"Mahallede futbol oynuyordum, ama 11 kişilik takımın 12. oyuncusuydum. 'Biri geç kalsa da beni oynatsalar' diye çok dua etmişimdir."
Halit Kıvanç
Şimdi tüm dualar onun için...
Yeni nesli bilemem ama Halit Kıvanç Türkiye'nin en bilindik isimlerindendi, özellikle eskiler için sanki ailenin bir ferdi gibiydi.
Seneler evvel Cumhuriyet gazetesinin Babıali'deki binasında tanıştığım spor servisi müdürü Abdülkadir Yücelman, "Siz onu dinleyemediniz ama en azından yazdıklarını okuyun" demişti hakkında.
Aydın Engin ise koltuğunun altında birkaç karpuz birden taşıdığını söylüyordu Halit Kıvanç'ın.
Gerçekten de öyleydi.
Sonra benim için aradan birkaç uzun yıl daha geçmesi gerekti.
İlk kez Doğuş Yayın Grubu'nun koridorlarında kanlı canlı gördüm kendisini.
Nezaket ve zarafet el ele vermiş gibiydi.
Karşılaştığımda ne yapacağımı şaşırmış, bile isteye eski Türkçe kullanıp "Halit ağabey siz çok müstesna bir insansınız" diye selam edebilmiştim.
Çehresi artık neredeyse marka haline gelen o gülümsemesiyle aydınlanmıştı.
Halit Kıvanç kendisine "ağabey" denilmesinden hoşlanan hatta hoşlanmanın ötesinde bu hitabı onca yıllık gazetecilik hayatında aldığı tüm ödüllerden de üstün tutan insandı.
Dile kolay, iki yüzü aşkın ödüle sahip bir gazetecinin "Bugüne kadar aldığım en büyük ödül herkesin bana 'Halit Ağabey' diye hitap etmesi" demesi bunun açık kanıtıydı.
İstanbul hukukta okurken fakültenin çıkardığı geleneksel "Guguk" dergisine yazılar yazıyor, hem spor hem aylık kültür-sanat dergilerine makaleler yoluyordu.
Aslen hukukçuydu, mezun olduktan sonra iki sene yargıçlık yapmıştı Halit Kıvanç.
Memleketin doğusunda, 13 saat boyunca katır sırtında gidebildiği, yolu olmayan yeni ilçe Kozluk’a atanmıştı:
Mahrumiyet bölgesine atandıktan sonra yaptığım bir espri vardı: Gazeteciler sık sık hapse atıldığı için, "Doğuda hakim olmaktansa, İstanbul'da mahkum olmak daha iyi galiba" derdim. Hakikaten de İstanbul'a döndüm ve gazeteciliğe devam ettim"
Evet, kimilerimiz ona yetişemedi belki.
Ama fıkralarıyla, esprileriyle, güleç yüzüyle ve efsaneleriyle büyüdü.
Hikaye olmayan ise Halit Kıvanç'ın koca memlekete yıllar yılı radyo ve TV'lerden futbolu ve hayatı lisan-ı münasiple ve bir o denli keyifli anlatan insan olduğuydu.
Televizyonculağa dair ilk maharetlerini sergilediği İTÜ TV'nin stüdyosu, teçhizatları ve vericisini TRT devralmıştı.
Yıl 1971'di.
İstanbul'a televizyon geldiğinde, televizyonlu evlere komşuların, akrabaların doluştuğu günlerdi.
Olup biteni "tele misafir" ve sonraları "telasafir"lik diye tarif ediyordu Halit Kıvanç.
Bir bakıma o çok düzgün kullandığı Türkçe'ye uzun seneler başvurulacak bir kelime hediye ediyordu.
Çoğuna göre radyoyla antrenmana çıkıp en güzel gollerini TV'de attı.
Dile kolay 10 dünya kupasını sundu, Türkiye'nin futbol hafızasına dönüştü...
Fanatizme de holiganlığa prim vermedi.
Ona yetişebilen şanslı kuşak, Halit Kıvanç'ın bir yandan ne kadar mizahi bir dile sahip olduğunun ayırdına varmıştı.
Memleketin ilk günlük spor gazetesi Türkiye Spor'u 1953'te çıkaran Kıvanç, henüz öğrencilik yıllarında Akbaba ve Şut dergilerinden futbolun mizahını da yapmıştı.
Hem çok sevdiği meşin yuvarlak hem edebiyata dair kalemini o denli ustaca oynatıyordu ki; dönemin önde gelen edebiyatçısı Yusuf Ziya Ortaç'ın "Yahu bu adam benden daha iyi yazıyor" dediği iddia edilmişti.
Sadece Mithatpaşa'daki "müsabakalar" ve dünya kupalarını sunmadı Halit Kıvanç.
