İnsanın ahlakı insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu anlamalıdır. Hayat, bencil veya düşüncesizce hareketler nedeniyle yok edilemeyeceği gibi, daha yüce bir değer veya amaç için de feda edilemez.
Albert Schweitzer
Ankara'nın Çayyolu semtinde işlenen bir cinayet, hepimizi şoka soktu. Üç katil, müzisyen Onur Şener'i öldürdü.
Üç katil, istedikleri şarkıyı söyleyemiyor diye Onur Şener'i gecenin sonunda pusu kurarak öldürdü.
Onur Şener cinayeti, ruhsal, hukuksal, toplumsal, kültürel ve düşünsel açılarından gelmiş olduğumuz kolektif cinnet düzeyini gösteren tüyler ürperten bir olay.
1995 yılında Ankara TED Koleji'nden mezun olan Onur Şener, 45 yaşında bir müzisyendi.
Evli ve bir kız çocuğu babası olan Onur Şener, müzisyenlik yaparak hayatını sürdürüyordu.
Ölen arkadaşının çocuğunu da evlat edinen Onur, insancıl bir kişiydi.
Hayatı boyunca müzik yapmayı ve şarkı söylemeyi kendine amaç ve iş edinmişti.
İçlerindeki faşizme, despotizme ve karanlığa köle olmuş katiller yüzünden, doya doya müzik yapamadı ve şarkı söyleyemediler.
Onur Şener, Harper Lee'nin Bülbülü Öldürmek romanında bahsettiği şarkı söylemek ve müzik yapmak isteyen bülbüldü.
Harber Lee, şöyle der:
Bülbüller bizi mutlu edecek şarkılar söylemekten başka bir şey yapmaz. İnsanların bahçelerinde yetiştirdiği şeyleri yemez, mısır ambarlarına yuva yapmaz; tek yaptıkları, tüm kalpleriyle bize şarkı söylemektir. O yüzden bülbülü öldürmek günah sayılır.
İçlerindeki karanlığa köle olmuş üç katil, cam bardakla Onur'un boğazını keserek bülbülü öldürdü ve o affedilmez günahı işledi.
Katillerin ikisi, Çalışma Bakanlığı'nda müfettiş; diğer katil ise seçkin bir kurum olan TAİ'de mühendis olarak çalışıyor.
Katiller, farklı suç kayıtları olan sabıkalı kişiler. Torpille ve refereansla önemli kamu görevlerine yerleştirilen liyakatsiz ve verimsiz kişilerin aslında içimizde yaşan katiller ve canavarlar olduğu gerçeğiyle şok oluyoruz.
Katiller ve canavarlar, her yerde karşımıza çıkabilir. Liyakatsiz bürokratların dediklerini yapmaktan başka bir özelliği olmayan, emir eri olmanın ötesine geçememiş tipler, aşağılık komplekslerini başkalarına emrederek tatmin etmeye çalışıyor.
Söylenmesini istedikleri şarkı çalınmayınca emir erleri, emretmenin şehvetiyle öldürme çılgınlığına yöneliyor.
Kişiler, kendilerini sürekli olarak emreden pozisyonunda görme yanılsaması içinde yaşarlar.
Emreden olma üstünlük kompleksi içinde olan kişiler, bütün emirlerinin kayıtsız şartsız yerinne getirilmesi gerektiğini vehmetmederler.
İnsanlar, artık isteklerinin bir padişah fermanı olduğu vehmine kapılırlar.
Kendilerini padişah vehmeden canavarlar, fermanlarına uyulmuyor diye hemen kelle alan cellatlara dönüşürler.
Emirleri yerine getirilmediği zaman, bu hastalıklı tipler, emir kulu olarak gördükleri kişiyi ölüm dahil, her türlü yolla cezalandırma imtiyazını kendilerinde görürler.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Herkesin ruhunda korkunç bir canavar yerleşmiş bulunur. Herkes, ruhunda yerleşen canavarı tatmin etmek için emreder, öldürür ve çıldırır.
Yokulluğun, yasakların ve yolsuzlukların olduğu bir yerde müzik, sanat, kültür, felsefe, bilim, hukuk ve ahlak olmaz.
Yolsuzluk, yasak ve yoksulluk sadece hukuksuz, ahlaksız, düşüncesiz ve duyarsız vahşi katiller üretir.
