Biz ne biliyoruz? Ne bilebiliriz? Neyi bilmeyeceğiz?

Dil bize "olabilir", "belki", "olası", "muhtemel" ve "büyük olasılıkla" gibi kelimeler bahşetti, bunlara sığınmalı ve şimdi kullandığımızdan daha çok kullanmalıyız

İllüstrasyon: Behice Kolçak Şark/Tumgir

Bir keresinde uzun yıllar ideolojik bilinçle yaşayan bir arkadaşımla film izliyorduk. Bir polisiye filmdi ve filmin kahramanı polis hakkında pembe bir portre çizerek başlamıştı.

Polis, mazlumun yanında yer alan, haktan yana olan, hukuku uygulayan, kendi çıkarından ve her türlü özel çıkardan önce kamu yararını gözeten bir polisti.

Arkadaşım bana doğru eğildi ve kötü Hollywood'un yine bunu yaptığını fısıldadı. Küçük bir baskı aracından başka bir şey olmayan bir adamı, sanki bir koruyucu melekmiş gibi tasvir ediyordu.

Nihayetinde Hollywood'un işi bu değil miydi?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sonraki birkaç dakika bu polisin yolsuzluğa bulaştığını ve rüşvet aldığını, filmin başında kendi çarpık amaçlarına hizmet etmek için aldatıcı ve yanıltıcı bir rol oynadığını anlamamız için yeterliydi.

Yine de arkadaşıma hiçbir şey söylemedim, çünkü eğer söyleseydim, hemen şu favori ifade ile bana karşılık vereceğini biliyordum:

Ama nihayetinde Hollywood…


Gerçek şu ki, buradaki amaç Hollywood'u savunmak değil, aynı zamanda hem peşin hem de mutlak bilgisini duyurmaktan çekinmeyen bir düşünce tarzını açıkça ortaya koyma çabasıdır.

Bu tür düşüncelerin sahipleri bir ok gibi hedefe doğru ilerlerler ve eğer bir ayrıntı onları yanıltırsa, "nihai sonuçlar" uzmanı olarak, peşinen bildikleri başka bir "nihai sonucu" benimserler.

Bu, gerçekte neyin ampirik olduğunu hiç umursamayan teleolojik bir bilinçtir. Avusturyalı-İngiliz bilim filozofu Karl Popper, sağa veya sola sapmadan dümdüz ilerleyen bir otoban gibi olan bu bilgi konusunda bizi en çok uyaranlardan biriydi.

"Açık Toplum ve Düşmanları" ve "Tarihsiciliğin Sefaleti" adlı kitaplarında ve çok sayıda makale ve çalışmasında, bu olguyu kökenlerini Yunan Atina'sına kadar geri götürerek ele alır.

Atina'da toplum "açıktı" ve yurttaş birey özgür, hayatıyla ilgili kararlardan sorumluydu.

Böyle bir toplumda birey, hata yapabileceğini düşünerek hareket eder, dolayısıyla başına gelen olgu ve deneyimlere ilişkin anlayışını geliştirmeye her zaman hazırdır.

Böyle bir algı, taşıyıcısına aynı zamanda hem yaratıcı hem de yorucu bir kaygı aşılar ve bu kaygı, hazır cevaplarla, kendilerine verilen kan ve akrabalık bağlarıyla yetinen kapalı toplumların bilmediği türden bir kaygıdır.

Ne var ki, fikir tarihinin 3 büyük ismi, modern çağda totaliterliğe dönüşen başka bir yöne dönüşün temelini attılar.

Bunlardan ilki Popper'a göre öğretmeni Socrates'in gençliği bozmak ve yozlaştırmak suçlaması ile mahkum edilmesi ve zehir içerek ölüm cezasına çarptırılmasından, Peloponnesos Savaşı'nı kazanan Sparta'nın Atina'yı işgaline kadar, yaşadığı dönemin olaylarından, acılarından ve hayal kırıklıklarından etkilenen Platon'dur.

Bildiğimiz gibi, Platon "Devlet" adındaki kitabında ve bölümlerinden biri olan "mağara alegorisinde" iki dünya formüle eder; birinci dünyada yani yaşadığımız yeryüzünde, ikinci alemde, yani sanal alemde veya "biçimler dünyasında" var olan ideal formların sahte ve deforme olmuş gölgeleri bulunur.