Olimpiyatlar ve büyük uluslararası karşılaşmalarda da görev aldı.
Birleşik Krallık yayın kuruluşu BBC için çalışmaya gitmeden evvel dönemin önde gelen haftalık siyaset dergisi Akis de ondan bahsediyordu, 1963'ün ilk ayıydı:
Hem yazarak hem konuşarak büyük şöhret sağlayan gazeteci-spiker Halit Kıvanç İngiltere'ye gidiyor. Kıvanç, Milliyet'teki yazılarına Londra'dan devam edecek. Ama İstanbul Radyosu'ndaki maç nakillerine pek tabii ara verecek. Arkadaşları, Kıvanç'ın dönüşte Mithatpaşa Stadı'ndaki maçları İngilizce anlatacağından endişe duyuyorlar"
13 yıl evveli...
1958 senesi...
Belki de hakkında en merak edileni...
Konu; dünya futbolunun efsanesi olarak kabul edilecek kişisi...
Brezilyalı Pele, henüz Peleliğini ilan etmemiş körpe bir sporcuyken onunla konuşan ilk gazeteci olmuştu Halit Kıvanç.
İsveç'in Solna kentinde "eşyanın tabiatına uygun" bir şekilde yaz aylarında düzenleniyordu dünya kupası turnuvası.
Türkiye Ulusal Takımı'nın ilk temsiliydi.
Halit Kıvanç henüz 29 yaşındaydı, organizasyonu izleyen az sayıdaki Türk gazeteciden biriydi.
O ve beraberindeki yüzlerce gazeteci Zito gibi efsanelerin yanına bile yaklaşamıyordu ama İstanbul'a da geçilecek haber lazımdı.
Sonrasını Kıvanç'ın kaleminden, futbol tarihinin başvuru niteliğindeki yapıtlarından biri olarak kabul edilecek "Gool Diye Diye" kitabından dinlemek en doğrusu belki de:
Türkiye’den gelen birkaç kişiden biri de benim. Yan odalarımda bir Brezilyalı ve bir de İtalyan gazeteci var. Bir akşam, Brezilyalı gazeteci bana “Sana müthiş bir kıyak yapacağım” dedi. Gittik, 17-18 yaşında siyahi bir futbolcunun yanına. “Bu genç çocukla röportaj yapacağız, ben de tercüman olacağım” dedi. Çocuğun gönlü olsun diye yaptım röportajı. Portekizce’den başka bir dil bilmeyen köylü bir çocuk... Neyse, yaptık röportajı ve gönderdik. Röportaj Türkiye’ye gidene kadar Pele parladı bile. Hemen Pele ile röportaja ambargo getirildi. Ama biz çoktan yapmış ve Türkiye’ye göndermiştik. Sonra ilk röportaj yapan biz olarak tarihe geçtik. Röportajdan sonra, Corriere Dello Sport’tan bir gazeteci ile konuşmuştum. “İşine yarayacaksa, neler konuştuğumu anlatayım sana” demiştim. “Eğer yedek bir oyuncu ile röportaj yaptığımı öğrenirlerse beni kovarlar” diye cevap vermişti. Daha sonra işte bu süreç oldu, Pele ile röportaj yapmaya yasak geldi falan. Sonra geri geldi ve bana dedi ki, “Pele ile konuştuklarını anlatsana, manşet çıkmam lazım. Önceden röportaj yaparsam kovacaklardı, şimdi yapmazsam kovacaklar"
Başına gelenle övünebilecekken, kendini o dönem iyice parlatmak için olup biteni eğip bükebilecekken yaşadıklarını "şans" diye tarif edebilecek kadar dürüst bir kişilikti Halit Kıvanç.
Öyle ya da böyle Brezilya basını bir hafta boyunca kendisini "Pele'yi dünyada ilk keşfeden Türk gazeteci" olarak takdim edecekti.
Gazetecilik yetenek işi olduğu kadar, doğru zamanda doğru yerde bulunmak ve kimi zaman da bir parça talih işiydi.
1966 Dünya Kupası'nın yeşil sahasında ise Boby Charlton'lar, Eusébio'lar, Beckenbauer'ler ve dünyanın belki de en seyirlik sakatığını yaşayacak Pele'ler vardı...
Stadyumlar, publar ağzına kadar dolu; heyecan doruktaydı.
Sahaların tartışmasız yıldızları onlar, beyazperdenin yıldızı ise ressam Abidin Dino'ydu.
Dino, İngiltere'de düzenlenen turnuvayı Ross Devendish ile beraber izleyip eşsiz bir belgesel film yarattığında da Halit Kıvanç oradaydı.