Sınırsız bir hoyratlıkla ve vahşetle hayatlarımız kuşatılmış durumdadır.
Dinlediği müzikten zevk almayan, şiddetle ruhunu ve bedenini tatmin edenler, insanları öldürmek ve hayata kıymak için en küçük fırsatı kaçırmazlar.
Makamları, mevkileri, eğitimleri ve sınıfları ne olursa olsun katil, katildir.
Şiddete, karanlığa, kirliliğe ve kana susamışlığa köle olmuş bol sayıda kişi, sokaklarda, parklarda, okullarda, kamusal mekanlarda, eğlence yerlerinde, kısacacı her yerde bulunur.
Şiddetin, fanatizmin ve vahşetin bütün topluma derinliğine sirayet etmesi ve herkesin kolaylıkla şiddet yapar hale gelmesi, insanların birlikte yaşama imkanını ortadan kaldıran en büyük tehdittir.
Kurtlar Vadisi başta olmak üzere, şiddetle bütünleştirilen tarih ve kimlik kurgularını anlatan filmler yoluyla ruhları ve kişilikleri yozlaştırılan kişilerin yetiştiği toplumsal yapı, kolaylıkla şiddetin verimli bir yatağı haline gelebilir.
Toplumsal sınırlar, artık şiddeti önlemeye yetmiyor. Toplumsal sınırların kolaylıkla buharlaştığını gören kişiler, ülkenin en güvenli yeri olan başkent Ankara'nın en güvenli semti olan Çayyolu'nda bile cinayet işleme cüretini kendilerinde bulabiliyor.
Toplumda şiddet ve vahşetin yaygınlaşması, aniden gelişen bir durum değil.
Devlet ve siyasetin şiddetten beslenmesi, şiddeti meşrulaştırması ve kullanması, kişilerde de şiddeti kullanma hakları olduğu şeklinde yıkıcı bir anlayış geliştirmelerine neden oluyor.
Şiddetin önlenmesi için devlet ve siyasetin hukuk ve demokrasi içerisinde işlemesi gerekir.
Kamplaşmadan, çatışmadan, karanlıktan ve keyfilikten beslenen devlet ve siyaset, şiddeti ve yıkımı önleme imkanlarını kaybettiği gibi, bütün toplumun gönüllü bir şekilde şiddete köle olmasının yolunu açıyor.
Sosyal, siyasal ve kültürel hayatımızda olmayan ana değer, insan onurunun ve hayatının korunmasıdır.
İnsan onuruna ve hayatına saygı duymayan bir ölüm kültürü inşa edildiğinden dolayı, her gün kadınlar öldürülüyor.
Onur'un üç katil tarafından vahşice öldürülmesinden hemen sonra, yine Ankara'da bir hakim önce eşini, sonra kendini öldürdü.
Bir hakim, eşini anlamak ve ona yardım etmek yerine, onu ve kendisini öldürme suçunu işledi.
Gene Harper Lee'nin Bülbülü Öldürmek romanından şu ifadeyi hatırlayalım:
Babaannem diyor ki erkekler de yemek yapmayı öğrenmelilermiş. Karılarına iyi davranmalılarmış. Karıları kendilerini iyi hissetmediklerinde işleri onlar yapmalılarmış.
Yoksulluğun, yasakçılığın ve yolsuzluğun her alanı yozlaştırdığı bir ortamda yapay gündemlerle oyalanarak demokrasi, hukuk ve barış alanlarında ilerlemeler kaydedemeyiz.
İnsanların kılık-kıyafetleriyle ilgili yasa ve anayasalar yapmak yerine, insan onurunu ve hayatını sahiden koruyan bir hukuk düzeni inşa etmenin yollarını bulmak için seferber olmalıyız.
Faşizm, despotizm ve fanatizm, insan onuruna, hayatına ve özgürlüğüne hiçbir şekilde saygı duymaz.
İnsan onuruna, hayatına ve hukukuna saygı duymanın yolu demokrasiden, hukuktan, barıştan ve laiklikten geçer.
Demokrasiyi, hukuku, laikliği ve barışı içselleştirmediğimiz sürece şiddetin, faşizmin ve fanatizmin katil kölelerine Onurlarımızı kurban vermeye devam edeceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish