Felaketin eşiğinde: Küba füze krizinden ne öğrenebiliriz?

Soğuk Savaş'ın en büyük kızışma noktalarından birinden 60 yıl sonra krizi yeniden gözden geçiren Mick O’Hare, bunun neden olduğunu ve tırmandırma siyaseti hakkında neler öğrenebileceğimizi araştırıyor

İmparatorluk Savaş Müzesi'nde Soğuk Savaş'tan sorumlu küratör ve tarihçi olan Carl Warner, "Bir bakıma iki taraf da kazandı. Bu, rasyonelliğin zaferiydi" diyor (CIA)

Bu yıl 27 Şubat'ta, Rusya'nın Ukrayna'yı istila etmesinden kısa bir süre sonra, Vladimir Putin ülkesinin nükleer caydırıcı güçlerini yüksek alarm durumuna geçirdi. Bunun NATO'nun "kabul edilemez saldırganlığına" cevaben olduğunu ve Batı uluslarının "daha önce hiç görülmemiş sonuçlara" maruz kalabileceğini söyledi. Bu tehdidi 21 Eylül'de yedek askerleri seferber ettiğinde de yineledi. Putin'in tırmandırma siyaseti, Soğuk Savaş'tan bu yana görülmemiş bir seviyede. Siyasi ve askeri stratejistler, dünyanın nükleer yok oluşa 1962'den bu yana herhangi bir noktada olduğundan daha da yaklaştığını belirterek uyarıyor.

60 yıl önce bu ay** Küba füze krizi diye bilinen olay başladı. Dünyanın iki nükleer süper gücü, Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, Florida Boğazı'nda karşı karşıya geldi ve klişe bir tabirle, dünya nefesini tuttu. Putin de bir nükleer savaşın kazanılamayacağını söylemiş olsa da askeri güce dayanan gözdağları, örtülü (ve o kadar da örtülü olmayan) tehditlerle devam ediyor. Muhtemelen Putin'in gerekçesi, NATO'nun Ukrayna savaşına müdahil olma seviyesi hakkında iki kez düşünmesini sağlamak.

Ancak 1962'ye döndüğümüzde Sovyet lider Nikita Kruşçev'in gerekçeleri daha anlaşılmazdı. Sovyetler Birliği neden ABD anakarasına bu kadar yakın bir adaya füzeler yerleştirmeye karar verdi? Akıllı politikacı Kruşçev, Amerikan tepkisinin öfkeli ve olağanüstü olacağını biliyor olmalıydı; bu yüzden başlangıçta füzelerin konuşlandırılmasını gizlemek için büyük çaba gösterdi. Eş derecede ilgili olarak, Doğu Avrupa'daki mevcut durum göz önüne alındığında, iki süper güç ortaya çıkan restleşmeden nasıl küçük düşmeden kurtuldu?

Ve son olarak, Küba için çatışmaktan kaçınılması her zaman ABD Başkanı John F. Kennedy'nin zaferi olarak görülse de, 60 yıl sonra şimdi geçmişe bakarsak, durum gerçekten böyle miydi? Yoksa hikayeyi kimin kaleme aldığına mı bağlı?

O yılın 14 Ekim'inde, ABD Hava Kuvvetleri'nden Binbaşı Richard Heyser bir U-2 gözetleme uçağıyla Küba adası üzerinde yüksek irtifada uçuyordu. Fidel Castro'nun ABD destekli askeri diktatör General Fulgencio Batista'yı 1959'da devirmesinden sonra Sovyetler Birliği'yle saf tutan sosyalist bir ulus olan Küba, bu süper gücün askeri ve ekonomik yardımlarına bağımlı hale gelmişti. Bununla birlikte, çoğu Sovyet uydusu devletin aksine Küba, ABD kıyılarından sadece 90 deniz mili uzaklıktaydı. Soğuk Savaş, Amerika'nın kapısına dayanmıştı.