Dünyada ilk kez 117 kamera ile renkli olarak filme alınan "Goal / World Cup" filmi galasını 1967 Mayıs'ında Atlas Sineması'nda yaptığında izleyiciler filmin Halit Kıvanç'ın güzel esprileriyle Türkçeleştirildiğinin ayırdına varmışlardı.
Sadece bu özel belgesele sesi ve ruhunu katmadı, dünya futbolunun bir başka efsanesi Beckenbauer ile eğlencesine tenis bile oynadı.
Sadece futbol ve spor gazeteciliği yapmadı.
Sadece edebiyata, mizaha, tiyatroya, cemiyet hayatına göz kırpmadı.
Kıbrıs Harekatı'ndan çok önce 1955'te adadaydı.
Türkiye'nin resmi tezlerine sadık kaldığı söylense bile 30'unda adada bir hafta geçirmiş ve kapsamlı bir röportaj dizisinin altına imzasını atmıştı.
10-17 Temmuz 1955 tarihleri arasında Milliyet'te yayımlanan "Kaynayan Kıbrıs" dizisini okuyanlar Halit Kıvanç'ın sadece Türklere değil Rum ve İngilizlere de mikrofon uzattığını, farklı görüşleri eşit düzlemde yansıttığını gördüler.
Herkesçe sevilen sahnelerin yıldızı o senelerde evrensel gazetecilik yapıyordu, kişisel görüşünü habere karıştırmamaya özen gösteriyordu.
Sonuçta kalemini Abdi İpekçi'nin Milliyet'inde oynatmaktaydı.
Radyoyu gördü.
Televizyonu tanıdı, tanıttı ve hatta yıldızı oldu.
Zeki Müren ve Ajda Pekkan'lı Omo reklamlarına onlardan evvel çıkmıştı.
Ankara'da bir kitap fuarındaydı.
İmza günü sırası Halit Kıvanç, Can Yücel ve Çetin Altan'daydı.
Hayatını spor ve mizahla yoğuran Kıvanç iki usta kalemin yanında bir mizah tuzağına düşürülmüştü, dönemin Nokta dergisi olup biteni şöyle anlatacaktı:
Bir ara boşluktan yararlanan Çetin Altan ve Can Yücel bir köşeye çekilip fısıldaştıktan sonra yüzlerinde muzip bir ifadeyle stantlarına geri döndüler. Aradan yarım saate yakın bir süre geçtikten sonra, bir hanım okuyucu Halit Kıvanç'ın yanına yaklaştı. Kıvanç imzalamak için kağıda sarılmış kalınca paketi açınca hayretten dona kaldı. Çünkü paketten kitap yerine bir Omo kutusu çıkmıştı. Her gece televizyonda reklamını yaptığı Omo kutusunu karşısında gören Kıvanç, belki de ilk kez söyleyecek bir şey bulmakta güçlük çekti. Biraz duraksadıktan sonra sadece 'Güzel espri'... diyebildi. Aynı anda Can Yücel ve Çetin Altan bu olaydan habersiz kitaplarını imzalıyorlardı."
Muhafazakar değil yeniliklere açık olan insandı Halit Kıvanç.
1982'nin yaz mevsimi Türkiye'nin -en azından bir kısmı- walkmen ile tanıştığında yine kendine has üslubuyla bu yeni cihazı halkın anlayacağı dille tarif ediyor, "Tek kişilik gazino" diyordu:
Tek kişilik gazino, hem de çalgılı. İçkili olup olmayışı size bağlı. Müzik dinlerken ister rakı içersiniz ister portakal suyu. Ya da yemek yersiniz. İlle de oturmanız şart değil. Çünkü tek kişilik gazinomuz seyyardır. Siz yürürseniz o da yürür. Siz giderseniz o da gider. Gerçekten müthiş bir şey bu walkmen dedikleri."
Güzel izahatler adamıydı.
Bir keresinde Türkiye'nin ilk deneme yazarlarından, Cemal Süreya'nın deyişiyle "Yazarların Cumhurbaşkanı" Vedat Günyol'un "İnsan anılar toplamıdır" dediğini anımsıyorum.
İşte Halit Kıvanç da bir dönemin Türkiye'sinde spor spikerliği ve spor gazeteciliğinin ya da şöyle diyelim, hoş sohbetin bir nevi cumhurbaşkanıydı.
Makamın hakkını verenlerden, sözü dinlenenlerden, vakti zamanı geldiğinde lafı gediğine oturtanlardandı.
Ama tüm unvanlardan ari, neredeyse bir asrı bulan yaşantısında gerçek manada bir anılar insanı, biraz da biriktirdiği anıların toplamıydı.
Kaynakça:
Gool Diye Diye
100. Yılında Cumhuriyet'in Popüler Kültür Haritası-2
80'li yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük
Halit Kıvanç’ın anılarında İTÜ-TV
© The Independentturkish