Hepimiz Danimarka Usulü İyi Yaşam ve Danimarka Usulü Ebeveynlik gibi küçük sevimli kitapları ve makaleleri görmüşüzdür. Beyaz orta sınıf mensupları için, onlar tarafından ve onlar hakkında yazılmış gösterişli havalimanı edebiyatı. İskandinav tarzının hayatınız için şunu veya bunu nasıl yapabileceğine dair ana konuşmalarından ve kitap satışlarından iyi para kazanan gazeteciler, "kültür"ümüzü tüketilmek üzere paketlemiştir. Danimarka, gösterişli bir marka ve dünyanın eksikliklerini yansıttığı bir peri masalı diyarı haline geldi.
Dünyanın İngilizce konuşulan kısmında ne zaman "hygge" (Günlük hayatta rahat ve sıcak ortamlar yaratmayı vurgulayan Danimarka kökenli bir kavram ve yaşam felsefesi -ed.n) gibi bir sözcük dillerde dolaşarak ticarileşse ya da "Borgen" virüs gibi yayılsa, azınlıktan bir Danimarkalı olarak ağzımda acı bir tat bırakıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Danimarka'nın baskıcı göç yasaları, ülkenin imajına bir doz gerçeklik katma konusunda üzerine düşeni yaptı; en son örnek, hassas bölgeler olarak gördükleri yerlerde yaşayan "Batılı olmayanların" sayısını azaltmak amacıyla çıkarılan ve çokça kötülenen getto karşıtı yasa oldu.
Yine de Danimarka ve diğer İskandinav ülkeleri hala düzenli olarak, dünyanın geri kalanının öğreneceği çok şey bulunan yarı ütopyalar şeklinde gösterilmektedir. Bu süreçte, azınlıkların yaşadığı deneyimler görmezden gelinerek, yabancıların sapkınca aşık olduğu görülen sterilize edilmiş bir karikatüre ayrıcalık tanınıyor.
Yurtdışında anlaşıldığı şekliyle "Danimarkalılık" esasen bir yalandır. Satılan ve pazarlanan Danimarka rüyası, bir burjuva rüyasıdır. Örneğin, Danimarkalıların çevre dostu ve rahat doğalarının bir simgesi olan ünlü bisiklet alışkanlığını ele alalım. Gerçek şu ki her yere bisikletle gidebilmek, dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olan Kopenhag'ın iç kesimlerinde yaşayanlara ait bir ayrıcalıktır. Diğer her yerde olduğu gibi, sıradan halk gösterişsiz banliyölerdeki evleriyle iş yerleri arasında git gel yapıyor. Ne yazık ki, alelade toplu taşıma araçlarıyla evle iş arası mekik dokumanın yaşam tarzı makaleleri için iyi bir malzeme oluşturmadığı görülüyor.
İskandinav başkentinin en kirli sırlarından biri, şehir merkezinden uzaklaştıkça her durakta yolcuların tenlerinin daha da koyulaşmasıdır. Banliyölerde saklanmış azınlıklar, milyon dolarlık fin-de-siècle (19. yüzyıl sonu estetiğine sahip -ed.n) balkonlarında tek kökenli kahve içerek "hygge" tarzı günlük yaşamı lekelemekten uzak tutuluyor.
Bu tren yolculuklarının her birinde aşağılık duygum daha da arttı: Bisiklete binme, organik gıda yeme ve şehrin nehirlerinin dibinde beyaz şarap içme şeklindeki İskandinav rüyası iyice uzaklarda kaldı. O hayatın bana göre olduğu hissine de hiçbir zaman çok kapılmamıştım.
Üst orta sınıf yaşamıyla Danimarka kültürünün örtüşmesi, belki de en açık şekilde Oprah'ın 2009'da Danimarka'ya yaptığı ziyarette görüldü. Ülkenin rakipsiz efendisi olan beyaz yaratıcı sınıfın temsilcisi bir mimar, Kopenhag'da kendisine eşlik ediyordu. Gezinti, Oprah'ın mimarın minimalist ve şık evini ziyaret etmesiyle sona ererken bu evin Danimarka'da "tipik" olduğu sunuldu. Şehrin en zengin semtlerinden birindeki lüks bir apartman dairesine tanık olduğumuz gerçeği rahatlıkla göz ardı edildi.
Ulusal medyanın geniş çaptaki homojenliği göz önünde bulundurulduğunda, ülkenin imajını elit bir kesimin belirlemesi hiç de şaşırtıcı değil. En büyük yayınların yazı işleri künyelerinde büyük ölçüde etnik köken bakımından da Danimarkalı olanlar yer alıyor. Danimarka nüfusunun yüzde 14'ü azınlık geçmişine sahipken, bu demografik grup medyadaki kaynakların yalnızca yüzde 3,5'ini oluşturuyor. Bu dengesizlik Nisan'da Danimarka'nın önde gelen medya kuruluşlarının önünde protesto gösterilerine yol açtı. Ancak azınlıklar göç meselelerini tartışmak için özel durumlarda bir kez daha ortaya atılıyor ve bazen ulusal TV'de sağcı isimlerin ırkçı anlamlar taşıyan sözlü tacizlerine maruz kalıyor.
Bir yandan evrensel refahı koruma yanılgısı içindeyken; gelen tüm göçmenler, potansiyel beleşçiler ve ülkenin küçük mutluluk vahasına kültürel açıdan uyumsuz tehditler olarak görülüyor.
Miyopluğun böylesi, tatsız manzaralara yol açıyor. Önemli bir göçmen karşıtı politikacı, Danimarka'da en çok suç işleyen demografik gruplardan biri Suriyeliler olduğu için sınır dışı edilmesi gerektiğini 19 yaşındaki, gözleri yaşlı, Suriyeli mülteci Aya'ya soğukkanlılıkla geçen yıl açıkladı.
Birkaç hafta önce, popüler Muhafazakâr politikacı Rasmus Jarlov, "İyi eğitim almış Norveçliler, iyi eğitim almış Somalililerden daha iyidir" şeklinde bir tweet attı.
Bir kamuoyu yoklaması, Inger Støjberg'in yeni başlattığı Danimarka Demokratları projesinin en büyük partilerden biri olarak parlamentoya dalacağını bu hafta gösterdi. Bu, aynı zamanda, daha dokuz ay önce Göç Bakanı olarak görev yaptığı sırada sığınmacı çiftleri kanunsuzca ayırdığı gerekçesiyle azledilip 60 gün hapis cezasına çarptırılan kişi. Støjberg, göçmenlik yasalarını sıkılaştırdığı 50. değişikliği bir pastayla kutlayarak, geçmişte uluslararası arenada da dikkatleri üzerine çekmişti.
Bu örneklerin altını, benzersiz ve şoke edici oldukları gerekçesiyle çizmiyorum. Bilakis, bana sıradanlıkları çarpıcı geliyor. Bana Danimarka'da yaşamaya alıştığım günlük ortamı hatırlatıyorlar. Çünkü bu, basitliğini ve cehaletini tüm çıplaklığıyla gururla sergileyen gerçek Danimarka. Bildiğim ve tanıdığım Danimarka kültürü bu; bisiklet, tasarım ve "hygge" saçmalıklarından çok uzak. Bu, sürdürülebilirlik ve mutluluk endekslerinde sürekli birinci sırada yer almaktan kaynaklanan şovenist, kendini beğenmiş bir tutumdur.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: İpek Uyar
© The Independent