Sovyetler Birliği'nin Küba'ya askeri olarak donanım yollamasına dikkat kesilen ABD, yazdan beri adanın üzerinde uçuyordu. Binbaşı Heyser'in U-2'sunun fotoğrafları basıldığında Sovyetler Birliği'nin Kübalılara sadece silah, gemi ve uçak tedarik etmediği, aynı zamanda nükleer füzelerin montajını yapıp onları fırlatmak için tesisler kurduğu apaçık görüldü. Füzeler kullanıma hazır hale geldiğinde, Soğuk Savaş'ın dayanağı hem siyasi hem de askeri olarak önemli ölçüde değişecekti. Kennedy hemen Ulusal Güvenlik Konseyi Yürütme Kurulu'nu (Excomm) topladı.

Bu hareketin ardındaki mantık stratejistleri ve tarihçileri hep düşündürmüştür. Kruşçev, Soğuk Savaş düzenindeki istikrarın böylesine bozulmasına ABD'nin tepki vereceğini fark etmiş olmalı. Ve bir noktada, füzeler kullanıma hazır hale geldiğinde, Sovyetler Birliği orada olduklarını açıklamak zorunda kalacaktı çünkü tek bir amaca hizmet edebilirlerdi ve o da kullanılabilecekleri tehdidini savurmaktı. Karşılıklı Kesin Yıkım'ın bütün temeli, her iki tarafın da diğerinin kabiliyetlerini bilmesiydi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Çok sayıda teori mevcut. Kruşçev, Kennedy'nin blöfünü görüyor muydu? 1961'de Castro'nun devrimine karşı çıkan ve CIA'in gizlice desteklediği bir grup Kübalı sürgün, Castro'yu devirme niyetiyle Küba'nın güney kıyısındaki Domuzlar Körfezi'ne çıkarma yaptı. Başarısızlıkla sonuçlanınca Castro'nun pozisyonu güçlendi ve Kennedy yönetimi kamuoyu önünde küçük düştü.

Uzun zamandır ABD'nin Batı Avrupa'daki nükleer silahlarından tedirgin olan Kruşçev, Kırım'ın Karadeniz'den komşusu Türkiye'ye Amerikan füzelerinin konuşlandırılması sonucunda 1961'de nihayet konuşmaya mecbur kaldı. "Kabul edilemez bir provokasyon" açıklamasında bulundu.

Hikayeye göre Kruşçev, Bulgaristan'ın Varna kentinin sahilinde yürürken kendisinin de düşmanın arka bahçesine füzeler yerleştirebileceğine karar verdi. "Sam Amca'nın pantolonunun içine bir kirpi atalım" dediği atfedilir. Sahadaki şartları eşitlemek için Sovyet füzelerini Küba'ya gönderebilirdi. Arşivdeki kanıtlar, Kruşçev'in Kennedy'nin tepki verirken kararsızlık yaşayacağını düşünerek risk aldığını gösteriyor. Kruşçev'in danışmanları, Kennedy'nin yüreksiz olduğuna karar verdi; değerlendirmelerden birinde "fazla zeki ve bu nedenle de çok zayıf" dendi. Kruşçev, Kennedy'nin "yaygara koparacağını, daha fazla yaygara koparacağını ve sonra kabul edeceğini" söyledi. Sovyetler cesaretlendi, ABD Başkanı'nın bu silahları emrivakiyle kabul etmesini beklediler.

Ama belki de Kruşçev'in başka saikleri vardı? O zamanlar Kennedy ve Excomm, Kruşçev'in Almanya'daki Soğuk Savaş ihtilafına çözüm getirmeye çalıştığı kanaatine sahipti. Berlin, II. Dünya Savaşı'nın ardından 4 muzaffer Müttefik Devletler gücü arasında bölünmüştü. Bu durum ABD, Britanya ve Fransa tarafından kontrol edilen Batı Berlin'i Sovyet destekli Doğu Alman topraklarının derinlerine kadar sokmuştu. Sovyetler bunu Doğu Avrupa'daki hegemonyalarına bir tehdit olarak değerlendirdi.

1940'ların sonlarında Batı Berlin ablukası başarısız olmuştu, bu yüzden Kruşçev başka seçenekleri araştırıyordu. Şehrin batısını izole etmek için Berlin Duvarı'nın inşa emrini vermişti bile. Belki de stratejisi Küba'daki füzeleri bir pazarlık aracı olarak kullanmaktı: Batılı müttefikler Berlin'i terk ederse Sovyetler Birliği onları ortadan kaldıracaktı. ABD'li eski diplomat ve Soğuk Savaş tarihçisi Philip Zelikow, "Bu değerli bir argüman" diyor:

Kruşçev için Batı Berlin, Küba'dan çok daha fazla stratejik öneme sahipti, bu yüzden değiş tokuşu kazanım olarak görecekti. 

Batı Berlin'in statüsü değişmeyip aynı kaldığı için krizin ardından bu argüman gözden düştü, ta ki 1999'da Graham Allison'la birlikte yazdığı Kararın Özü: Küba Füze Krizini Açıklamak (Essence of Decision: Explaining the Cuban Missile Crisis) kitabında Zelikow tarafından yeniden canlandırılana kadar. Sovyetlerin odak noktasının kendi arka bahçesi olduğunu iddia ettiler. Berlin, Havana'dan daha önemli; Castro, Doğu Almanya'ya göre daha gözden çıkarılabilirdi.

Kruşçev, "füze açığı"nı da dikkate alıyordu. Sovyetler Birliği'nin 1962'de (Alaska hariç) ABD'ye ulaşabilecek çok az füzesi vardı. Bu arada ABD'nin elinde bu uzun menzilli silahlardan 200 civarında bulunuyordu. Üstelik Sovyet füzeleri daha isabetsiz ve daha az güvenilirdi. Onları Küba'ya yerleştirmek, başarılı saldırı ihtimalini artırıyordu.

İmparatorluk Savaş Müzesi'nin Soğuk Savaş konusundaki baş küratörü ve tarihçisi olan Carl Warner şunları söylüyor:

Tüm bu teorilerde doğruluk unsuru var. Devlet idaresi, yarışan ve bazen çelişen öncelikleri dengelemekle ilgilidir. Kumar oynamak güvenli mi? Domuzlar Körfezi, Küba'nın savunmaya ihtiyacını gösterdi ama aynı zamanda Kennedy'nin görünürdeki zayıflıklarını da dışarı vurdu. Kruşçev, ilk tanıştıklarında Kennedy'nin yıkıcı eleştiriler karşısında savunmasız olduğunu düşündü. Bu arada Kennedy de Kruşçev'le başa çıkmanın zor olacağını düşünüyordu. 

Kararlar, bu tür ilk algılarla formüle edilir. Warner şöyle devam ediyor:

Yani muhtemelen Kruşçev'in hesabına göre, oraya füze koyarak kumar oynamaya değerdi. Şartları eşitler ve muhtemelen bir pazarlık kozu yaratır.

Yani Amerikalıların inandığı gibi mesele hiç Berlin'le ilgili oldu mu? "Kısmen" diyor Warner:

Ancak bu teorilerden herhangi birini değişime yol açan tek etken gibi görmek yanlış olur.

Kruşçev'in gerekçeleri ne olursa olsun, eylemleri kasıtlı veya kasıtsız olarak gezegeni nükleer yok oluşa daha önce hiç olmadığı kadar yaklaştırdı. Uluslararası diplomasinin sınırları, 1962 ekiminin sonlarında test edildi ve (bu seferlik) galip geldi. Ama nasıl? İki süper güç, bencil (ya da özverili) kendini koruma eylemiyle uçurumun eşiğinden mi döndü? Yoksa başka meseleler de mi rol oynadı? Bu, olumsuz bir sonucun asla ortaya çıkmayacağı ve onun yerine iki tarafın da diğerinden ne koparabileceğiyle ilgili olan bir diplomatik satranç oyunu muydu?