Bu ikinci alem parlak, ölümsüz ve geçici olanı içerdiğinden, yeryüzündeki kopyaları kusurlu, bedenlerimizin çökmesi ve yaşlanması gibi çürümeye ve parçalanmaya tabidir.

Bu, genel olarak uygarlık için geçerli olduğu gibi, şehir devleti ve onun sistemi için de geçerlidir.


Demokrasiden nefret eden, onu kaosla bir tutan ve onu halkın tiranlığının habercisi olarak gören Platon'a göre, bu parçalanma ve dağılmaların tedavisi, bütünü, yani söz konusu olgunun bütün bileşenlerini anlamamızı, dolayısıyla, bunu iyi kavrayan ve yansımalarını engelleyen bir hükümdar bulmamızı gerektirir.

Böyle bir hükümdarda otorite ve felsefe, eylem ve algı birleştiğinde saygıdeğer hükümdar da bir "filozof kral" olacaktır.

Böylece, yönetimin zirvesine bunu miras alan ve bu işi yapmak üzere yetiştirilen, böylece nesnelerde ve olgularda neyin esas ve ideal olduğunu bilmek konusunda ampirik birisi yerleşir.


Platon ve onun "bütünlüklü" eğiliminin ardından, Hegel ve Marx "tarihselciliği" ortaya attılar.

Tarihselcilikte bir toplum içindeki kolektif insan davranışı, zorunlu olarak amaçlıdır, hiçbir şekilde tesadüfi, rastgele veya öngörülemez bir davranış değildir.

Yani, Alman filozoflara göre, toplumun deviniminin ve ilerlemesinin belirli kalıpları algılanabilir ve kontrol edilebilir ve bu, onlarla birlikte gelecek için bir istikametin tasarlanabileceği tarihsel gelişim yasaları ve insan davranışı haline gelebilir.

Biz insanların bunun zafere doğru ilerleyişini teşvik etmek ya da hızlandırmaktan başka çaremiz yok.

Böylece tarihten, onunla birlikte tüm insanlık için eşi benzeri görülmemiş bir barış ve özgürlüğün geleceği tarihin sonuna geçiş yapacağız.

Bu algı, Popper'a göre, amacı insanları bu yöne hazırlamak ve buna ayak uydurmaya zorlamak olan son derece katı bir toplum mühendisliğini teşvik etmektedir.

Popper, bizi kesintisiz olarak bilim adamlarının ve filozofların mütevazi bilgisi olarak kabul edilen bilgiler ile peygamberlerin bilgisi olması gerekenler arasındaki kesin bir ayrımın önünde tutar.

Örneğin elimizde böyle kapsamlı bir tarih yokken "insan ırkının tarihi" gibi ifadeler telaffuz eder. Bizden istenen ise haklı olmak değil, her zaman daha az haksız olmaktır.
 


Aynı doğrultuda, Avusturyalı-İngiliz filozofun başarılarından biri de "yanlışlanabilirlik" kavramını, yani hatayı gözlem veya deney yoluyla kanıtlama kavramını oluşturmasıdır.

Buna göre bilimsel olanı diğerlerinden ayıran şey, bilimsel tahminlerin dünya hakkında hipotezler sunması ve bu hipotezlerin yanlış olduğunun kanıtlanabilmesidir.

Bu yanlışla ilgili kanıtlar sunmak mümkün olmadığında, söz konusu hipotezler de bilim olmaz.


Başka bir metinde Popper, bir klasik haline gelen "Bütün kuğular beyazdır" sözünü gözden geçirir.

Bu "kanaat", 17'nci yüzyılda Avrupalı ​​kaşifler ve gezginler ilk kez siyah kuğuları görene kadar yüzyıllarca yürürlükte kaldı.

Gerçek şu ki, böyle bir ifade üç nedenden dolayı yanlış olmalıdır: Beyaz kuğuları gören kimse, dünyadaki bütün kuğuları görmedi ki böyle kesin bir yargıya varsın.

Dahası geçmişte kuğuların ne şekilde olduklarını bilmiyoruz. Son olarak kuğuların gelecekte de nasıl bir şekle bürüneceklerini bilmiyoruz.

Dil bize "olabilir", "belki", "olası", "muhtemel" ve "büyük olasılıkla" gibi kelimeler bahşetti, bunlara sığınmalı ve şimdi kullandığımızdan daha çok kullanmalıyız.

Arkadaşıma gelince, ağır olup düşünseydi ve filmin sonunu bekleseydi onun için daha iyiydi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA OKU

DAHA FAZLA HABER OKU