yere ölmüş olabilir. Sinik Washington çevreleriyle lobicilerinin planladığı ve iyi siyasi bağlantılara sahip müteahhitlerin suiistimal ettiği savaş, ABD ve Birleşik Krallık (BK) siyasetini de kötü yönde ve belki de kalıcı olarak değiştirdi.
O ilk ayları düşündüğümde, yalanlar üzerine kurulan bu istilanın böylesine felaketle sonuçlanacağının hangi noktada anlaşılması gerektiğinden emin değilim.
Belki de direnişçilerin Bağdat'taki Birleşmiş Milletler yerleşkesini bombaladığı ve Necef'te Ayetullah Muhammed Bakır El-Hekim'i öldürdüğü Ağustos 2003'te belli olmalıydı. Nisanın ortaları kadar erken bir vakitte, ABD askerlerinin Saddam'ın memleketi Tikrit'te askerlik çağındaki tüm erkekleri toplayıp diz çöktürdüğünü ve başlarına siyah başlıklar geçirdiğini gördüğümde, yaşanacak dehşet ve ıstırabın sinyallerini yakalamıştım. Indiana eyaletinin Phoenix ve Gary şehirlerinin dışındaki zengin mahallelerinden gelen gençler kaba ve saygısızdı ve Iraklıların nasıl bir aşağılanma ve öfke hissettiğini düşünerek ürperdim.
Ondan da önce, Irak Kürdistanı'ndaki bir kontrol noktasında siyasi bir figür çete tarzı vahşi bir cinayete kurban gitmişti ve sonradan ortaya çıktı ki, meğer bu da gelecek karanlık yılların en büyük habercisiymiş.
Ancak 20 yıl sonra, yaşanacak felaketin kaçınılmazlığının aylar öncesinden, ABD yönetimi gözünü Irak'a diktiği andan itibaren fark edilebileceğini her zamankinden daha net görebiliyorum. Göz ardı edilen pek çok Ortadoğu uzmanı ve muhalif siyasetçinin istiladan önceki aylarda uyardığı gibi savaş, daha en başından başarısızlığa mahkumdu.
Normalde ağırbaşlı olan Arap Birliği bile istiladan önce bildiri yayımlayarak savaşın "cehennemin kapılarını açacağını" belirten isabetli bir uyarı yapmıştı.
ABD'nin hataları çoktu, iyi biliniyordu ve milyonlarca sivil Iraklının ve binlerce yabancı askerin uğradığı yenilgilerin, umutsuzluğun ve fiyaskoların ağırlığına katkıda bulundu. İstiladan sonra ne yapılacağına dair bir plan yoktu. İşgalin liderleri, Irak ordusunu aniden dağıttı. ABD'liler, kültürü anlamayı başaramadı.
Bir de keşkeler var; kilit noktalarda işlerin nasıl farklı sonuçlanabileceğine dair acı verici düşünceler. Keşke ABD'liler, rejim çöktükten sonra Iraklıların eline geçen tüm o silahları, askeri üsler yağmalanmadan önce güvence altına alsaydı. Keşke ABD'li askeri liderler, meslektaşlarının Iraklı tutuklulara cinsel tacizde bulunarak onları aşağıladığı Ebu Gureyb Cezaevi'nde olup bitenleri daha yakından takip etseydi. Keşke ABD'liler, Şii ve Sünniler arasındaki tehlikeli çekişmeye zemin hazırlayan mezhepsel kotaların temel alınmadığı bir geçiş hükümeti seçseydi.
Ya Washington'daki yeni muhafazakarlar çenelerini kapatıp Suriye ve İran'a, ABD'nin yapılacaklar listesinde sırada onların yer aldığı uyarısında bulunmasaydı? Amerikan deneyini temelli sabote eden isyanları kolaylaştırır ve finanse ederler miydi?
Benim ve başkalarının son 20 yıldır üzerine kafa yorduğu sorular bunlar. Bu yılların 4'ünde Irak'ta gazeteci olarak yaşadım ve ülkenin iç çatışmaya sürüklenişini takip ettim; o zamandan bu yana da düzenli olarak ülkeyi ziyaret edip çıkışlarını ve çok ama çok sayıdaki inişlerini aktardım.
En azından benim için bu soruların, hataların ve keşkelerin hiçbirinin gerçekten önemli olmadığı açık hale geldi. Irak Savaşı başarısızlığa mahkumdu. ABD ve Britanya onbinlerce askere Arapça konuşma eğitimi verse ve demokrasiye geçiş için ayrıntılı bir plan hazırlayıp uygulasaydı bile tüm bu girişim muazzam bir felaket ve kan dökülmesiyle sonuçlanacak ve Irak çökecekti.
Yurtdışından gelen askerler, yabancı istilacılara karşı pek tolerans göstermeyen gururlu bir ülkeye kendi aydınlanmacı yönetim anlayışını dayatamaz. Nokta.
İstiladan 20 yıl sonra yapılan anketler, Iraklıların ve ABD'lilerin çoğunun bu savaşı bir hata olarak gördüğünü gösteriyor. Önceki dönemi hatırlayan pek çok Iraklı, Saddam yönetimindeki göreceli istikrar ve güvenliği özlüyor.
Dünya son 20 yılda, kamusal kurumların az olduğu diktatörlüklerin tehlikeli kırılganlığını da bir kez daha öğrendi. İster yabancılar tarafından dayatılsın, ister devrimciler tarafından gerçekleştirilsin, ani siyasi değişimler neredeyse her zaman kan, servet ve yıkılan hayaller gibi büyük bedeller doğurur. Bu, 18. yüzyıl sonlarında Fransa'da meydana gelen olaylardan bu yana dünyanın anlaması gereken bir ders. Ama hiç anlamadı. Pek çok siyasi lider, aktivist ve düşünür, reform ve tabandan gelecek bir siyasi hareket inşası gibi zor ve eziyetli işlerle uğraşmak yerine devrim ya da kurtuluş (ve rejim değişikliği) hayallerini romantikleştirmeye devam ediyor.
Irak'ın istilası ve işgali, ABD ve Britanya üzerinde muazzam bir etki yaratarak, ardında travmatize olmuş ve yaralanmış bir askeri personel nesli bırakmanın yanı sıra, Irak ve onun var olmayan kitle imha silahları hakkında kendilerine yalan söyleyen elitlere karşı bir güvensizlik ve toplumsal öfke dönemi başlattı. Pek çok kişi, Irak'ı satmak için ortaya atılan yalanlarla BK ve ABD'de popülist sağın yükselişi arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu savunuyor.
Bazı analistler, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Irak savaşından çıkardığı şu yanlış ders olmasaydı, Ukrayna'ya geniş çaplı bir istila başlatmayı asla düşünmeyeceğini söylüyor: Büyük güçler uluslararası normları çiğneyip egemen ülkeleri istila eder.
Ancak Putin, ABD ve Britanya'nın Irak'ı istilasından, çok daha temel bir dersi çıkarmayı başaramadı: Fetih savaşları son derece çirkin ve insanlık dışıdır. Ve örneğin 19. yüzyıldaki Boer Savaşları'ndan farklı olarak, canlı yayın, uydu iletişimi ve cep telefonları çağında kan, dehşet ve ırkçı katliam artık görkemli hikayelerle örtbas edilemez.
Amaç ister Doğu Avrupa'da Rus kontrolündeki toprakları arttırmak, ister Batı tarzı demokrasi ve kapitalizmi Ortadoğu'ya yaymak olsun, bu tür imparatorluk seferleri mağluplara olduğu kadar galiplere de büyük maddi ve sosyal maliyetler yükler.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: İpek Uyar
© The Independent