Füzelerin keşfine Kennedy'nin ilk tepkisi, 22 Ekim'de televizyonda yayımlanan bir konuşmayla Amerikan halkını bilgilendirmek oldu. ABD'nin bu tehdidi etkisiz hale getirmek için askeri güç kullanacağını ve Küba'ya abluka uygulamak için ABD Donanması'nı görevlendireceğini açıkça belirtti. Sadece insani yardım malzemelerinin geçişine izin verilecekti. Kennedy bunu "karantina", Kruşçev ise" korsanlık" diye niteledi.

Kennedy
John F. Kennedy, Küba'ya yönelik deniz ablukası emrini imzalarken (AFP)


Füzelerin Küba'daki varlığının ABD'yi diğer yerlerde konuşlandırılan füzelerden daha fazla tehdit edip etmediği konusunda hatırı sayılır ölçüde tartışma yaşandı. Ancak Kennedy ve Excomm'un yaşadığı siyasi zorluk, askeri gerçekten kullanmadan ve bu durum beraberinde nükleer savaş olasılığını getirmeden füzelerin nasıl kaldırılacağıydı. Kennedy, Kruşçev'in Türkiye'deki ABD füzeleri hakkında geçerli bir görüşe sahip olduğu gerçeğini biliyordu, ne o ne de hesapçı Kruşçev ikiyüzlü görünmek istemedi. Her ikisi de o günlerdeki eylemlerinin çatışan ideolojilerinin ahlakını yansıtacağını biliyordu.

Başkan, en yakın sırdaşı ve kardeşi olan ABD Adalet Bakanı Robert Kennedy'yle birlikte, Sovyet Büyükelçisi Dobrınin aracılığıyla Moskova'yla arka kapı müzakerelerini başlatırken bunu Excomm, ve hatta hemen hemen dünyanın tüm geri kalanı, büyük ölçüde bilmiyordu. Dobrınin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na katılmak üzere New York'ta bulunan Sovyet Dışişleri Bakanı Andrey Gromıko ve Kennedy arasında 18 Ekim'de (Kennedy, Amerikan halkına hitap etmeden önce) Beyaz Saray'da yapılacak bir görüşme düzenledi.

Kennedy bu noktada füzeler hakkında bilgisi olduğunu ne Gromıko'ya ne de Dobrınin'e açık etmedi ancak ABD'nin Küba rejimi için bir tehdit olmayacağını açıkça belirtti. Gromıko, Sovyetler Birliği'nin Küba'ya yönelik askeri yardımının tehditkar olmadığı ve savunmayı hedeflediği üzerinde durdu. Hem Gromıko hem de Kennedy birbirlerinin konuşmaya hazır olduğunu hissederek görüşmeden ayrıldı. Kritik bir dönüm noktasıydı. Kennedy ilk vuran ABD olmadığı sürece füzelerin ateşlenmeyeceği sonucuna vardı. Görüşmenin sonucuna dair değerlendirmeler böyle yapılmıştı ve muhtemelen doğruydu. Bu, ordusunda Küba'ya saldırmak isteyenlere karşı çıkabileceği anlamına geliyordu.

Amerikan halkına seslenmeden hemen önce Kennedy, Dobrınin'e füzeleri bildiğini açıkladı. Anlaşılan o ki, Dobrınin, Kremlin'i bilgilendirmeden önce 15 dakika boyunca Sovyet Büyükelçiliği'ndeki ofisinde oturmuş. Kruşçev öfkelenmişti. "Saldırırlarsa karşılık veririz" dedi. Ancak açık savaşa dair gerçek bir tehdit savurmaktan ziyade, yaptığının ortaya çıkarılmasına tepki vererek yüksekten atıp tutuyordu. Bu noktada Kennedy'nin Gromıko'dan ricaları devreye girdi. Gromıko ilk saldıranın Kennedy olmayacağına inandığını Kruşçev'e iletti.

24 Ekim saat 10.25'te ABD istihbaratı Sovyet gemilerinin deniz ablukası hattı yakınlarında durdurulduğunu Kennedy'ye bildirdi. Dışişleri Bakanı Dean Rusk, "Sanırım diğer adam az önce gözünü kırptı" dedi. Rahatlama yaşandı ama Sovyetler Birliği, Küba'da füzelerin olduğunu New York'taki BM Güvenlik Konseyi'nde reddetmeyi sürdürse de, onlar elbette hâlâ oradaydı. Kruşçev'in bir çıkış yoluna ihtiyacı vardı. 

Tıpkı Kennedy gibi. Kennedy'nin danışmanları, Küba istilasının ABD adına 18 bin 500 kişilik zayiat doğuracağı tahmininde bulundu. Özellikle de ara seçimler yaklaştığı için bunu uygun görmedi. Arka kapıdan daha fazla müdahale gerekiyordu. Bu sefer Sovyet tarafı bunu yaptı. 26 Ekim'de ABC televizyonunun diplomasi muhabiri John Scali, Washington'daki Willard Hotel'in bitişiğindeki Occidental Restaurant'ta öğle yemeği için, Sovyet Büyükelçiliği'nde çalışıp Aleksandr Fomin takma adını kullanan bir KGB ajanıyla buluşmaya davet edildi. Bu, Kremlin'den gelen resmi bir girişim olmasa da, bir yoklama gibi görünüyordu. Fomin, ABD'nin Küba'yı istila etmeme sözü vermesi halinde füzelerin kaldırılacağını söyledi. Scali hemen Rusk'a söyledi, o da başkana.

O akşamın ilerleyen saatlerinde Kremlin'den aynı şeyi belirterek şu sözleri ekleyen bir mektup geldi:

Savşaşa attığımız düğümün iplerini ne siz ne de biz çekiştirmemeliyiz. 

Robert Kennedy mektubun içeriğini "uzun ve duygusal" diye tanımlarken ABD bunu bizzat Kruşçev'in dikte ettiğine inanıyordu. Ertesi sabahın erken saatlerinde Robert Kennedy, Dobrınin'le bir kez daha buluştu. Bu kez DobrInin, Türkiye'deki ABD füzelerinden bahis açtı. Başkanın kardeşi, başkanın onayıyla, belki bir anlaşma yapılabileceğini ortaya attı. Kennedy becerikliydi ama Kruşçev son dakikada kazanan kartı oynadı. Kennedy de şimdi geri adım atacak bir pozisyona gelmişti.

Warner, "Aracılar hayati önem taşıyor" diyor:

Diğer tarafın, duydukları şeyin tepeden geldiğini ve bilgilerin gerçek olduğunu bilmesi gerekiyor. Arka kanallarda söylenenler halka duyurulanlardan farklı olduğu için dürüst bir arabulucu gerekliydi, Dobrınin'e güvenilebilirdi. Hız da önemlidir, ihtiyacı olanlara bilgi ne kadar çabuk ulaşır? Örneğin Amerikalılar iki farklı mektup aldıklarında, içlerinden bazıları bunun Kruşçev'in bir darbeyle devrildiğinin kanıtı olduğuna inanıyordu. Dobrınin'in de doğruladığı gibi, böyle bir şey yoktu. Yani güvenme yeteneği hayati önem taşıyordu. Bobby Kennedy gibi Dobrınin de bunun bir parçasıydı.

Warner, ilk mektubun ertesi günü, 27 Ekim'de Kremlin'den gelen ve bu kez Küba füzelerinin kaldırılmasının bedeli olarak Türk füzelerinden bahseden ikinci mektuba atıfta bulunuyor. Pek çok Excomm üyesi küplere binmişti. Kennedyler sadece bir gece önce böyle bir plan önerdiklerini ama Excomm'u da karanlıkta bıraktıklarını biliyordu. Başkan Kennedy komitesine, "Sağduyulu herhangi biri [Sovyet talebini] mantıksız diye nitelendirmeyecektir" dedi. Excomm'un düşüncesine karşı gelerek, Türkiye'deki füzelerin kaldırılmasının nükleer savaştan kaçınmak için ödenmesi gereken bedel olduğunu söyledi.

Küba
Küba'nın orta menzilli füze üslerinden birinin Ekim 1962'de havadan çekilmiş görüntüsü (AFP)


Sonra bir kızışma noktası geldi. Küba üzerinde bir Amerikan keşif uçağı düşürüldü ve pilotu Binbaşı Rudolf Anderson Jr. öldürüldü. İki tarafın tepkileri neler olacaktı? ABD Savunma Bakanı Robert McNamara, görüp görebileceği son cumartesinin 27 Ekim olacağına inandığını yazdı. Ancak ABD bombardıman uçakları sürekli havada kalmalarına rağmen Sovyet Hava Kuvvetleri aynı şekilde karşılık vermedi. Sovyet donanma gemileri de rotalarını değiştiriyordu. Belki de bir fırsat penceresi açılmıştı.

Kennedy ve Kruşçev'in onayıyla her iki tarafın delegeleri (Bir kere daha Scali ve Fomin'in de dahil edildiği rivayet olunur) o akşamın erken saatlerinde Washington DC'deki Adalet Bakanlığı ofisinde gizlice buluştu. Soğuk Savaş diplomasisinin en gizli örneğiydi, filmlerde görülen türdendi. ABD, Kremlin'den neden iki mektup geldiğini öğrenmeyi talep etti. Sovyetler bunun bir iletişim hatası olduğunu söyledi. Diğerinin yalan söyleyip söylemediğini iki taraf da bilmiyordu. Kararlar güvenle alınmalıydı, işlerin yolunda gitmesi umuluyordu, şartlar nihayetinde tartışılarak çözümlense de Excomm üyeleri yine anlaşmaya taraf değildi.

ABD, Kremlin'in ilk mektubunu 20.00'de yanıtlayarak Sovyetler Birliği'nin füzelerini geri çekmesi durumunda Küba'yı işgal etmeyeceğinin güvencesini verdi. Türkiye'yle ilgili bir karşılıktan bahsedilmedi, ABD provokasyon karşısında teslim olmuş gibi görünmek istemedi. Fakat Kruşçev kabul eder miydi? Kamuoyu önünde geri adım atmış gibi görünür müydü? Sadece umut vardı, beklenti değil.

Ertesi sabah Moskova Radyosu, Küba'daki füzelerin söküleceğini duyurdu. Amerika'nın Sesi füzeler gittiğinde ablukanın sona ereceğini ve işgal gücünün de geri çekileceğini duyurdu. Fidel Castro kendisini bir Kremlin kuklası gibi gösterdiği için Kruşçev'in "orospu çocuğu, piç, puşt" olduğunu ilan etti. Ve 1963'te füzeler eskidiği bahanesiyle kaldırılmaya başlanıncaya kadar Türkiye'ye kimse hiçbir şey söylemedi.

Aynı yıl Beyaz Saray'la Kremlin arasında kırmızı telefon hattı kuruldu. Yanlış yorumlamanın riski aşırı büyük hale gelmişti. Bu hat hâlâ mevcut ve her gün test ediliyor.

Tarih, kazananın Kennedy olduğunu yazıyor gibi. Talepleri karşılandı ve "dünyayı kurtardı." Gerçekten de yetenekli bir politikacıydı ama Kruşçev'in rolünü göz ardı etmek de ihmalkarlık olur. Dünyanın geri kalanı bilmese de politbürosu Türkiye'deki füzelerin kaldırılacağını biliyordu. Ancak iki yıl sonra iktidardan düşecek olmasına rağmen kendini savunurken Kennedy'ye dayattığı Türkiye tavizinden bahsetmemesi kayda değer. Warner, "Sükunetini korudu çünkü satır aralarını okuyunca anlaşmanın kırılgan olduğunu biliyordu" diyor:

Eğer kamuoyunda bunun şovunu yapsaydı anlaşma bozulabilirdi.

Benzer şekilde Kennedy de TV haberlerinde Türkiye'den bahsetmemesini Scali'den istedi. Eğer haber sızarsa ABD'nin geri adım atmış gibi görünebileceğini ve bunun da anlaşmayı bozabileceğini o da fark etmişti.

Warner, "Bir anlamda her iki taraf da kazandı" diyor:

Şimdi geçmişe bakınca bu tür bir zıtlaşma gerekliydi zira benzer çatışmalardan kaçınmak için gereken değişiklikleri yapmaya yaradı ... uluslararası bir krizi çözmenin yolu yoktu. Gelecekte daha iyisi yapılmalıydı. Yani birçok yönden bunun olması, bir rahatlama sağladı. Her iki tarafı da test etti ve şans eseri her ikisinin de vizyon sahibi makul aktörleri vardı. Bu, rasyonelliğin zaferiydi.

Kennedy'nin hiçbir şey vermediği yönünde bir kanı ortaya çıktı ama verdi. Ancak gizliliğe ihtiyacı vardı zira bunun statüsüne zarar verebileceğini ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu NATO müttefikleri tarafından bağlılığının sorgulanması sonucuna yol açabileceğini biliyordu. Her iki adam da uçurumun eşiğine kadar birlikte yürüdü, baktı ve el ele tutuşarak geri çekildi. İkisi de savaş istemedi.

Warner, "Ve en önemli nokta buydu" diyor:

Her iki adam da mantıklı ve makuldü.

Warner, "Sivil yönetimin o katmanı, Küba füze krizi sırasında değerini gösterdi" diye ekliyor:

1962'de nükleer savaşa ne kadar yaklaştığımızı asla bilemeyeceğiz ama herhangi bir noktada olduğundan daha fazla yaklaştığımızı söylemek yanlış olmaz.

Peki 1962'den bu yana herhangi bir zamanda olduğu gibi, şimdi nükleer savaşa yakın olabileceğimiz ileri sürüldüğünde bir umut ışığı var mı? Geceyarısına Bir Kala Nükleer Savaşın Beşiğinde Kennedy, Kruşçev ve Castro'nun (One Minute to Midnight: Kennedy, Khrushchev and Castro) yazarı Michael Dobbs, bu kritik Soğuk Savaş zıtlaşması hakkında şunları söylüyor:

Bu kriz, devlet başkanlarının en üst düzeydeki ulusal tehlike zamanlarında karar alma sürecinin en iyi belgelenmiş incelemesi olmayı sürdürüyor. Politika yapıcılara benzersiz bakış açıları sunar. Böyle bir anın bir daha yaşanmasını önlemek için (ki yapabiliriz) Küba füze krizini incelemeyi sürdürmemiz gerekiyor.

Biraz daha rahatsız edici bir not düşerek Ekim 1962'de başka liderlerin başta olması durumunda "sonucun çok farklı çıkabileceğini" ekliyor.

Küba füze krizinden alınacak dersler çok ve çeşitlidir. Ve teklif edildiğinde kolay yolu izlemek bunlardan biridir. Putin ne kadar çalışkan bir öğrenci?

** The Independent'ta 14 Ekim'de yayımlanan bu yazının çevirisini güncelliğini koruduğu için yayımlıyoruz


*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/independentpremium

Independent Türkçe için çeviren: Eren Umurbilir

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU